Türkiye ekonomisi 2017’nin ikinci çeyreğinde de beklendiği gibi yüzde 5,1 büyüdü. Böylece ilk yarıdaki büyüme yüzde 5,1 olarak gerçekleşti.

Bu sonuç, Orta Vadeli Program’da (OVP) yüzde 4,4 olarak öngörülen 2017 büyümesine kolaylıkla ulaşılabileceğini, hatta bu düzeyin rahatlıkla aşılacağını ortaya koyuyor. IMF’ninyılın başında Türkiye için yüzde 2,5 büyüme öngörüsü yaptığı hatırlanırsa ortaya çıkan büyüme verisinin en çok IMF’yi yanılttığı da söylenebilir.

Büyüme hızı baz etkisiyle temmuz-eylül dönemini oluşturan üçüncü çeyrekte çok daha yüksek oranlara, yüzde 10’un bile üstüne ulaşacak. Geçen yılın üçüncü çeyreğinde 15 Temmuz darbe girişiminin etkisiyle ekonomide yüzde 0,8’lik bir daralma meydana geldiği açıklanmıştı. Bu düşük bazın etkisiyle aralık ayında açıklanacak üçüncü çeyrek büyüme oranının çift haneli olması bekleniyor. Son çeyrekte tempo düşse bile 2017’nin yüzde 5-6 aralığında bir büyüme ile kapatılması tahmin ediliyor.

Yılın ilk yarısında yüzde 5’in üstüne çıkan büyümede iki olağandışı kaldıraçtan söz edilebilir. Bunlardan birincisi küresel sermaye akışının yeniden gelişmekte olan ülkelere dönüyor olmasıyla ilgili. İkinci doping ise özellikle 2017 başından bu yana içeride AKP rejimince olağandışı bir destekten, özellikle de kredi desteğinden kaynaklanıyor.

IMF’ye ait son veriler küresel büyümenin 2017 yılında yüzde 3,5’e ulaşacağını, Türkiye’nin dâhil olduğu çevre ülkelerde de 2017 büyümesinin ortalama yüzde 4,5’i bulacağı şeklinde. Başka bir ifade ile Türkiye’deki büyüme çevre ülkelerde yaşanan büyüme eğiliminden kopuk değil, ayrışmıyor.

Küresel krizin belli bir aşamasından sonra büyük merkez bankaları kendi ekonomilerini canlandırmak amacıyla parasal genişlemeyi göze aldılar. Bugün ortaya çıkan canlanma eğilimlerinde bu genişleme etkin bir rol oynadı. Geçtiğimiz dönemde jeopolitik risklerde gözlenen tırmanma karşısında bu fonların gelişmiş ülkelere akışı yeterince gerçekleşmedi. Bu yılın başından bu yana ise söz konusu risklerin gerilemesi, özellikle de ABD’de Donal Trump’ın iyi olmayan performansının etkisiyle sıcak para yeniden faizleri yüksek olan gelişmekte olan ülkelere ve tabii ki Türkiye’ye doğru akmaya başladı.

Dış yatırımcı, sıcak para, Türkiye’de 2015’te 9 milyar doların üstünde çıkış yapmıştı. Bu çıkıştan kaynaklanan açık, rezervler ve kaynağı belirsiz dövizle kapatılmaya çalışılmıştı. 2016 yılının tamamında sıcak para ancak 1,4 milyar dolarlık net giriş yaptı. Bu kuraklık, dolar kurunu 4 TL’nin sınırına kadar taşıdı. 2017’nin şubat ayından itibaren ise akım ters döndü ve giriş başladı. 8 Eylül’e kadar olan dönemde Türkiye’ye 9,9 milyar dolar sıcak para girişi oldu. Özellikle devlet iç borçlanma senedindeki yüzde 11’i bulan faiz, sıcak parayı çekti.

Sıcak para girişi doların fiyatını 3,50 TL bandının altına doğru çekerek ithalatı, dolayısıyla üretimi yatırımı cazip kılarken içeride AKP rejiminin kredi musluklarını bankalara açtırması artı bir doping etkisi yarattı. Ekonominin ikinci çeyrekte yüzde 5,1 büyümesinde KGF (Kredi Garanti Fonu) destekli krediler önemli bir katkı yaptı. Kredi genişlemesi, 2016’nın haziran ayından 2017’nin haziran ayına kadar 1 trilyon 950 milyar TL’yi geçti ve artış, yüzde 23’ü buldu. Aynı sürede tüketici enflasyonu yüzde 10’lardaydı. Bu, reel kredi genişlemesinin dikkat çekici boyutlara ulaştığını gösteriyor.

İlk yarıdaki yüzde 5,1’lik büyümeye rağmen milli gelirin dolar olarak değeri düşmeye devam ediyor. TÜİK’in yeni hesabıyla 2013 yılında 950 milyar dolara kadar çıkan yıllık toplam GSYİH miktarı, ilk yarı sonunda 834 milyar dolara indi. Kişi başına gelirde de düşüş devam ediyor. 2013’te 12 bin 480 dolara çıkan kişi başına gelir, bu yılın ilk yarısı sonunda 10 bin 520 dolar dolayına indi.

Büyümeye katkının ağırlıkla ihracat ve yatırımlardan geldiği görülüyor. İkinci çeyrekte ihracat yüzde 10.46, yatırımlar yüzde 9.48 büyümüş görünüyor.

İhracatta fiyat indirimleri ile yol alındığı görülüyor. Dış ticaret hadlerinin 2016 ortasından 2017 ortasına yüzde 6 dolayında gerilemesi, Türkiye’nin daha yüksek fiyatla ithalat yapıp daha ucuza sattığını, bu anlamda yoksullaştırıcı bir dış ticaret içinde olduğunu göstermektedir. Bu da yoksullaştırıcı bir büyüme gerçeği demektir.

Yatırımlardaki artışta da dikkate değer bir çarpıklık var. Çünkü yatırımlar yüzde 9,5 artarken makine ve teçhizat yatırımları yüzde 8,6 küçülmüş görünüyor. Makine-teçhizat yatırımları dört çeyrektir sürekli küçülüyor.
Yatırımlar sadece inşaat yatırımları ile büyümüş gibi. Büyük çevre ve doğal varlık imhasıyla eleştirilen inşaat yatırımlarındaki büyüme yüzde 25 ile son 17 çeyreğin en yüksek düzeyine fırlamış durumda.

İnşaat yatırımlarındaki patlamanın daha çok Kamu-Özel Ortaklığı (KÖİ) projelerinden kaynaklandığı söylenebilir. İstanbul’daki üçüncü havaalanı, otoyol, köprü, enerji santrali, şehir hastaneleri projeleri, inşaat yatırımlarını kabarık gösterirken KÖİ projeleri, kimyası itibarıyla kamu yatırımı, kamu harcaması olarak da görünmüyor. Bu kamuflaj, kamunun gerçekte ne tür riskler biriktirdiğini de saklıyor, kötü sürprizler biriktiriyor.

Madalyonun büyüme isimli parıltılı yüzünün arkasında kriz unsurları birikiyor. Bazı kırılganlıklar sürerken, bunlara yenileri de ekleniyor. Yüksek büyümeye yüksek enflasyoneşlik ediyor. Ağustos ayı üretici (sanayici) fiyatlarındaki artış yüzde 17’ye yaklaştı. Özellikle ara mallardaki artışın yüzde 22’yi bulması, önümüzdeki aylarda tüketici enflasyonunu yüzde 10’un altına inmeyeceğinin bir işareti. Yüksek enflasyon, özellikle Cumhurbaşkanı’nın canını sıkan faiz oranlarını indirmeye de engel.

Tarım dışı işsizlik yüzde 13. Bu Türkiye ortalamasına karşılık, işsizlik Güneydoğu’yu kasıp kavuruyor. Mardin ve çevresinin işsizliği yüzde 30’u; Diyarbakır-Şanlıurfa tarım dışı işsizliği yüzde 23’ü geçti. Genç işsizliğinde ise Mardin ve çevresinin genç işsizliği dudak uçuklatmakta, yüzde 38 ile Türkiye ortalaması olan yüzde 21’i çok gerilerde bırakmakta ve alarm vermekte.

Krizden uzaklaşıp büyümeye odaklanma bütçe operasyonlarıyla gerçekleşirken bütçede önemli açıklar baş gösterdi. Bütçe açığı yılın ilk yedi ayında 24 milyar TL’yi geçti. Oysa 2016’nın aynı döneminde bütçe 1,3 milyar TL fazla veriyordu.

Bütçe açığına, kronik döviz, yani cari açık eşlik ediyor. Ekonominin yüzde 5 büyüdüğü ilk yarıda cari açık da 21 milyar dolara yaklaştı. Bu, ilk yarı milli geliri olan 380 milyar dolar ile kıyaslandığında yüzde 5,5 açık demektir ki uluslararası ölçütlere göre oldukça yüksektir ve bütçe açığı ile birlikte çifte açık alarmı vermektedir.

Yüksek enflasyon, işsizlik, yüksek bütçe ve cari açıkla, sıcak para girişine dayalı büyümenin 2017 için değilse de 2018 için sürdürülmesi çok kolay görünmemektedir.

Written by Mustafa Sönmez