Sanayi dalgalı, bankalar gamsız…
Ekonominin geleceği ile ilgili taşınan kaygılar sektörden sektöre değişiklik gösteriyor. Hatta büyükten küçüğe de farklılık…
Cumhuriyet’in 90’ncı yılındayız. Geride kalan 90 yılın AKP’li 10 yılını, eldeki büyük fotoğraftan iyi okuyabiliyor muyuz? Ne yazık ki, hayır. Son 10 yılın, diğer on yıllardan farkını anlamak için öncelikle Türkiye’nin dünya kapitalizmi ile ilişkisine bakmak gerekiyor. Bunu yapabilmek, AKP rejiminin ‘hikmetini’, değişen siyaseti, kentleri, sınıfsal yapıları, dinden diplomasiye tüm değişimleri anlamayı da kolaylaştırır.
Cumhuriyetin ilk 10 yılında iç iklim, dış dünyanın etkisindeydi. Yeni Cumhuriyet,Osmanlı’dan miras ekonomik ilişkilere dokunmamıştı. Devletçilik ve 2.Savaş’ın bitişine kadar olan dönem ise, dışa-zorunluluk ile bilinçlilik karışımı bir tercihle- kapalı ve ona bağlı olarak ekonomisi, siyaseti ile içe dönük, farklı bir devirdi. 1950’lerden 1980’lere olan dönem, içe dönük görünür ama döneme yön veren, IMF, Dünya Bankası gibi kurumlarla, dış dinamiklerdi.
1980, doksan yıllık tarihimizde yeni bir kilometretaşıdır. O güne kadar görülmedik ölçüde mal ve sermaye girişine kapıları açmanın miladıdır …Bir ülkeye mal(ve hizmet) , özellikle de sermaye girişinin boyutları, o ülkenin tüm kaderini şekillendirir. Marks’ın, sermaye için “bir ilişki” ifadesi burada daha iyi anlaşılır. Sermaye, sikletine göre, girdiği her coğrafyayı kendi huyuna suyuna uydurur, hayat tarzlarını değiştirir, baştan aşağı yeniden şekillendirir.
Adına “küreselleşme” denilen, aslı ise, sermaye girişinin tüm dünya coğrafyalarına derinlemesine nüfuz etmesi ve dünya işbölümünü yeniden düzenleyip rol dağıtması olan yeni emperyalizm, Türkiye’ye de yeni roller sundu. Ülkeye mal girişi katlanarak hızlanırken sermaye girişi, önceki dönemlerin toplamını birkaç kez katladı. Ama 1980 sonrası yılların da alt dönemleri var. Özellikle 2002’nin yeni bir kırılma yılı olduğunu görmek gerekiyor. 1984-2001 döneminde Türkiye’ye net mal ve hizmet satışı 36 milyar dolar iken 2002-2012 döneminde 7 kat artarak 281,5 milyar dolara çıktı. Çoğu ABD ve AB’li çokuluslu şirketlerin bu mal satışlarının iki gömlek üstünde olanı ve patlama yapanı, yine onlara ait “sermaye girişi”dir. 1980’lerin başından 2002’ye kadar 65 milyar doları ancak bulan sermaye girişi, 2002 sonrası 484 milyar dolara çıkarak 6 kat artış gösterdi.
Kaynak:TCMB, ödemeler dengesi veri tabanı.(*)2012,10 aylık
Doğrudan yabancı sermaye, borsaya,devlet kağıtlarına sıcak para yatırımı ve banka kredileri biçimindeki bu sermaye girişi (ihracı), 2002 sonrasının yıllık ortalama yüzde 5-6’yı bulan büyümesinin ana rüzgarı oldu. Sermayenin bir kısmı, KİT’leri, yerli bankaları almak için geldi.
***
2002 sonrasını “yeni bir dönem” yapan temelde ekonomidir, dışarıdan yoğun mal ve sermaye girişine imkan tanıyan iklim değişimidir. Dışarının ilgisinin hikmetini AKP’de aramak, dünyayı, tarihi okuyamamak; ağaçlardan ormanı görememektir. Dünya kapitalizmi ile bütünleşmede hem niceliksel, hem niteliksel bir sıçrama momentumu olan bu dönemi hazırlayan iç ve dış etkenlerden söz etmeliyiz. İç etken, sermaye girişine yol açma,onun iştahını kabartma hazırlığıydı. 1990’larda başlamıştı ama 2001 krizi sonrası Derviş-IMF işbirliğinde radikal operasyonlarla tamamlandı. Dış etken ise 2008 krizi öncesinin likidite bolluğuydu. Küresel sermaye zaten her yere gidiyordu, Türkiye’ye de geldi. Bu yoğun sermaye akışı ve patlayan mal satışı, 2008-2009 krizinde aksadı ama burada AKP, devraldığı “rektifiye edilmiş ekonomik mirası” kullanarak dümen tutmayı bildi, sermaye akışını yeniden sağladı. 2010 ve 2011’in yüksek büyümesinin ardından ise 2012 “çakılma” yılı oldu. Devamında, iç talebin dibi kazınarak yol almak istenecek. Sermaye, henüz girişte nazlanmıyor. Çünkü, küresel kriz nedeniyle gidecek fazla yer yok, risk alarak geliyor. AKP de borç dağları yaratmış bu sermaye girişinin altında kalmamanın formülünü arıyor, risk alıyor, ter döküyor. Riskler, tehditler, uyku kaçırıyor. Bunları, izleyen yazıya bırakıyorum.