2020 İstanbul Olimpiyatları tuzağının farkında mıyız?
Geri sayım hızlandı. 7 Eylül’de karar verilecek. 2020 olimpiyatları için İstanbul, Madrit ve Tokyo ile…
Dünyanın gelmiş geçmiş en flaş futbol takımı Barselona üstünden Katalunya, Katalunya üstünden İspanya, derken Kürt sorunu konuşmaya başladık. 7 Ekim tarihli köşesinde Deniz Kavukçuoğlu’nun “Barselona İzlenimleri” ne, Ali Sirmen, 11 Ekim tarihli köşesinde yorum getirdi,konuyu Kürt meselesine bağlayarak… İyi de oldu. Böylece bu gazetede Kürt sorunu,demokratik özerklik gibi temaları yazıp çizerken yaşadığım yalnızlık duygusu dağılmaya başlıyor.
Deniz abinin yazısı, daha çok izlenim ve enformasyon ağırlıklı. Türkiye’de Kürt sorununa çözüm ararken belki de en çok ders çıkaracağımız örnektir İspanya. Büyük oğlum Nehir(31), bilgisayar mühendisliği ile ilgili doktorasını Barselona’da tamamladı ve orada yaşıyor. Bu vesile ile orada olan bitenleri biraz daha yakından görme, izleme ve dinleme şansım oluyor. İspanya’nın 3 bölgesinde etnik sorun baskın; Bask ülkesi, Katalunya ve Galiçya. Bu sonuncusu,hemen Portekiz’in kuzeyinde, diğerlerinin daha gölgesinde kalmış …Bizden farklı olarak Bask ülkesi ile Katalunya, İspanya’nın en zengin bölgeleri. Basklıların kişi başına geliri 32 bin Avro ile İspanya ortalamasının yüzde 33 üstünde.Katalunya’nın da kişi başına geliri 28 bin Avro ve ortalamanın yüzde 20 üstünde. Ekonomik gelişmişlik, hem Bask ülkesinde hem de Katalunya’da nüfusu bir arada tutmuş, İspanya’nın diğer yerlerine göç vermek yerine, göç almışlar. Öyle ki, bugün Katalunya’da resmi dil olarak hem Katalanca hem İspanyolca kullanılırken, yapılan son demografik sayımda 15 yaş nüfusun yaklaşık yüzde 40’ı resmi dil olarak Katalancayı, yüzde 55 ise İspanyolcayı kullandığını açıklamış (Institut d’Estadística de Catalunya). Bu nüfus homojenliği ve ekonomik gelişmişlik hem Bask hem Katalunya bölgelerinde, özerklikten de öte, bağımsız devlet olma projelerini hep canlı tuttu,ancak Madrit, kah tavizlerle kah baskı ile buna izin vermedi bugüne kadar. Özerkleşme taleplerine çözüm 1978 tarihli Anayasa’da bulundu ve sadece özerklik talebindeki bu iki bölgeye değil, tüm İspanya’ya demokratik özerklik tanıyan bir düzenlemeye gidildi, adına da “Café para todos” (Herkese kahve) denildi. Böylece 17 özerk bölge ve 5 özerk ilden oluşan bir yönetim biçimiyle yönetilegeldi İspanya bugüne kadar. Merkezin yetki ve sorumlulukları belirlendikten sonra, yerele bırakılan yetki ve sorumluluklar da birer “statü” ile tanımlandı.
***
Özerk bölgeli İspanya’da sistemin oturması ve işlerlik kazanması, AB’ye tam üyelik sonrası hızlandı.Ekonomik refah artıp cepler para gördükçe kimse kimseye ilişmedi pek.Ama 2008 krizi ile birlikte şimdi işler değişiyor. Ülkenin kendi içinde bizdeki kadar olmasa da bölgesel dengesizlik ciddi sorun. Ülkenin kuzeyindeki bölgeler Bask ülkesi, bitişiğindeki Navara, Madrit ve Katalunya, bizim İstanbul ve çevresine benzerken güneydeki Murcia,Castilla-La Mancha ve Endülüs’ün kişi başına gelirleri ülke ortalamasının dörtte üçü kadar. Dolayısıyla, merkeze aktarılan vergilerin çoğu Kuzey’den geliyor ama sosyal devlet olma gereği, Güney’e kaynak aktarılıyor.Böylesi kriz dönemlerinde, herkes sıkıntıdan nasibini almaya başlayınca ,”Nereye gidiyor bizim vergiler?” sorusu yüksek sesle sorulmaya başlar,derken bağımsızlaşma sesleri yükselir. İspanya’da da tuzu görece kuru olanlar, gemiyi terk etme arayışında.Ama, bu sanıldığı kadar kolay değil. Madrit’in bu tür eğilimleri yatıştırmaya gideceği, kaldı ki Katalunya’nın kendi içinde de ayrılma yanlılarının çoğalmayacağı söylenebilir.
***
Ali Sirmen ise yazısında şöyle diyor, “Bilinen odur ki etnik talepler bir kez yeşerdi mi, ekonomik durumun düzeltilmesi, demokratik hakların verilmesi, ilk başta nihai bir talepmiş gibi görünen anadilde eğitim, demokratik özerklik gibi ayrıcalıklar (dilerseniz haklar deyin) bağımsızlık isteklerini durdurmuyor illa ki. Bütün bunların tanınması da bağımsızlık taleplerini engelleyemeyebiliyor(….) bu gerçeğin hatırlatılması, tabii ki Kürtlerin varlıklarının inkârı ve asimilasyon politikasının sürmesini tavsiye anlamı da taşımıyor. Yine gereken yapılmalı, ama bu arada gerçeğin ne olduğu da iyi bilinmeli!…”
Burada, Kürt siyasetinin, belli talepleri karşılandıktan sonra, günün birinde bağımsızlığı gündemlerine alıp ülkeyi bölmeyeceklerine dair “kefil” olacak halimiz yok elbette. Ama, şunu hatırlatmamıza izin verilsin; Türkiye Kürtleri, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü koruyarak birlikte yaşamaya mahkumdurlar. Onları bu topraklara mecbur kılan Türkiye’deki demografik,sosyal,kültürel ve ekonomik realitedir. Türkiye’deki Kürtler, Katalanlar ya da Basklılar gibi bir coğrafyada homojen bir nüfus olarak yaşamıyorlar. Hele ki refah içinde hiç yaşamıyorlar. Nüfusları da sermayeleri de Batı illerine göç etmiş durumda. Sadece 13 milyonluk İstanbul’da, Doğulu nüfus 3.5 milyon. Yani İstanbul’un dörtte biri. Oran, Adana ve Mersin için de aynı. İzmir, Kocaeli ve Yalova’da yüzde 20 (Kaynak: TÜİK,Adrese Dayalı Nüfus Sayımı). Kürtler de bunun farkındalar ve tüm istekleri bu “mahkumiyeti” eşit yurttaşlar olarak yaşamak.
Kırılamayan yanlış bir algı da şu;Demokratik özerklik sadece Kürt siyasetinin, Türkiye’nin belli bir bölgesi için istediği bir yönetim biçimi değil, Türkiye’nin tümünü kucaklayacak yepyeni bir yerinden yönetim reformudur. Bu, sadece Kürt siyasetinin değil, tüm demokrasiden, katılımdan,özgürlüklerden yana olan siyasetlerin ortak talebi olmalıdır. Keşke CHP de bu yönetim biçimi üstüne biraz kafa yorup, Türkiye genelini ilgilendiren tüm sorunların çözümünde bu öneriden nasıl yararlanabileceği üzerine çalışsa. İspanya’da 1978 Anayasası ile özerk bölge sistemine geçişin formülasyonu ve icraatına en büyük katkıyı sosyal demokrat partiler yaptı. CHP niye yapmasın? Bütün ihtiyacımız olan şey, önyargılardan arınmak, Türkiye gerçeğine ve çözüm önerilerine biraz daha cesaretle , bölünme-parçalanma kaygılarına kapılmadan yaklaşabilmek…Zor mu?