Daha iki hafta öncesinde ABD ile ilişkileri düzeltmek üzere adımlar atan, Almanya ile yakınlaşmak isteyen AKP rejimi tam “rotayı Batı’ya çevirdi” derken yeniden anti-Amerikan bir dil tutturdu, Batı’ya yeniden mesafe koyan bir fotoğraf vermeye başladı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, damadı Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın Amerikan McKinsey firması ile imzaladığı danışmanlık anlaşmasını tanımadığını ilan etti ve seçmene yine Amerikan karşıtı bir dille seslenerek “Biz, bize yeteriz” demeye başladı.

AKP rejiminin bu gelgitleri, rejimin karşı karşıya bulunduğu ekonomik ve siyasi sıkışmışlıktan kaynaklanıyor.

Ağır bir borç yükü altında TL’nin çok hızlı değer kaybı ile enflasyonun yüzde 25’lere ulaşması, yüksek işsizlik ve artan durgunluk seçmen kitlesinde de büyük homurtulara neden oldu ve ekonomide rejim sıkıştı. Çember her geçen gün daralıyor, manevra alanı hızla küçülüyor.

Ancak — ikna edebildiği takdirde — IMF’den kemer sıkma programı karşılığı olarak kaynak bulabilecek kadar sıkışan AKP rejimi, politik daralmayı da aynı anda yaşıyor. Ekonomideki sıkışma mart 2019’da yapılacak yerel seçimler konusunda Saray’ın uykularını kaçırıyor. Krizin yüksek enflasyon, yüksek işsizlik ve hızlı yoksullaştıran sonuçları, uzun yıllardır AKP’ye oy verenler dâhil her türlü seçmeni derinden etkiliyor ve AKP’ye karşı şikâyetleri artırıyor. Bu da ekonomik olduğu kadar politik bir sıkışmayı getiriyor.

Bu ekonomik ve siyasi sıkışmışlık altında krizle baş edebilmek için içilmesi gereken acı reçeteleri erteleyip yerel seçime kadar “top çevirmek,” ciddi önlemler almak yerine seçmeni oyalayan, çöpleri Hazine üstünden halı altına süpürmeyi tercih eden, firmaların, özellikle AKP’ye yakın olanların yükünü bankalara yıkmaya çalışan adımlarla vakit kazanmaya çalışmak rejimin yeni rotasını oluşturuyor.

Saray rejimini, örneği son bir ay içinde görüldüğü gibi sık sık rota değişikliğine, eksen kaydırmaya iten nedenlerin başında krize giriş var. Erdoğan “kriz” sözcüğünü ağzına almamaya gayret ediyor. Bunun bir “manipülasyon,” Türkiye’ye hazırlanmış bir komplo olduğunu yineleyip duruyor. Oysa IMF de Türkiye’nin krizde olduğunu ifade ediyor.

IMF’nin ekim 2018 Dünya Ekonomik Büyüme raporunda Türkiye’de sert döviz kuru hareketleri yaşanırken enflasyon beklentilerini kırmak için para politikalarını sıkıştırılması gerektiği ifade ediliyor. Banka ve şirket bilançolarındaki bozulmanın altı çizilerek banka denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi ve kriz yönetimi çerçevesinde geliştirilmesi öneriliyor. Bu ifadeyle Türkiye’nin bir ekonomik kriz yaşadığını IMF de telaffuz etmiş oluyor. IMF, Türkiye’nin 2019 büyümesinin yüzde 0.4’le sınırlı kalacağını öngörüyor. Bu tahmin, 2018’in son çeyreği ile 2019’un üçüncü çeyreği arasında ekonominin yüzde 1 ile 2 aralığında küçüleceği demek aynı zamanda. Yüksek enflasyon ile ekonomik daralma ve artacak işsizliğe “stagflasyon” dendiğini ve bunun belalı bir kriz türü olduğunu geçerken yineleyelim.

Saray rejimi kriz realitesi ile yüzleşmek yerine krizi yadsıyan adımlar deniyor ama pek sonuç alamıyor. Dış borç stoku 2018 ortasında 457 milyar dolar olarak açıklanan Türkiye, önümüzdeki 12 ayda vadesi gelen borçlar için 181 milyar dolar bulmak zorunda. Küçülmeyle beraber, azalmaya başlasa da cari açığın finansmanı da en az 40 milyar dolar bulmayı gerektiriyor. Bunlar toplamda en az 220 milyar doları 12 ayda bulmak ya da ayda 18 milyar dolar bulup buluşturmak demek. Ne var ki Türkiye borç para verecek kaynaklar için çok riskli bir ülke. Ülkenin risk primi, yani CDS’i, zaman zaman azalsa da yeniden 400 baz puanın üzerinde ve öteki yükselen ülkelerden ayrışmış durumda, yani para Türkiye için pahalanmış durumda.

Eylül ortalarında gerçekleştirilen 625 baz puanlık TL faizi artışı, yüzde 24,5 enflasyon karşısında hızla anlamsızlaştı. Şimdi Merkez Bankası’nın 25 Ekim’deki rutin toplantısında 300 puan daha artırması yönünde beklentiler yükselmeye başladı. Eylülde artan TL faizleri dolar kurunu çok da geriletmedi. Doların fiyatı 6 TL dolayında. Sert artışlar olmasa da gerileme de yok ve döviz, dalgalanmaya çok eğilimli gibi duruyor.

Rejimin gelgitleri riski artırıyor. Yabancı yatırımcılara güvence olur umuduyla Bakan Albayrak’ın danışmanlık şirketi McKinsey ile yaptığı anlaşma bir hafta geçmeden Erdoğan tarafından reddedildi. Bu yazbozun yabancı para otoritelerinde var olan güvensizliği biraz daha artırdığını söylemeye bile gerek yok.

Yükselen tüketici enflasyonunun önümüzdeki aylarda tempo kaybetmeyeceği ve yıllık yüzde 46’lık üretici enflasyonunun basıncı ile tırmanışını sürdüreceği birçok yorumcu tarafından paylaşılıyor. Ama AKP rejimi, enflasyon gerçeğini de dışsal etkenlere bağlıyor. Spekülatörlerin, aracıların, fırsatçıların enflasyonu tırmandırdığına herkesi inandırmaya çalışıyor. Bu inancın devamı olarak zabıtayı bile harekete geçiren rejim, özel sektör temsilcilerinden de ürettikleri mallarda yüzde 10 fiyat indirimine gitmeleri sözü istedi. Bakan Albayrak alınan bu sözle enflasyonun geriletileceğine inanan bir fantezi ile zaman geçiriyor.

Bu gayretin, esasta enflasyon oranında artırılması gereken ücret, maaş, emekli gelirlerine bir karşı argüman üretmeye dönük olduğu açık. Yıl sonunda artış zamanı gelince muhtemelen şöyle denilecektir: “Gerçekleşmiş yüzde 25 enflasyonu boş verin, 2019 için öngördüğümüz yüzde 16-17 enflasyonu dikkate alacağız, enflasyon aldığımız önlemlerle buralara inecek dolayısıyla bu oranı kabul edin.” Böyle bir dayatmanın, sayıları 19 milyonu bulan çalışan kesime ve sayıları 10 milyonu bulan emeklilere yapılması halinde bunun özellikle mart 2019 seçim sandıklarında bazı siyasi sonuçları olabilir.

Sorun sadece enflasyonun eriteceği reel gelir kaybı değil. İşsizlik de tırmanış halinde. Özellikle işten çıkarmalara karşı bir önlem olmadığı gibi, İşsizlik Sigortası Fonu’nun 125 milyar TL’lik (yaklaşık 21 milyar dolar) varlığının kamu bankalarının açıkları için amaç dışı kullanılmaya başlanması önemli bir homurdanma konusu.

Sandık başına gidecek seçmenler içinde bankalara olan borcunu ödeyemeyen ya da zorlukla ödeyenlerin artacağı da kesin. Bunlar, AKP’yi siyaseten çok sıkıştıran önemli etkenler. Daha sırada bankalara borcunu ödeyemeyen, o nedenle bankalardan fedakârlık isteyen irili ufaklı firmalar var. Bankacılık sisteminin ise ayrı bir himayeye ihtiyacı var. Bütün bu taleplere karşılık eldeki imkânlar sınırlı ve her birine çözüm üretmeye çalışılırken kamu maliyesinin görünen ve görünmeyen açıkları hızla büyüyor.

Sıkışıklık artıyor.

Written by Mustafa Sönmez