On dört yıllık iktidarını bir anayasa değişikliğiyle özü “tek adam rejimi” olan totaliter bir yapıya dönüştürmeye çalışan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) toplumu halk oylamasının yapılacağı 16 Nisan tarihine kilitledi.

Son ayların gündemine damgasını vuran bu siyasi operasyon, Türkiye ekonomisinin küçülmeye başladığı, hatta bazı sektörlerde (örneğin imalat sanayisi) krize girdiği bir zaman dilimine denk geldi. Anayasa değişikliği hamlesi de politik tansiyonu ve ülke riskini artıran bir bileşen olarak krizi ivmelendirdi. Jeopolitik riskleri ve ekonomik göstergelerdeki kırılganlığı zaten yüksek olan Türkiye bu totaliterlik hamlesiyle riskine risk eklemiş oldu.

Bütün bunlar, kredi derecelendirme kuruluşlarına not indirtirken dış rüzgârlar da Türkiye’nin aleyhine yön değiştirdi. Büyüme iştahı yüksek görünen Donald Trump’ın başkan seçilmesiyle küresel fonlar ABD’ye doğru pozisyon değiştirdiler. Türkiye dâhil tüm yükselen ülkelerden sermaye çıkışı yaşandı. Dolar endeksinin hızla yükselmesiyle Türk Lirası dâhil tüm yerel paralar dolar karşısında değer kaybetti. Ama TL diğerlerine göre negatif ayrıştı ve 2015’te doların TL karşısındaki yüzde 25’lik artışına, 2016’da yüzde 20’lik bir artış eklendi. Bu ağır fiyatlanmalar, 210 milyar dolar dolayında döviz açığı olan reel sektörde büyük kur zararları yarattı ve ithalata bağımlı üretimde önemli maliyet artışlarına, sonuçta da tüketiciye yansıtılan ağır maliyet enflasyonuna yol açtı. Tüketici fiyatlarındaki yıllık artış yüzde 9’u bulup çift rakama doğru tırmanacağı yönünde sinyaller gönderdi. Sanayicinin (üretici) fiyatlarındaki artış ise şimdiden yıllık yüzde 14’e yaklaştı. Ekonomik beklentiler kötüleşirken işsizlik oranı yüzde 12’nin üstüne çıktı.

Ekonomideki bu sert sonbahar rüzgârlarının daha da sert bir kışa evrilmemesi, daha da önemlisi bunun referanduma “hayır” oyu olarak yansımaması için, AKP hükümeti hızla bazı önlemler almaya yöneldi. Anayasa değişikliğine ilişkin yapılan anketlerde psikolojik üstünlük değişikliğin reddine, yani “hayır”ın üstünlüğüne işaret ettikçe rejim de önlemleri çeşitlendirdi.

Önlemlerin bazıları krizin yıkıcı etkisini azaltmaya yönelik ve bütün bir yılı kucaklayacak nitelikte. Bazıları ise yine krizi yumuşatmaya yarasa da ömrü referandum tarihiyle sınırlı, yani “hayır” oylarını caydırmaya yönelik.

Çoğu 18 Ocak 2017 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan bir torba yasaya sıkıştırılan önlemlerin bazıları parasal, bazıları maliye ile ilgili. İş gücü maliyetini ve istihdamı ilgilendiren, sosyal yardım içerikli olanlar da var.

Parasal önlemler daha çok Merkez Bankası tarafından alındı. Öncelik dövizdeki tırmanış hızını düşürmeye dönük olanlara verildi. Bu konuda önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kamuoyu kampanyalarıyla dövizdeki tırmanışa savaş açtı, dövizden TL’ye dönüş çağrıları yaptı. Kamu kuruluşlarına döviz birikimlerini TL’ye çevirmeleri talimatı verildi. Bunlar belli ölçülerde uygulandı ama doların tırmanışından sonuç vermediği anlaşıldı.

Merkez Bankası ise dövizdeki tırmanışa karşı açık faiz artışlarına gitti ama bu operasyonlar, Cumhurbaşkanı’nın faiz tepkisi dikkate alınarak örtülü yapıldı. Bankaları dövize yönelişten caydıracak faiz adımları atıldı. Bunların yanında ihracat ve döviz kazandırıcı sektörün kullandığı reeskont kredilerinde mayıs sonuna kadar olan vadede döviz olarak yapılması gereken geri ödemelerin TL ile yapılabilmesine olanak sağlandı, geçerli dolar kuru da yıl başındaki 3.50 TL’lik kur olarak ilan edildi. Merkez Bankası’nın kazançlarından feragat etmesi anlamına gelen bu adımla zordaki firmalara jest yapılmış oldu.

Maliye önlemleri, daha çok da vergilerle yapılan müdahaleler krize ve “hayır” tercihine karşı önlemler içinde önemli bir yer tutuyor. Ekonomiyi canlandırmak için vergilerdeki indirimlerden sonuç bekleniyor. Konut, beyaz eşya ve mobilya sektörleri en çok talep sorunu yaşayan alanlar olarak belirlendi ve bu sektörlerden birçok vergi mayıs sonuna, yani referandum sonrasına kadar kaldırıldı. Maliye Bakanı Naci Ağbal inşaat sektörüne ilişkin de önemli düzenlemeler yaptıklarını belirterek, “Konut teslimlerindeki yüzde 18 KDV’yi yüzde 8’e düşürmüştük. Bu süreyi mart sonundan eylül sonuna uzatıyoruz.” diye konuştu. Ağbal yabancı kişi veya şirketlerin Türkiye’deki bir inşaat firmasından konut veya iş yeri alması durumunda KDV ödemeyeceğini de ekledi.

Torba yasada irili ufaklı şirketlerin Maliye Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumu’na vergi ve prim borçlarını erteleyen, cezalarını silerek yeniden yapılandıran başka önlemlere de yer verildi. Ayrıca, firmaların banka kredilerine erişimlerini zayıflatan olumsuz sicillere karşı da “af” hazırlığına gidildi. Banka kredilerinden daha çok yararlanılması için Hazine kefaleti 2 milyar liradan 25 milyar liraya çıkartılarak krediye erişimin imkânları genişletildi.

Bu parasal ve maliye önlemlerinin yanında iş gücü maliyetini düşürücü, işsizliği emici bazı önlemler de yürürlüğe konuldu. 2016’da asgari ücretin 100 TL’lik kısmını üstlenen ve bu yolla yaklaşık 9 milyon işçi için 10 milyar TL’yi bütçeden ödeyen hükümet aynı uygulamayı 2017 sonuna kadar sürdüreceğini açıkladı.

Yüzde 12’yi aşan işsizliğe ve sayıları toplamı 3.7 milyonu bulan işsizler için ise iş verenleri istihdama özendiren — biraz da zorlayan — bir düzenleme geliştirildi: Asgari ücretle yeni istihdam yaratacak işverenlerden ücret vergisi ve sigorta primi alınmayacak. Bütçeden karşılanacak bu yük için 12.5 milyar liralık bir pay ayrıldı.

Çalışma Bakanı Mehmet Müezzinoğlu bu uygulama için, “İnşallah bir buçuk milyon istihdamı başaracağız” dedi, bir başka uygulamayla ilgili de şu bilgileri verdi: “500 bin gence, ‘iş yerime nasıl adapte olacak’ eğitimi vereceğiz. Diploması var ama teorik bilgisi yok. O zaman üç ay süresince iş başı eğitim programında, bin 502 liralık ücretin tamamını biz üstleniyoruz.”

Bunlar da iş gücü maliyetini düşürecek ve işsizliği biraz olsun emmeyi amaçlayan önlemler dizisi.

Kriz ateşini düşürmeyi ve referandumda “hayır” tercihini zayıflatmayı amaçlayan bu parasal, vergisel, iç talep yaratıcı, iş gücü maliyetlerini düşürmeyi, yüksek işsizliği emmeyi amaçlayan önlemler paketinin ne sonuç vereceğini, kapatılan bir deliğe karşı yeni deliklerin açılmasına yol açıp açmayacağını zaman gösterecek. Ancak bu önlemlerin, merkezi bütçede önemli açıklar yaratacağı söylenebilir. Merkezi bütçe açığını bugüne kadar milli gelirin yüzde 1-2’si dolayında tutabilen AKP yönetimi için bu açığı 1-2 puan daha artırmak katlanılabilir bir maliyet mi? Bütçeye paralel oluşturulan Varlık Fonu bütçe kaynaklarını kendisine transfer ettikçe bu açıklar büyüyecek. Dahası, İşsizlik Sigortası Fonu’nun kaynaklarının da tartışmalı biçimde amacı dışında kullanılması başka sorunlara yol açacağa benzer.

En önemli soru da şu: Özellikle Trump’ın iştah kaçıran tutumu ile yavaş yavaş yeniden Türkiye gibi ülkelere gelerek şubat ayında dolar fiyatının gerilemesine imkân sağlayan küresel sermaye ani bir kararla, mesela Fed’in faiz artırımı ile yeniden yön değiştirir ve çıkmaya başlarsa neler yaşanır ve bu önlemler boşa gider mi.

Written by Mustafa Sönmez