Türkiye, zengin tarım ve hayvancılık potansiyeli olan ve yakın yıllara kadar “kendine yeterli tarımı olan ve gıda güvenlik sorunu olmayan” bir ülke olarak tanımlanırken son yıllarda net gıda ithalatçısı durumuna düştü. Örneğin toplam tahıl ürünlerinde 2016-2017 piyasa döneminde yurt içi üretimin yurt içi talebi karşılama derecesi yüzde 97,2 olarak gerçekleşti ve Türkiye net ithalatçı durumuna düştü. Mercimek, nohut, kuru fasulye, arpa, ayçiçeği gibi ürünlerde üretim iç talebi karşılayamadı.

Tarımsal ürün arz açığının da etkisiyle artık her ay açıklanan tüketici enflasyonunda gıda enflasyonu başı çekiyor ve Merkez Bankası dâhil birçok kurum ve otorite, tarımdaki yapısal sorunlar çözüme kavuşturulmadan çift haneli enflasyon sorununun aşılamayacağı noktasında birleşiyor.

Gıdadaki hızlı enflasyon özellikle alt gelir gruplarını sarsıyor, bütçelerinin büyük bir kısmını gıdaya ayırmak zorunda kalıyorlar. Hane halkı bütçe araştırmasının 2017 yılı sonuçlarınagöre hane harcamalarının yüzde 24,7’si konut ve kira harcamalarına ayrılırken ikinci sırayı yüzde 19,7 ile gıda harcamaları aldı. Gıdaya düşük gelirli haneler daha fazla pay ayırmak zorunda. En alttaki yüzde 20’lik grupta yer alan yoksul hane halkları bütçelerinin yüzde 29’unu tek başına gıda giderlerine ayırdılar.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı da olan Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın eylül ortalarında başlattığı “Enflasyonla Topyekûn Mücadele” kampanyasına rağmen ekim ayı tüketici enflasyonu beklentilerin üstüne çıktı ve fiyatlar yüzde 2,67 arttı. Bu artışla birlikte yıllık tüketici enflasyonu yüzde 25,2’yi buldu. Daha ayrıntılı bir analizde, gıda enflasyonunun yıllık yüzde 30’u, onun bir alt dalı olarak taze sebze ve meyvedeki fiyat artışları ise yıllık yüzde 50’yi buldu.

Türkiye 2004 yılından bu yana böyle sert bir enflasyon yaşamamıştı. Ekonomik küçülme ve işsizlik artışına paralel seyreden bu yüksek enflasyonda yapısal bir etken olarak tarımsal ürün arzı yetersizliği ya da “gıda açığı” önemli bir yer tutuyor. Bu durum, Merkez Bankası’nın 2018 Üçüncü Çeyrek raporunda şöyle ifade ediliyor: “Türkiye’de işlenmemiş gıda ürünlerinde zaman zaman ortaya çıkan arz açıklarının ani ve yüksek fiyat artışlarına sebebiyet vermesi asıl itibarıyla yapısal faktörlerden kaynaklanmaktadır. Bu noktada, etkin ve dinamik bir tarımsal üretim planlaması yapılamaması önemli bir yapısal sorun olarak görülmektedir. Üretim planlaması yapılabilmesi için tarımsal istatistik, rekolte tahmini ve erken uyarı sistemi altyapısının güçlendirilmesi gerekmektedir.”

Merkez Bankası tarımdaki yapısal sorunlara parmak basmakla birlikte sorunun kaynağına çok inmeden, aracı kârlarına odaklanıyor ve şöyle diyor: “Dönemsel arz açıklarına yol açan bir diğer yapısal sorun da özellikle yaş sebze ürünlerinde tarla-sera-tarla geçişlerinin iyi idare edilememesidir. Söz konusu geçişler kısa süreli de olsa arz açıklarına yol açmakta ve piyasada hüküm süren aracılara fiyat spekülasyonu yapma ve aşırı kazanç sağlama imkânı getirmektedir.”

Aracıların spekülatif kârlarının elbette önüne geçilmeli ama tarımda öncelikle öne çıkarılması gereken üreticinin tarımdan uzaklaşmış olması, tarımın milli gelirdeki payının hızla azalmasıdır. Bu pay, 1998’de yüzde 10 iken 2017’de yüzde 6’ya kadar indi.

Önemli bir tarım ve hayvancılık potansiyeli olan Türkiye’de tarımın gerilemesinde 1980’lerde ve 1990’larda uygulanan yanlış politikalar etkili oldu. 1980 öncesi dönemde tarıma önemli destekleri olan kamu kuruluşlarının Hazine’ye yük oluşturduğu gerekçesiyle özelleştirilmesi tarımı önemli bir destekten mahrum bıraktı. Bunun yanında tarımsal destekleme alımlarının yine merkezi bütçe açıklarında etkili olduğu savı ile desteklerin azaltılması tarımı zayıflattı. 18 Nisan 2006 tarihinde kabul edilen Tarım Kanunu ile çiftçiye destek yasal güvenceye alınmış gibi oldu ama uygulama farklı seyretti. Yasada, “Bütçeden ayrılacak kaynak, gayri safi milli hasılanın yüzde birinden az olamaz” denilmesine karşın çiftçi örgütü Türkiye Ziraat Odaları Birliği’ne göre uygulamada destekler milli gelirin ancak yüzde 0,56’sında kaldı.

Desteklerin azalması ile birlikte tarım ürünleri sanayi ürünlerinin hep altında seyretti. Bu da tarımı önemli bir nüfus için geçim alanı olmaktan çıkardı. Tarımsal üretimi gerçekleştiren çiftçi sayısı hızla azaldı. 2000’de 21,5 milyon olan istihdam içinde tarımsal istihdam 7,7 milyon ile yüzde 36’ya yakın bir büyüklüğe sahipti. 2018’e gelindiğinde istihdam 29,2 milyona çıktı ama tarımın toplamdaki payı yüzde 19,5’e geriledi. Başka bir ifadeyle, tarımdaki istihdam 17 yılda 2 milyon azalarak 5,7 milyona geriledi.

Çiftçi yüksek girdi maliyetleri nedeniyle üretim yapmakta zorlanıyor. Çiftçi ürettiği ürünün maliyeti ile fiyatı karşılaştırdığında çoğu zaman para kazanamadığı için zarar ediyor ve zarar ettiği için tarımdan çıkıyor. Kırsalda yaşlanan nüfus ve üretimsizlik, tarımsal alanların ciddi oranda boş kalmasına neden olduğu gibi tarım alanları, özellikle kent merkezlerine yakın olanlar konut ve ticari yapı arsasına dönüştü. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) tarım verilerine göre toplam tarım alanları 2001 yılında 41 milyon hektar iken 2017 yılında 38 milyon hektara geriledi. Tarım alanının bu kadar kısa sürede 3 milyon hektar ya da yüzde 7,3 oranında azalması dikkat çekici. Tarım alanlarının ancak üçte birinde sulu tarım yapılması ise tarımın bir diğer önemli sorunu.

Türkiye temel girdilerden mazot, gübre, tohum, zirai ilaçta dışa bağımlı. Bu girdilerin dövizdeki artışa bağlı olarak fiyatı sürekli artıyor. Ayrıca bu girdiler üzerindeki yüksek vergiler çiftçiye ağır geliyor. Hayvancılıkta da girdilerin önemli bölümü ithalatla karşılanıyor. Hayvancılık yapmak için gerekli olan hayvan materyali büyük oranda ithalatla karşılanıyor. Süt hayvancılığı yapılacaksa damızlık, besicilik yapılacaksa besilik dana ithal ediliyor.

Mera alanları daralıyor, ot verimi düşük. Fabrika yemine dayalı hayvancılığın benimsenmesi nedeniyle yem ham maddesinin yüzde 50’den fazlası ithalatla karşılanıyor. Yem sanayinin en önemli girdilerini oluşturan arpanın yeterlilik derecesi yüzde 89, mısırın ise yüzde 88. Bu da yemde ithalata başvurulmasını gerektiriyor.

Hem bitkisel hem de hayvansal üretimde girdi bazındaki dışa bağımlılık üretimi olumsuz etkiliyor, çiftçiyi üretimden uzaklaştırıyor.

Özetle yıllardır uygulanan tarım ve dış ticaret politikaları tarım ve hayvancılıkta üretimden çok ithalata yaradı. Bu da gıda-tarım arz açığını, dolayısıyla fiyat artışlarını getirdi ve gıda enflasyonu hızla arttı. Tarımın yapısal sorunlarına çözüm bulunmadıkça gıda enflasyonunun sertleşeceği açıkça görülüyor.

Written by Mustafa Sönmez