Türkiye ekonomisi 2017’nin üçüncü çeyreğinde beklendiği gibi sansasyonel bir büyüme kaydetti ve görünürde yüzde 11,1 büyüdü. Böylece ilk dokuz ayda büyüme yüzde 7,4, yıllıklandırılmış olarak da yüzde 6,5 olarak gerçekleşti. Tahmini yıllık büyüme Orta Vadeli Program’da 2017 için yüzde 4,4 olarak öngörülen büyüme hedefinin kolaylıkla aşılacağını ortaya koyuyor. Ayrıca Türkiye’yi, Çin ve Hindistan’ın ardından en hızlı büyüyen ülkelerden biriymiş gibi de gösteriyor. İlk elde Türkiye için olumlu görünen bu tablonun arka yüzü pek öyle değil. Türkiye’nin büyümesi bir dizi aritmetik yanılsama, kırılganlık ve stres biriktiren bir kimyaya sahip.

Bütün parıltılı görünümüne karşılık büyüme ile ilgili sonucun iç ve dış dopingle gerçekleştiğini, 2016’da yüzde 3 olarak gerçekleşen düşük büyümenin bazına oturduğu için aritmetik bir yanılsama içerdiğini de hatırlatmak gerek. Özellikle üçüncü çeyreğin yüzde 11’lik “mucizevi” büyümesinde 2016’nın üçüncü çeyreğinde ekonominin yüzde 1’e yakın küçülmüş olmasının baz etkisi var. Bu düşük baz, AKP iktidarınca özellikle gözlerden uzak tutuluyor.

Genelde ise 2017 büyümesinin ABD Başkanı Donald Trump’ın düşük performansının taşıdığı sıcak para girişi, içeride de yoğun devlet kaldıracı ile gerçekleştiği vurgulanmalı.

Parıltılı büyüme verilerinin arkasında dönemsel dış dünya konjonktüründen kaynaklanan dış sermaye akışı, özellikle sıcak para girişi önemli bir yer tuttu. Bu dış kaldıracın yanında, AKP rejiminin bütçe açığını artırma pahasına uygulattığı kredi genişlemesi, vergi kolaylıkları, İşsizlik Sigortası Fonu’nu hovardaca harcattıran teşviklerden de söz edilmeli.

Trump’ın güven vermeyen icraatıyla iştahı kaçıp Türkiye gibi ülkelere yönelen sıcak para, dolar kurunu eylül ayına kadar aşağı çekerek ithalatı özendirdi ve bu kaldıraçla iç talebe dayalı büyüme de hızlandı. Hızlandı hızlanmasına ama öte tarafta dış borç stoku 435 milyar dolara kadar çıktı, özel firmaların döviz yükümlülükleri de 212 milyar dolara kadar yükseldi.

Özellikle ABD ile yaşanan politik krizin etkisiyle ekim ayı sonrası hızlanan döviz fiyatı Merkez Bankası’nı faiz artırmaya zorlamakla kalmadı, döviz fiyatı yüksek seyrini koruyarak ekonomiyi yüksek faiz-yüksek döviz kıskacına aldı. Yani 2017’nin dış kaynak girişinde sıcak paranın hâkimiyeti açık. Dolayısıyla 2017’nin yüzde 6,5’i bulması beklenen yıllık büyümesinde de sıcak para ağırlıklı dış kaynak girişinin etkili olduğu söylenebilir. Sıcak para ve kredi genişlemesi kaldıraçlarının üstünde yükselen büyüme, özellikle üçüncü çeyrekte iç tüketime yaslandı.

Madencilik ve enerjiyi de içeren geniş anlamda sanayide büyüme son üç çeyrekte ortalama yüzde 9,5’i buldu, iç tüketime dönük sanayi lokomotif sektör oldu. İmalat sanayinin katma değer artışı üçüncü çeyrekte iç pazar odaklı, özellikle de dayanıklı mallara talep üstünden gerçekleşti. Sanayi üretimi yüksek tempoda seyrederken yatırım ayağında inşaat yine öne çıktı. Büyük çevre tahribatına, tarih ve doğa varlıklarının yıkımına dayanan inşaat furyasına karşılık sanayiyi geliştirecek makine-teçhizat yatırımlarında düşük tempo gözlenmesi önemli bir zaaf.

Öte yandan bu büyümenin istihdam dostu olmadığı ve adil bir bölüşüme dayanmadığını da veriler ortaya koyuyor. Yüksek büyüme iddiasına rağmen işsizlik gerilemediği gibi tırmanıyor. Yüzde 11 büyümeyi içeren üçüncü çeyrekte yer alan eylül ayı verilerine göre mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış olarak resmi işsizlik yüzde 11’e yaklaşırken, tarım dışı işsizlik yüzde 12,7 oldu. Genç işsizliği ise eylülde yüzde 20,2 oldu.

Yüksek büyümeye yüksek enflasyon eşlik ediyor. Kasım ayı üretici (sanayici) fiyatlarındakiartış yüzde 17,5’a yaklaştı. Özellikle ara mallarındaki yıllık artışın yüzde 24’e ulaşması tüketici enflasyonunun yıllık yüzde 13’ü bulmasında etkili oldu.

Gözlerden saklanan en önemli gerçek ise büyümenin temmuz 2016’dan beri uzatılarak uygulanan, emek üstünde baskı ve hukuk ihlalleriyle dolu Olağanüstü Hal (OHAL) şartlarında iş gücünün ucuzlatılmasıyla sağlandığı ve bölüşümün kâr, faiz, rant gelirleri lehine bozulduğudur.

TÜİK gayrisafi yurt içi hasılayı (GSYİH) üretim ve harcama yöntemlerinin yanı sıra gelir üstünden de tahmin ediyor. Bu yöntemde iş gücünün milli gelirden aldığı payın yanında kâr-faiz-ranttan oluşan “işletme artığı” da hesaplanıyor ve geri kalan pay, yatırım ve vergi payı sayılıyor. Bu yöntem, işçi ve memurların GSYİH’dan payına düşen iş gücü ödemelerinin 2017’nin ilk çeyreğinde yüzde 35’e yaklaşırken üçüncü çeyrekte yüzde 29’a gerilediğini, yani altı puan azaldığını gösteriyor. Buna karşılık net işletme artığı, yani kâr, faiz, rant gelirleri GSYİH’da ilk çeyrekte yüzde 39 olan paylarını, yüzde 11 büyüme olan son çeyrekte yüzde 47’ye yaklaştırmışlar ve yaklaşık sekiz puanlık artış sağlamışlar.

Kısacası iki haneli enflasyon, işsizlik, artan adaletsiz bölüşüm, büyük bütçe açıkları ve cari açıkla kırılgan sıcak para girişine bağımlı büyümenin 2017’ye ağır maliyeti olduğunu, bu maliyetin 2018’e taşındığını belirtmek gerekiyor. Dış ve iç şartlar zorlanarak OHAL koşullarında gerçekleştirilen bu büyümenin 2018’de tekrarı zor. Bundan dolayı büyümenin yarı yarıya yakın tempo kaybederek 2018’de düşük seyredeceği yaygın bir kanaat.

Parıltılı büyüme verilerinin arkasında dönemsel dış dünya konjonktürünün lehte esen rüzgârlarının yanında AKP rejiminin bütçeyi riske ederek açtırdığı bol kepçe kredi akışı ve vergi teşvikleri ana kaldıraçlar olarak iş gördü. Bu iki kaldıracın da 2018’de çalışması şüpheli. Ekim ayı ile birlikte ABD ile yaşanan krizin de etkisiyle sıcak para bazen çıkarak bazen de girişini yavaşlatarak ekonomiye katkısını azalttı. Buna bağlı olarak da dolar fiyatı kasım ortalarında 4 TL’nin eşiğine gelirken Merkez Bankası’nın çeşitli müdahaleleri ve faiz artışı ile biraz frenlendi ancak beklenen düşüş sağlanamadı. 2017 doların TL karşısında yüzde 21 değer kazanmasıyla tamamlandı. Bu, borcu ve ithalata bağımlılığı olanlar için tahripkâr bir değersizleşme. 2018’e bu yük ile girmek yeterince büyük sorun.

2018’de dış iklimde şemsiyenin ters dönmesi halinde doların yeniden tırmanışa geçmesi borçlulara zor günler yaşatabilir. ABD Merkez Bankası Fed’in bilanço küçültme takvimi netleşti ve faiz artışları küçük dozlarda olsa da başlatıldı. Avrupa Merkez Bankası da aynı doğrultuda hareket ediyor. Bu da Türkiye gibi ülkelere geçici park eden sıcak paranın akışını yavaşlatabilir.

İçeride açılan bol kepçe kredi genişlemesine kefil olan devlet hazinesi, bu anlamda belli bir riski de üstlenmiş oldu. Kredi dönüşlerinde aksama hem banka sistemini hem de Hazine’yi zor duruma sokabilir. 2019’da yapılacak yerel, parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 2018’e alınması ihtimalinden de söz ediliyor. Bu, enflasyon başta olmak üzere yüksek cari açık ve bütçe açığını göze alarak büyümede ısrar eden bir ekonomik politikayı getirirse tüm dengeler daha da bozulabilir.

Written by Mustafa Sönmez