Turkey’s tourism sector fears another disastrous year (Al Monitor, April 21, 2021)
An alarming surge in COVID-19 infections in Turkey, coupled with an ongoing gloom in the…
Mustafa Sönmez
Küresel kriz Avrupa’da üst üste iktidar devirdi. Yunanistan, İtalya, derken İspanya…Önceden Portekiz ve İrlanda’da yaşanmıştı iktidar değişiklikleri. Devamı gelir. Krizi “yönetemeyenlerin” iktidardan düşmeleri neredeyse bir kural. Türkiye’nin kriz tarihine bir göz gezdirdiğimizde bunun örneklerini hemen hatırlarız. 1980 krizi ve 24 Ocak kararlarının icraatına nefesi yetmeyen Demirel’i, ABD güdümlü darbeci Evren’in generalleri götürdü. 1994 krizinin acı sonuçları 1995 seçim sandığına yansıdı ve Çiller’in sonu oldu. Yirmiden fazla bankanın batması ve Hazine’nin kucağına bırakılması ile sonuçlanan 2000-2001 krizinde de aynı şey oldu. DSP lideri Ecevit başbakanlığındaki koalisyonun diğer ortakları MHP ile ANAP, 2002 seçimlerinde baraj altında kaldılar, aradan AKP sıyrıldı. Hem de Ecevit’in sağ kolu Derviş’in IMF işbirliği ile uyguladığı acı reçetenin finans ve maliyede yarattığı dikensiz gül bahçesini miras alarak…
AKP iktidarı 2003-2007 döneminin uygun dünya koşullarının sefasını sürmenin yanında IMF’nin neoliberal politikalarından hiç şaşmadı. Bu yönelimi, AKP’ye 2008-2009 krizini “yönetme” imkanı da tanıdı. 2008’de yüzde 6,6 oranında cari açık vermiş olmasına ve bunun etkisiyle sıcak paranın kaçışını önleyememiş olmasına rağmen AKP, 2009 krizini, belli bir bocalamadan sonra yönetmeyi bildi. 2009’da ekonomi yüzde 5’e yakın küçüldü ve işsizlik yüzde 14’e kadar çıktı ama bu durum 2009 sonrası değişti. Sıcak para geri geldi, büyüme çarkları yeniden döndü ve işçiler- yoksullaşmakla beraber – eski işlerine döndüler. Devamında, 2010 büyümesi yüzde 9’a yaklaştı, 2011’inki yüzde 8’e yaklaşacak gibi…Peki nasıl oldu bu? AKP krizi nasıl “yönetti ve yönetiyor?”…Geçen hafta iki yazımda vurguladım: İşin sırrı bütçede…
2008’de kriz yaklaşırken bütçe açığı milli gelirinin yüzde 2’si, kamu borç stoku da milli gelirin yüzde 42’si dolayındaydı. Hükümetin cephanesi elverişliydi. Bu sayede, 2008 ve 2009 boyunca iç talebi genişleten, firmalara vergi , SGK prim kolaylığı gibi sağlanan önlemlerle kriz yumuşatıldı. Yangına bütçeden müdahaleler sonucu, 2009’da bütçe açığı milli gelirin yüzde 6’sına çıktı ama bu oran, sıcak paranın geri dönüşü ile gerçekleşen 2010 ve 2011 büyüme yıllarında, dolaylı vergilerin artışı ile, yeniden yüzde 1,5-2 basamağına çekildi.
***
Gelelim bugüne…Yüzde 10,5’a çıkmış bir cari açık/milli gelir oranı, merkez ve yükselen ülkeler arasında da bir rekor !.. Bu doğru. Ama, bu boyutta dış kaynağa bağımlılığın artması, Türkiye’nin bir kriz konjonktürüne savrulacağı anlamına gelmiyor. Çünkü, açık finanse ediliyor. 2012-2014 dönemine ait Orta Vadeli Program da ortalama yüzde 5’lik büyüme için dış kaynak kullanmayı ve cari açığın yüzde 8’lerden aşağı olmayacağını göze almış durumda. Peki neye güvenerek ? Düşük bütçe açığı ve düşük kamu borç stokuna güvenerek. Dış yatırımcılar,sıcak para, bu göstergenin cazibesiyle ve tabii, sunduğu cazip faiz getirileriyle cari açığı finanse ediyorlar.
Güçlü bütçe, AKP iktidarına, kurun seviyesini, faiz hadlerine müdahale, enflasyonla mücadele, hatta işsizliği törpüleme, kısaca tüm anomalilere ayar çekme konusunda kolaylık sağlıyor.
Denk bütçenin sürdürülebilirliğinin topluma ağır yükler bindirerek mümkün olması ise, bu bahiste, AKP için “teferruat”…AKP’nin krizi “yönetme” becerisi, ağır vergi yüklerini toplumun alt-orta kesimlerine yıkmasıyla, özelleştirmeleri fütursuzca yapmasına ve devleti yatırımdan, istihdamdan, tarıma, yoksula destekten uzak tutmasıyla gerçekleşiyor. Buna başta CHP’den olmak üzere etkili bir muhalefet gelmeyince, AKP, krizi keyfince yönetmeye devam ediyor…