Bilimsel düşüncenin güdük kaldığı  bizim gibi ülkelerde, toplumsal gelişmeleri,olguları değerlendirmede tek boyutluluk, ifrata vardırmak, abartmak sık karşılaşılan bir zaaf. Süreçleri bütün cepheleriyle görememek, etki eden değişkenlerin birbirleriyle ilişkilerini kuramamak, en önemlisi her madalyonun bir de öteki yüzü olduğunu anlayamamak, olan biteni sağlıklı teşhisi zorlaştırıyor, zayıflatıyor. Doğru olmayan teşhis, doğru tedaviyi de getirmiyor elbette.

Bir süredir dillere pelesenk edilen Fitch,S&P,Moody’s gibi  derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’ye verdikleri notlara atfedilen önemde de aynı şeyleri gözlemek mümkün. O hale getirildi ki, sanki bu kuruluşların kredi notunu sabit tutması, ya da artırması ülkenin kaderine hükmeden tek değişken. Bunda Zafer Çağlayan türü  , devlet adamlığı kapasitesi çok düşük figürlerin medyada yer bulan demeçlerinin de payı var. Kredi notunu artırmadı diye bir kuruluşa küfüre yakın sözler sarf ederek prim derdine düşen böyle figürlerin notun artırılması karşısında da zil çalıp oynaması gerekiyor.

Oysa ne o, ne öteki. Sanıldığı kadar can alıcı, bir ülke kaderini etkileyen şeyler değildir derecelendirme kuruluşu notları.  Türkiye düne kadar, BB+ notu ile  Kosta Rika, Guatemala,Uruguay , Macaristan ve Filipinler ile aynı kategoride idi. Notu bir kademe artırılarak BBB-’ye çıkarıldı. Peki çıkarılınca, ne oldu, ne olacak ? Bu kez Fas, Hindistan, bazı Balkan ülkeleri ve kardeş Azerbaycan ile aynı kümeye çıkmış oldu. Ama, hala yukarıdaki kabaca 4  kümenin altında.

***

Deniliyor ki, Türkiye 1994’ten bu yana bu yeni kümeye sokulmamış. Peki, sokulmadı da yatırımcı mı , dış kaynak mı gelmedi? Hayır, özellikle 2001 krizinin ardından IMF-Kemal Derviş işbirliğinin ağır bankacılık ve bütçe operasyonlarının ardından , dış dünyadaki likidite bolluğunun da etkisiyle yatırımlar,dış kaynaklar Türkiye’den eksik olmadı. Not, BB+’da iken bile dış yatırımcı gelmekten uzak durmadı. Notu bir kademe artırılmış ülkeye, belki daha az nazlanarak, biraz daha iştahla, dolayısıyla faiz beklentisini biraz esneterek gelir, o kadar.

Asıl önemli olan dış yatırımcının, dış kaynağın gelip gelmemesi değil. Önemli olan,  geliyor da ne oluyor, sorusu.

Dış yatırımcının, dış kaynağın fazlası da zarar, eksiği de. Önemli olan, doğru yabancı kaynağı,doğru miktarda çekip ondan azami faydayı sağlamak. Türkiye, AKP iktidarları döneminde toplam 330 milyar dolar döviz açığı vermiş, ama bu açık ihtiyacın üstünde dış kaynak girişi ile finanse edilmiş, hatta ihtiyacın yüzde 22 üstüne çıkmış. Burada önemli olan gelen dış kaynağın kalitesi.

Bugüne kadarki deneyim gösteriyor ki, yabancı kaynak Türkiye’nin asıl ihtiyacı olan doğrudan yeni yatırımlara gelmiyor. Doğrudan yabancı sermaye, yılda ortalama 10 milyar doları geçmiyor. Daha çok da özelleştirilen kuruluşlara ya da özel sektör bankalarını almaya geldi bugüne kadar. Yüzlerce işçiye iş imkanı sağlamış, faaliyet gösterdiği sektörde kapasite kullanımında , ihracatta hissedilir artış sağlamış kaç yabancı sermayeli proje gösterebilirsiniz ?

Sıcak para biçiminde borsaya ve devlet kağıtlarına gelenler AKP döneminde 102 milyar doları geçmiş … Buradaki spekülatif  karlardan ve cazip faizlerden nasipleniyorlar ve  canlarının istediği zaman da çekip gidiyorlar. Bunun yanı sıra daha çok, banka kredileri biçiminde geliyor yabancı kaynak…Özellikle de yerli banka ve şirketlere döviz kredisi veriyor dış yatırımcılar.  Bugün dış borçların üçte ikisi özel sektör borcu. Bunlar da daha çok inşaat-emlak , iletişim,havacılık gibi ağırlıkla iç pazara dönük alanlara dönük yatırımlarda kullanılmış dış kaynaklar.

 

Kullanılan yabancı kaynak, Türkiye’nin cari açık sorununu  hafifletmek yerine onu ağırlaştıracak tarzda kullanıyor. Dış kaynağın bolluğu, döviz kurunu aşağı itiyor, ithalatı ucuzlatıyor, ihracatı caydırıyor,sonuçta döviz açığı oluşturuyor. Büyüyen açık,yeniden ve yeniden borçlanmayı gerektiriyor. Böyle çarpık yönelimler, yeterince istihdam da yaratmıyor. Dolayısıyla, dış yatırım, dış kaynak geliyor gelmesine ama kullanımı, yönelimi öylesine çarpıklıklar yaratıyor ki, bu kaynağın yarattığı negatif etkiler, gürül gürül akmasından çok daha vahim…

Ama bunun muhasebesini yapan nerede?

 

Written by Mustafa Sönmez