‘Büyümede Morarma’yı İlan Günü…
Bundan 1 yıl önce, 2 Nisan 2012’de, ekonomide 2011’in büyüme verisi yüzde 8,5 olarak açıklanırken …
Kaçak Saray’dakinin ağırlaştırılmış müebbet hapis korkusuyla yeltendiği çılgınlıklardan biri, Suriye Kürt siyaseti PYD’ye saldırma planı. Sınırda Barzani’yi komşu kabul edenler, nedense PYD’yi edemiyorlar!… Yandaş gazeteler PYD’nin DAEŞ’ten (IŞİD) daha tehlikeli olduğunu ilan ediyorlar… Nedir yeni cinnet planı? RTE, orduyu Suriye’ye sokup
erken seçime mi gitmek istiyor?.. Ya da bunun için bir AKP-MHP koalisyonunu mu zorluyor? Ama Bahçeli, dolduruşa gelip bu “şerefe ortaklık” için koalisyona evet dese bile Saray’ı Çankaya’ya gönderme, Bilal’i yargıya çıkarma vaatlerinden geri duramaz. Durursa, kaybeder. AKP-MHP koalisyon planı hiç kolay değil.
RTE’ye dokunmamak
Kaçak Saray’da üretilen cinnet planlarından gözü yılanlar, tez elden bir AKP-CHP koalisyonunu kotarıp ilkesiz, omurgasız bir araya gelişle, çılgınlıkları önlemenin çabasındalar. Hatta bu konuda istenen her tür tavizi vermeye de yatkınlar. En başta da RTE’ye dokunulmayacağı taahhüdü…
AKP-CHP koalisyonunu, başta ABD’nin, TÜSİAD’ın ve öteki sermaye çevrelerinin oyun planı olmaktan çıkarıp “tek ve en akılcı çözüm” diye pişirmeye yeltenenlerin arasına her gün birkaç “sol liberal, yetmez ama evetçi “ de katılıyor, bu teslimiyetçi , sefil yaklaşım bir kampanyaya dönüştürülmek isteniyor ve HDP da yavaş yavaş bu oyuna dahil ediliyor.
Bu sol liberal kampanyadan birkaç örnek verelim; Yazarların ortak söylemi RTE’ye dokunulmaması, “öç duygusu” ile yaklaşılmaması….
Cumhuriyet yazarları
Cumhuriyet’in yazarları Ahmet İnsel ile Nuray Mert bir gün arayla yazdıkları yazılarda bunun altını çizdiler. İnsel, 18 Haziran tarihli, “Sorumluluk CHP ve MHP’nin Sırtında” başlıklı yazısında şöyle diyordu; “7 Haziran sonrası oluşan siyasal güç dengesi ve yeniden ön plana çıkan parlamenter demokrasi olanakları, Erdoğan ve AKP hükümetinin demokratik hukuk devleti alanında açtığı bazı yıkımları öncelikle tamir etmeye izin veriyor… Ancak bu noktada yatan tehlike, Erdoğan ve AKP yönetiminden hesap sormanın önümüzdeki dönemde CHP, MHP ve HDP saflarında ve seçmen tabanında asli beklenti haline gelmesidir. Hesap sormak ancak hukuk devleti ayakları üzerine yeniden oturtulup, demokratik ilkeler yeniden egemen kılınınca sağlıklı biçimde yapılabilecek bir iştir. Aksi durum hesap sormaya değil, öç almaya işi götürür. Öç almak siyasal bir eylem değildir. CHP, MHP ve HDP gruplarının oluşturduğu Meclis çoğunluğunun sırtında, Erdoğan ve Davutoğlu hükümetleri ve fiili başkanlık sevdasına kapılan son cumhurbaşkanının büyük tahribata uğrattıkları demokratik hukuk devletinin kurum ve kurallarını hızla tamir etme, ayakları üzerine dikme sorumluluğu var.”
Hukuk devletini RTE’ye dokunmadan yeniden inşa etme, barışı öne alma önerisi ertesi gün Nuray Mert’ten geldi; 19 Haziran tarihli Cumhuriyet’te “Çare Siyasi Restorasyon, Büyük Uzlaşma” başlıklı yazısında Nuray Mert’in cümleleri şöyleydi; “Olur olmaz bilemem, ama AK Parti’nin, Kürtler ile barışı da, “Türkler ile barışı” da birinci gündem haline getirmesi gerekiyor. Zira başta Cumhurbaşkanı, AK Parti’nin, toplumun düşman ilan ettiği kesimleri ile barış süreci başlatması gerekiyor. Bu çerçevede, muhalefet çevrelerinin de Erdoğan’ı “Lahey”e veya “hapse gönderme” aklından caymasında fayda var.”
Diğerleri
İnsel ve Mert’i, ertesi gün aynı “camia”dan Ali Bayramoğlu izledi. 20 Haziran tarihli Yeni Şafak’taki köşesinde “Ak Parti-CHP Koalisyonunun koşulları” başlıklı yazısında Bayramoğlu koşulların başına şu cümleyi koyuyordu; “ 1. CHP hesap sorma, bedel ödetme arayışını bir takıntı haline getirmekten uzaklaşmalıdır. 2. Yine CHP başbakanlık ya da dönüşümlü başbakanlık gibi işi imkansıza koşan irrasyonel koşullardan vazgeçmelidir. 3. Yolsuzluklar konusunda AK Parti tavrını değiştirmelidir. Bu çerçevede AK Parti’nin de gündeminde olan şeffaflık yasası üzerine açık ve 4 bakanın yüce divana gönderilmesi üzerine zımni bir mutabakat oluşturulabilir. Bu husus koalisyon protokolünde yer almazsa bile gündeme getirilmesinin koalisyonu etkilemeyeceği konusunda anlaşılabilir.”
“RTE’yi kurtarma” hamlesini en erken yapan Oral Çalışlar’ın da hakkını yememek gerek. O daha 12 Haziran’da Radikal’de aynı şeyleri savunuyordu.
Kürt zokası
RTE’yi yolsuzluk soruşturmalarından vareste tutma sözü ile koalisyon bina etmeye soyunan liberaller, hukuksuzlukları , yolsuzlukları soruşturmaktan çok, koalisyonun öncelikli meseleleri arasına “Kürt sorunu”nu yazmayı ihmal etmiyor, bu köylü kurnazlığı ile HDP’ye de göz kırpıyorlar. Ahlaksız teklif şu aslında : RTE’nin, dolayısıyla yolsuzlukların yakasını bırakmaya, buna karşılık “çözüm”ü almaya ne dersin, dostum?
Hukuku yeniden hakim kılmak, şeffaflık, barış, yolsuzlukları soruşturmak…İyi de, bütün bunlara girişirken işin ucu RTE’ye dokunuyorsa (ki, dokunmaması ne mümkün!) oraya kırmızı çizgi çekmek mi öneriliyor? Kanun önünde herkesin eşit olması ilkesine ne oldu? Bu nasıl bir ahlaktır, nasıl bir tutarlılıktır? Bu, tarafsız, bağımsız yargıya yön vermek, hem de AKP’lilerin yaptığını yapmak değilse, nedir?
Bakalım, CHP ve dahi HDP, sermayeden sonra liberallerin uzattıkları bu zokayı yutacaklar mı? RTE’nin cinnet tehditlerine pabuç bırakacaklar mı? Bakalım, omurgasız sermayeye, “Yetmez ama evet” ihanetini unutturduklarını sanan liberallere de hadleri bildirilerek , halkın beklediği Ak faşizmden hesap sorma göze alınabilecek mi…