Yüzde 11’e yapışmış bir enflasyon, yüzde 13’ün üstünde seyreden bir kent işsizliği, milli gelirin yüzde 5’ine yaklaşan bir cari açık, üstüne üstlük büyüyen bir bütçe açığı, dolar karşısında hızla eriyen bir Türk Lirası… Yetmezmiş gibi bunların üstüne bir de dünya piyasalarında petrol, doğal gaz, kömür, kısaca enerji fiyatlarında artış geldi. Tabii ki dünya piyasalarında metal, mineral fiyatlarında hızlı artış da eksik kalmadı.

Türkiye hem enerjiyi hem birçok ham maddeyi ithalatla sağlıyor, bağımlı. Şimdi bunları hem pahalanmış dolar ile hem de dünyada tırmanan yeni fiyatlarla almak durumunda. Bunların arasında ham petrole ayrı bir yer ayırmak lazım. Esas fatura bunun ithalinden çıkıyor çünkü.

Özellikle bu yılın ikinci yarısında yükselişe geçen petrol ve öteki emtia fiyatlarındaki tırmanışı, bir dizi siyasi ve ekonomik etken belirledi. ABD’nin vergi indirimleri ile büyümesini artıracağı beklentisi, yine ABD rafinerilerinde artan üretimin ham petrol talebini artırması, Çin’den gelen güçlü talep, Kuzey Irak’taki referandumun bölgedeki petrol akışına ilişkin endişe yaratması, petrol fiyatlarını yukarı itti. Buna bir de Suudi Arabistan gerilimi eklendi. Suudi Arabistan’da yolsuzluk iddialarıyla bazı bakan ve prenslerin gözaltına alınması, başkent Riyad’a düzenlenen balistik füze saldırısı ve ABD’de petrol sondaj kulesi sayısındaki ani düşüş de fiyat artışlarını hızlandırdı.

Kasım 2016’da varili 44 dolara kadar inen ham petrol fiyatı, izleyen aylarda 50 dolara sıçradı ve şubat 2017’de 55 doları gördü. Sonraki aylarda küçük düşüşlerden sonra haziran ayında 46 dolara kadar geriledi. Ancak bu aydan sonra hızla arttı ve eylül ayında 57 doları, ekim’de 60 doları, kasım ayında ise 65 doları gördü. Bu, 12 ayda yüzde 48’e yakın bir artış demek.

Kışa girişin yanı sıra küresel büyümede daha yüksek bir patikaya girilirse fiyatlardaki artış temposu sürebilir. Benzer fiyat artışları, diğer enerji, tarım ham maddeleri ve endüstriyel ara mallar için de geçerli. Bu fiyat artışlarının yanında TL’nin dolar karşısında sadece son iki ayda yüzde 12 değer kaybetmesi, Türkiye için önemli bir sorun yumağı, ağır bir maliyet enflasyonu kaynağı anlamına geliyor. Tek başına petrol fiyatları alındığında bile bilanço ürkütücü.

Türkiye yılda ancak 2,6 milyon ton ham petrol üretebiliyor buna karşılık 25 milyon ton ham petrol ithal ediyor. Yani kullandığının yüzde 91’ini ithal ediyor. Durum doğal gazda da farklı değil. Doğal gaz üretimi devede kulak: 400 milyon metreküp, buna karşılık ithalat 46,4 milyar metreküp.

Petrol fiyatlarındaki yükselme, döviz kuru artışı ile birleşerek Türkiye ekonomisi için çifte darbe etkisi yaratıyor. Türkiye’nin petrol ithalat faturası bu yılın 10 ayında yüzde 36,5 arttı. Yaklaşık 22 milyar dolardan 30 milyar dolara çıkan petrol faturası, tutar olarak 8 milyar dolar arttı.
Bu fatura aynı zamanda bu yılki dış ticaret açığında meydana gelen artışın yarısından fazlasını oluşturdu. Petrolün dış fiyat artışına bir de dolar fiyat artışı eklendiğinde hem makro düzeyde hem de bireylerin ödeyeceği fatura kabarıyor. Akaryakıta sık sık yapılan zamlar bunun sonucu.

Ocak-ekim döneminde tüketici fiyatları (TÜFE) içinde yer alan ulaştırma hizmetleri genel enflasyonun yüzde 50’sinin üzerine çıktı. Yıllık artışı yüzde 11,9’u bulan TÜFE’ye karşı yüzde 16,8 ulaştırma fiyat artışı gerçekleşti. 10 ayda da TÜFE’de yüzde 9,5, ulaştırmada ise yüzde 14 artış yaşandı.

Diğer enerji ve metal-mineral fiyat artışları da sanayi üretiminde maliyet enflasyonuna yol açarak hem üretici fiyatlarında (ÜFE) hem de TÜFE de yükselişi kalıcı kılacak etkenler. Bu da büyüme hızını hem bu yılın son çeyreğinde hem de 2018 de aşağı çekecek, iş aş sorununu büyütecek olumsuz rüzgârlar olarak değerlendirilebilir.

Türkiye’nin birincil enerji tüketiminde doğal gazın payı yüzde 31, ham petrol ise toplamda yüzde 30 pay sahibi. Fosil yakıtlar bakımından linyit hariç zengin rezervlere sahip olmayan Türkiye, birincil enerji kaynaklarında tüketiminin dörtte üçünü ithal ediyor. Doğal gazda yaklaşık yüzde 98, petrolde ise yaklaşık yüzde 91 oranında dışa bağımlılık var ve bu, önemli bir arz güvenliği riski oluşturuyor.

Türkiye’nin enerji ithalatı, dünya enerji fiyatlarının seyrine bağlı olarak alçalıp yükseliyor. 2009 krizinin ilk yıllarında düşen enerji fiyatları 2014’e kadar yeniden artmış ve Türkiye’nin enerji ithalatı da yıllık ortalama 53 milyar dolara ulaşmıştı. İzleyen iki yılda fiyatlar düşünce fatura 2015’te 37 milyar dolara, 2016’da 26 milyar dolara geriledi. 2017’de ise ilk dokuz ayın faturası 27 milyar dolar ve yıl en az 35-36 milyar dolar fatura ile kapanacak gibi.

Ham petrol fiyatlarındaki artış gecikmeden akaryakıt fiyatlarına yansıtılıyor. Kasım ortalarında benzinin İstanbul’daki litre fiyatı 5,6 TL’ye (1,4 dolar) ulaştı. Kısa zamanda 6 lirayı bulması bekleniyor. Satış fiyatının önemli kısmını vergiler oluşturuyor. Hükümetin 2018 programında 2017 yılında petrol ve doğal gaz ürünlerinden elde edilen Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) tahsilatının, 63,3 milyar TL’yi, yani GSYH’nın yüzde 2,1’ini bulacağı belirtiliyor.

Uzun süre 50 doların altında kaldıktan sonra son dört aydır tırmanan petrol fiyatına kurdaki hızlı artış eklenince bir depo benzinin faturası ilk kez 300 liraya çıktı (14 Kasım kuruyla 77,4 dolar).

Akaryakıt zamları bekletilemiyor ama doğal gaz ve elektrik fiyatlarını hükümet zamana yayabiliyor. Örneğin bunlara 2017’de bir fiyat artışı gelmedi. Ama zammın sırasının geldiğini AKP Hükümeti’nin 2018 programında sayfa 72’de şu cümlelerle duyuruldu: “Petrol fiyatlarındaki göreli düşük seviyenin etkisiyle doğal gaz ve elektrik satış fiyatlarında 2017 yılı içerisinde herhangi bir artış yapılmamıştır. (…) 2018 yılında enerji alanında faaliyet gösteren KİT’lerin ham petrol ve döviz kurundaki değişikliklere bağlı olarak maliyetlerini karşılayacak bir fiyatlandırma politikası benimsemeleri ve böylelikle sürdürülebilir bir finansman yapısında faaliyetlerine devam etmeleri planlanmaktadır.” Bu da doğal gaz ve elektrik fiyatlarına zammın da gündemde olduğu anlamına geliyor.

 

Written by Mustafa Sönmez