2008 Buhranından 21. Yüzyıl Sosyalizmine
Bu kriz herkese öğretecek ki, bu çürüyen kapitalizme mahkum değiliz, başka bir dünya, başka bir…
Mustafa Sönmez
Küresel kapitalizm, son 30-40 yılda hızlı bir büyüme süreci yaşadıktan sonra 2008-2009 büyük krizine yakalandı. 1973’te yaşadığı petrol çalkantısının ardından dünya kapitalizmi büyümesini sürdürürken kullandığı enerji hem devasa artış gösterdi hem de bileşimi değişti. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) verilerine göre, 1973’te dünyanın 6.115 milyon Ton Petrol Eşdeğeri(TPE) büyüklüğündeki enerji arzı (tüketim+stok) 2008 yılına gelindiğinde 12.267 milyon TPE’ye çıktı ve artışı yüzde 100’ü geçti.
Enerji arzındaki bu devasa artışla birlikte kaynakların ağırlığı da değişti. Ham petrolün, fiyatındaki artışla da ilgili olarak, enerji arzındaki payı yüzde 46’dan yüzde 33’e geriledi. Buna karşılık kömürün, doğal gazın ama özellikle nükleerin payı arttı. Nükleerin enerji arzında 1973’te yüzde 1’i bulmayan payı 2008’e geldiğinde yüzde 6’ya yaklaştı.
Kaynak: Key World Energy Statistics,2010,IEA
Elektrik üretiminde önem taşıyan nükleerin payı, 2008 itibariyle dünya çapında yüzde 13,5 dolayında. Nükleer, özellikle bazı ülkeler için hayati öneme sahip.Yine IEA’nın verilerine göre, bugün elektrikte nükleerin payı Fransa’da yüzde 77, Ukrayna’da yüzde 47, İsveç’te yüzde 43, G.Kore’de yüzde 34, Japonya’da yüzde 24, Almanya’da yüzde 23,5, ABD’de yüzde 19,3, Rusya’da yüzde 15,7, Çin’de ise yüzde 2. Burada daha önemli olan, nükleerin bugünkü boyutundan çok, gelişme hızıdır.
***
Kapitalizm, kar oranlarının düşme ve krize girme eğilimine karşı hep “karşı-eğilimler” üretir. Karlılığı belli bir düzeyde tutmaya yarayacak, kapitalizmin sürdürülebilirliğini sağlayacak önlemler… Taşıdığı hayati risklere rağmen nükleer santral ile elektrik üretmek de bunlardan biri. Ama, son Japonya felaketi, küresel kapitalizme nasıl bir tehlike eşiğine gelindiğini de öğretmiş olmalı. Kar ve sermaye birikimi için insanlığı, her yönden istismar eden, suyu, havayı kirleten kapitalizm, doğanın dengesine, kimyasına da müdahil olmada kantarın topuzunu kaçırınca dünyanın başına Japonya’daki gibi felaketler geliyor. Bugün için demode olmuş, kitlelerin huzurunu kaçıran ve protestolara neden olan nükleer santrallerin kapatılması ile de hallolmuyor işler. Japonya örneği gösterdi ki, teknolojik olarak gelişkin olsa da depremle baş edilmiyor ve felaket, ülke sınırı tanımıyor.
***
Gelin görün ki, nükleer dışındaki enerji kaynaklarına yönelmede de dünya kapitalizminin açmazları var. Petrol ve gaza yöneliş, maliyet demek. Oysa, küresel kapitalizmin ihtiyacı maliyet azaltmak. Çözüm?
Çözüm, bir kez daha kapitalist paradigmayı sorgulamada yatıyor. Kar ve sermaye birikimi esaslı bir dünya düzenini , doğayı, insanlığı tahrip etmeden sürdürmek mümkün mü? Artık pek öyle görünmüyor. Her şeyi metalaştıran ve sermaye birikimi için her şeyi ticarileştiren bu büyüme anlayışı, sadece felaket çürüme, barbarlık vaat ediyor. Artık bu kadar enerji arzı isteyen bir büyüme sürdürülemez. Büyümenin kimyası sorgulanmalı. Neden böyle otomobilleşmeye dayanan bir ulaşım sistemi var, neden o otomobilleri üretmek için bu kadar yassı çelik üretilsin ve onun için bu kadar elektrik tüketilsin? Neden otomobil fabrikaları ayakta kalsın diye nükleer felaket göze alınsın, petrol için savaşılsın ? Su yataklarına kentler kuran, tarım alanlarına fabrikalar diken, suyu kirletme, ormanı yok etme pahasına büyüme çılgınlığı; deprem bölgelerine nükleer santral gibi felaket yatırımları yapmayı göze alan kapitalizm artık çıkmazda ve artık tüm insanlığın sorgu alanında.
Nükleersiz, suyu, havayı kirletmeyen, barınma hakkına, sağlık, eğitim, adil bölüşüm hakkına önem veren yeni bir dünya lazım bize, kapitalizm değil…