Türkiye’nin son 11 yılında, AKP rejiminde, yolsuzluğun, rüşvetin, hukuksuzluğun nasıl kök saldığını, bunun “kurumsal” bir nitelik kazanarak yürütmenin başına ve aile fertlerine  kadar uzadığını, artık yanlı-yansız herkes görmeye başladı. Deliller mızrak gibi, çuvala sığacak gibi değil.

Cemaat yanlısı savcı marifeti olup olmaması, bu bahiste ikincil meseledir. Yargının işini yapmasının nasıl engellendiği, HSYK’nın,  RTE’nin HSYK’sı yapılmak istenmesi için ne çamlar devrildiği, AB normları, dünya demokratik kamuouyunun normlarına nasıl sefilane, çaresizce  meydan okunduğu ortada.

 BİLİNİYORDU AMA…

Bu sistemin başından beri “nepotizm” özürlü olduğu biliniyordu. Başından beri AKP’nin kendi organik burjuvazisini yaratma, kendi iktidarını kalıcılaştırıp bir “rejim”e dönüştürmek için “örtülü bir parti bütçesi” oluşturduğu hissediliyordu. Özelleştirmelerden, TOKİ ve diğer kamu ihalelerine, özel sağlık hizmeti alımlarından, enerji lisanslarının dağıtılmasına, vergi uyuşmazlıklarındaki tarafgir tutumlara kadar birçok alanda bir yolsuzluk, rüşvet, zimmet mekanizmasının döndüğü biliniyordu.

AKP rejimi, tek adam rejimine ilerledikçe fütursuzluğu arttı. Meclis’in denetim misyonunu etkisizleştirince hiçbir yolsuzluk Meclis’te konu edilemedi. Meclis adına denetim görevi gören Sayıştay etkisizleştirilip raporları Meclis’e ulaşmadıkça, yolsuzluklar gün ışığına çıkarılamadı. En önemlisi yargı, RTE-Cemaat koalisyonu için çalışan bağımlı bir erk durumuna geldikçe, tuz koktu ve varlığı tartışmasız olan yolsuzlukları sorgulamak mümkün olamadı.

BİNDE 1…

Yolsuzluklara, rüşvete karşı nasıl umursamaz bir dönemden geçildiğinin bir göstergesi olarak suç istatistiklerine bakabiliriz. Adalet Bakanlığı verilerine göre, 2008-2011 dönemini kapsayan 4 yılın “ Ceza İnfaz Kurumuna Giren Hükümlü İstatistikleri” her yıl 80 bin dolayında sanık hüküm giyip ceza infaz kurumlarına girdi. Bu 4 yılın ortalaması olarak rüşvet suçundan hüküm giyen kişi sayısı yılda 28 kişiden, zimmet suçundan hüküm giren sayısı ise yılda 83 kişiden ibaret. Böyle olunca bu iki suçtan hüküm giyenlerin oranı , toplamın binde 1’ini ancak buluyor. Cezaevlerine  girenlerinzzz yüzde 50’sinin icra-iflas, çek yasasına muhalefet ve dolandırıcılık gibi “ekonomik suçlardan” hükümlü olduğu görülüyor.

 SAVCI ÖZ ÖRNEĞİ…

Varlığı elle tutulur, gözle görülür biçimde ortada olan bunca yolsuzluk varken, yargıya intikalde nal toplandığı  ortada. Bunca yolsuzluk varken sadece yılda 100 kişi mi suçlu bulunuyor ? Olacak şey değil, elbette. Belli ki kamu harcamaları ile ilgili yeterli denetim yok, ihbarlar dikkate alınmıyor, soruşturulmuyordu.

Soruşturulmaya kalkınca nelerin göze alındığını RTE’nin Ergenekon’daki göz bebeği , bugünün baş hedefi savcı  Zekeriya Öz’ün açıklamalarından hatırlayalım;  Bakın ne diyor Öz; “Bursa’da bir otelde görüştüğüm bu kişiler (üst düzey yargı mensupları)  Sayın Başbakan’ın bana çok kızgın olduğunu, hakkımda ağır laflar ettiğini bir mektup yazarak kendisinden özür dilemem gerektiğini, hükümete yönelik soruşturmaların derhal durdurulmasını, aksi takdirde zarar göreceğimi, emniyete neden gittiğimi, bunun herkesi çok kızdırdığını söylediler… Tehdit niteliğindeki bu haberi getiren kişilere, soruşturmanın benim dışımda vicdanlar ve kanunlar çerçevesinde görev yapan savcılar tarafından yönetildiğini, kaldı ki kuvvetli deliller nedeniyle birçok şüphelinin tutuklandığını, kuvvetli deliller bulunduğunu, emniyet müdürlüğüne yeni atanan personelin şüphelilere sorulmak için hazırlanan sorulan değiştirdiği yolunda bir ihbar yapılması üzerine gittiğimi ve sorulacak soruları kapalı zarf içinde mühürlü olarak teslim aldığımı, başıma gelecek en kötü şeyin ölüm olduğunu, görevim nedeniyle ölmem halinde de görev şehidi olacağım için bunun benim için şeref olduğunu ifade ettim. Bu cevabımdan sonra çok zarar göreceğim bana söylendi.”

 FİL SAVAŞI İLE…

 Gelelim, estirilen yolsuzluk fırtınasına…Farkındayız, her şeyin farkındayız;  Kutsal ittifak çatladı, Cemaat, iktidardan payını alamadığı gerekçesiyle bayrak açtı ve RTE ile çevresini yumuşak karnından, yolsuzluklardan yakaladı.

Bugüne kadar ya kılını kıpırdatmayan, ya da gelecekte lazım olur diye delilleri çekmecelerinde  biriktiren, teknik takip yaptıran Cemaatçi savcılar, seçim sandığına gidilirken dosyaları raftan indirip, operasyon düğmelerine bastılar. Olsun!…Velev ki, yolsuzluk operasyonlarını Cemaat , kendi oyun planları gereği başlattı… Böyle diye, nihayet ortaya çıkartılan  hırsızlıkların hesabını sormak için duyarlı davranılmamalı mı? Görmezlikten mi gelmeli? Dipleri birbirinden kara tencerelerin ortaya saçtığı hırsızlık ve soygunu görmezlikten mi gelmeli? Tabii ki hayır…

Bu rejimin dehşetli ve örgütlü bir yağma mekanizması oluşturduğu öteden beri biliniyor ve bu ülkenin demokratları, yurtseverleri tarafından hep dile getiriliyordu. Şimdi bu trene Cemaat bindi diye, trenden inmek mi gerek? Elbette hayır. Soruşturmayı kimin, ne amaçla açtığını bilerek, hatta sapla samanı birbirine karıştırıp haklıyken haksız duruma düşürmesine, pazarlık aracı haline getirilmesine, delillerin çarpıtılıp karartılmasına  engel olacak biçimde soruşturmaların takipçisi  olmak gerek…

Written by Mustafa Sönmez