Dış Sermaye ve AKP’li Son 10 Yıl
Cumhuriyet’in 90’ncı yılındayız. Geride kalan 90 yılın AKP’li 10 yılını, eldeki büyük fotoğraftan iyi okuyabiliyor…
Dün açıklanan ve yazımda değindiğim Uluslararası Şeffaflık Derneği’nin yolsuzluk araştırmasının bulguları gösterdi ki, yolsuzluğa toplumsal tepkisizlik, bir anlamda örtülü onay, özellikle AKP’ye oy veren yüzde 40’ları bulan seçmenden geliyor.
Yolsuzluğa karşı bu tepkisizlik, hatta örtülü onay konusunda çeşitli gerekçeler var. Hele ki 17/25 Aralık rezaletleri konusundaki tepkisizliğe uydurulan gerekçeler…
Açıklamalar
Mesela, deniyordu ki, “ Rüşvet-yolsuzluk iddialarını ortaya çıkaranlara bakın: Kim bu polisler, savcı ve hakimler ? FG Cemaati mensupları. Neden bugüne kadar bu yolsuzlukları ortaya çıkarmadılar da seçim arifesinde bu operasyonlar yapıldı?” Cevabı da hemen yapıştırıyorlardı: “Çünkü bu bir komplo. RTE’yi devirmek istiyorlar, bu oyuna gelmemek için tepki vermedik.”
Bu savunmanın devamı olarak şöyle şeyler de söylendi; “Yolsuzluk dediğiniz nedir, her hükümette yapılıyor, bu iktidarda yapılıyorsa da hayır işleri için yapılıyordur, parti, dernek, vakıf güçlendiriliyor ve asr-ı saadetin ömrü uzuyor, Çalıyorlarsa da çalışıyorlar”.
31 Mart 2014 yerel seçimlerine giderken AKP’ye oy veren bir kesim de, yolsuzlukların tüm bir partiye, AKP camiasına mal edilemeyeceğini, bunun AKP içinde eninde sonunda hesabının sorulacağını umuyor ve bekliyordu. Bazı bakanların Yüce Divan’a gönderileceğine inanılıyordu. Sonuçta bu beklentide olanlar hayal kırıklığı yaşadılar. RTE, kimseyi “yedirmedi”, tersine her tür yolsuzluk kanıtını adeta yok etmeye dönük çaba içinde oldu.
Tepkisizliğin dile getirilmeyen bir başka önemli nedeni, hiç de yabana atılmayacak bir seçmen kitlesinin AKP’li düzene tutunmuş olması. Bir kısmı kurulu düzenden nasiplenerek bir kısmı bu kurguya güvenip borçlandığı için “istikrarı bozmamak” adına, yolsuzlukları görmezden geldi, bir anlamda suç ortaklığı yaptı.
Kurumlaşmış yolsuzluk
Artık herkes de biliyor ki, yolsuzluk-usulsüzlük, bu rejime mündemiç (içkin) bir olgu. Kimseyi şaşırtmıyor, yolsuzluklar. Son örnek olarak, Kaçak Saray gerçeğine bakalım. Devletin yatırım envanterinde adı bile yok. Başbakanlık hizmet binası olarak başlamış ve kayıtlara girmiş. Hâlâ proje bedeli Kalkınma Bakanlığı Kamu Yatırımları envanterinde (2012K010510 nolu proje) 650 milyon TL bedelli görünüyor. Ancak imar hukukuna aykırı bu dehşetli yapının böyle komik bir maliyeti olamayacağının ortaya çıkması üzerine Maliye Bakanı 1,3 milyar TL harcandığını açıkladı. Bu yükseltilmiş harcamanın bile devlet kayıtlarında izi yok. Kaldı ki, yapılan harcama birkaç milyarı daha aşıyor. Bu ne demek? Bu, ortada koskoca kayıt dışı, hukuk dışı bir saray olması ve bu yalanla, hukuksuzlukla yaşamaya mecbur tutulmamız demek.
Nasıl arsızlaştı?
Usulsüzlük nasıl bu kadar tavan yaptı, ne zaman bu kadar arsızlaştı?
Tabii ki, AKP’nin yasama-yargı-yürütme erklerini tek elde toplamaya başladığı AK Faşizmin tırmanmasıyla…2012 ortalarına kadar FG Cemaati ile el ele inşa edilen bu totaliter düzene artık AKP tek başına hükmetmek istiyor.
Yolsuzluk ve usulsüzlüğün tavan yaptığı haller, elbette bir denetim kurumu olarak TBMM’nin, onun adına denetim yapan Sayıştay’ın işlevsizleştirildiği, bir denetim gücü olarak medyanın sindirildiği, daha da önemlisi yargının tamamen yürütmenin, hatta tek adamın Kaçak Saray’dakinin iradesine bağımlı kılındığı hallerdir.
AKP’nin son 5 yılı özellikle arsız icraat dönemidir. 2011 seçimlerinin ardından fütursuzluk ve dokunulmazlık eşiği iyice genişletildi. Bütün büyük yolsuzluk ve hukuksuzluğun bu tarihten (ustalık dönemi!) sonra yoğunlaşması tesadüf değildir. İran’a enerji faturasının külçe altın ile ödenmesi ve Reza Zarraf figürünün ortaya çıkışı 2012 sonrasıdır ve milyarlarca dolarlık külçe altın ithali, sonra İran’a çeşitli yollarla ihracı, bu tezgahtan RTE, Bakanlar ve çocuklarının “nasiplenmeleri” son yılların olayıdır. Özelleştirmelerin tavan yapması ve özellikle enerjide “yandaşların” kayırılması, İstanbul rantının bonkörce yandaş kesime paylaştırılması, “mega-projeler”in ihaleleri ve yine yandaş sermayedarlara tahsisi, hep bu son yıllara, yani totaliter düzen inşasında hızla yol alındığı yıllara aittir.
Sonuç?
İşin özeti şudur: Bugün Türkiye’de yolsuzluk, AKP rejiminde kurumsal hal almıştır. Her kamu ihalesinin, kamuya iş yapmanın resmi vergi ve harçların dışında bir “harcı” vardır ve o harç, partiye, onun uzantısı vakıflara (mesela Bilal’in TÜGEV’ine) yatırılmadan işler yürümemektedir. O harç da, yükselen AK Faşizmin inşa harcıdır.
Buradan da yolsuzlukla mücadelenin mottosu ortaya çıkıyor; Yolsuzlukla mücadele, AK Faşizm ile mücadeleden geçiyor. Totaliter rejim dağıtılıp denetim yapabilen bir meclise, özgür bir medyaya, bağımsız bir yargıya kavuşmadıkça, yolsuzluk dizginlenemeyecektir.