Yaklaşık 15 yıldır ülkeyi yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) birkaç yıldır maliye bakanı koltuğunda oturan Naci Ağbal bundan bir buçuk yıl kadar önce, yani 20 Eylül 2016’da bir Orta Anadolu ilinde, şöyle konuşmuştu: “Şeker sektörünün özelleştirilmesi, özelleştirme programında olan birçok şirketin özelleştirilmesinden çok farklı. Benim kanaatim bu… Yani TÜPRAŞ’ı özelleştirebilirsiniz, orada bir şirket var. Mega bir üretim fabrika ortamı var. Onun altında tarım üreticisi yok. Türk Telekom’u özelleştirebilirsiniz ama iş, şeker fabrikalarının özelleştirilmesine geldi mi, bu konuyu 40 kere düşünmemiz lazım.”

Bu sözlerin üstünden çok geçmedi, 40 kez düşünüldü mü bilinmez ama 20 Şubat 2018’de Başbakanlığa bağlı Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) tamamına sahip olduğu özelleştirme portföyündeki Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş’ye (Türkşeker) ait bazı fabrikaları özelleştireceğinin işaretini verdi. ÖİB’in portföyündeki varlıklar şeker sektöründeki 25 fabrikadan oluşuyor.

Dünya Gıda Örgütü (FAO) verilerine göre Türkiye dünya şeker pancarı üretiminde yüzde 7’lik pay ile ABD, Fransa, Almanya, Rusya ve Ukrayna’nın ardından altıncı sırada yer alıyor. Pancardan şeker üretimi yıllık 2,6 milyon ton dolayında. Bunun yarısını Pankobirlik’e bağlı kooperatif fabrikaları, yarısını da Türkşeker üretiyor.

ÖİB özelleştirme duyurusunda elindeki 25 fabrikadan 14’ünün satış yoluyla özelleştireceğini, teklifleri 3 ila 18 Nisan arasında alacağını ilan etti. Çoğu Doğu ve Orta Anadolu’nun görece yoksul illerinde olan şeker fabrikalarının satışa çıkarılması başta bölgedeki yurttaşlar, şeker pancarı üreticileri, fabrika çalışanları, onların sendikaları, pancardan üretilen şekerden mahrum kalarak sağlıksız şeker tüketme riski olan önemli bir tüketici kesimi ve muhalefet partilerinden tepki gördü. Tepkinin dozunun artma ihtimali yüksek görünüyor.

Aslında, kamudaki şeker fabrikaları 2000 yılında özelleştirme kapsamına alınmış fakat programa girişleri 2008’i bulmuştu. Yine de aradan neredeyse 10 yıl geçmesine rağmen ve çeşitli sektörlerden yaklaşık 70 milyar dolarlık varlıkların satılmasına karşın şekere sıra gelmemişti.

Bunun nedeni sektörün sanayi-tarım ile ilgili ileri-geri bağlantılarından, çok farklı kesimleri etkileme potansiyelinden, dahası şeker gibi temel bir besinde özelleştirme sonrası yaşanabilecek risklere duyulacak tepkilerden kaynaklanıyordu.

Özelleştirilmek istenen fabrikaların profillerinin çeşitlilik göstermesi de bir başka sorun alanıydı. Şeker fabrikalarının ilk kuruluşu Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına dayanıyordu ve şeker, 1934’te hayata geçirilen Birinci Sanayi Planı’nın “üç beyazlar” diye adlandırılan, ham maddeye dayalı ithal ikameci sanayileşmenin sacayaklarından biriydi. Şeker pancarı ekimini ve şeker üretimini özendiren planın diğer iki beyazı, buğday (un) ve pamuk (tekstil) idi.

Kurulan ilk fabrikalar Kırklareli-Alpullu, Uşak, Eskişehir ve Tokat-Turhal şeker fabrikaları pancar üretiminin verimli olduğu rantabl tesislerdi. Ancak zamanla şeker fabrikası, az gelişmiş illere sanayi, kalkınma götürmenin aracı olarak düşünüldü. Sonuçta şeker sanayiinde ikili bir yapı oluştu. Bir tarafta rantabl çalışan şeker fabrikaları öte tarafta şeker pancarı ekimi yetersiz, verimi düşük, kârdan çok bulundukları bölgeye iş, aş, sosyal fayda sağlaması ön planda tutulan az gelişmiş il fabrikaları.

Kısa adı Pankobirlik olan kooperatif çatısı altında çok başarılı şekilde işleyen ve örnek modeller arasında gösterilen şeker fabrikaları, gerekli ilgi gösterildiği taktirde bir bütün olarak Türkşeker’in ekonomiye yük olmadan kamu mülkiyetinde verimli işletmeler olabileceğini gösteriyor.

Ancak birçok kamu raporuna da yansıdığı gibi sektöre 2000 yılından bu yana sürdürülebilir bir yapı oluşturması için gerekli yenileme, modernizasyon, otomasyon yatırımları yapılmadı. Bununla birlikte 25 fabrikanın gelir bilançoları konsolide edildiğinde büyük kârlar sağlamasa da bir bütün olarak zarar eden bir yapı söz konusu değil.

AKP iktidarı özellikle son iki yıldır kamu maliyesinde açıklar vermeye başladı. Yeni özelleştirme gelirlerine daha çok ihtiyaç duydukça elde kalan kamuya ait arsa ve binaların yanı sıra bu “40 kere düşünülmesi” gereken sektörü de özelleştirme hedefine kattı ve ilk elde 14 fabrikayı satışa çıkardı.

Türkşeker’in özelleştirilme kararı sektördeki birçok aktörü ilgilendiriyor ve Türkiye’nin besin dengesini, alışkanlıklarını önemli şekilde değiştirebilir.

En büyük kaygılardan biri şeker fabrikalarının özelleştirildikten sonraki süreçte kapatılma ya da devre dışı bırakılma ihtimali. Bu endişelere yönelik verilen en somut örneklerden bir tanesi Tokat Sigara Fabrikası’nda yaşanan süreç. Özelleştirildikten bir yıl sonra kapatılan Tokat Sigara Fabrikası için de beş yıl çalıştırılma şartı konduğu ancak fabrikanın bir yıl zor dayandığı hatırlatılıyor. 14 şeker fabrikası özelleştirildikten sonra beş yıl üretim yapacak diye madde olsa bile altıncı yılda özel sektör “zarar ediyorum ve artık şeker üretemiyorum” diyebilecek.

Fabrikaların devre dışı kalma olasılığının ardından pazarda payının artma ihtimali olan ve insan sağlığı açısından kaygı yaratan nişasta bazlı şeker de zincirin bir diğer endişe unsuru. Eski Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı ve Cumhuriyet Halk Partisi 24. Dönem Ankara Milletvekili Gökhan Günaydın risklere şöyle dikkat çekiyor: “Nişasta bazlı şeker üreten fabrikalar mısırdan şeker üretiyorlar. Türkiye’de mısırın üretiminde önemli ölçüde artış olmuştur ancak buna rağmen yılda 1,5 ton mutlaka mısır ithal ederiz. Bu mısırın da neredeyse tamamı GDO’lu mısırdır. Peki, hangi fabrikalar nişasta bazlı şeker üretiyor? Cargill’in İzmit’teki fabrikası. Cargill ve Ülker ortaklığından oluşan Pendik nişasta fabrikası ve Amylum, Tat ve Sunar. Bunların yüzde 75’i yabancı sermaye tarafından kontrol ediliyor.”

Nişasta bazlı şekerin, insanda doymamışlık hissi yarattığı, Amerikan obezitesinin kaynağında bu sağlıksız besinin olduğu önemli bir iddia. Sağlık Bakanlığı’na göre Türkiye’de obezite nüfusun yüzde 30’undan fazlasının (kadınlarda yüzde 41) maruz kaldığı bir sağlık sorunu ve hızla artıyor. Şeker pancarının yok edilmesi ile nişasta bazlı şekere mahkûm kalmanın obeziteyi artıracağı endişesi de söz konusu.

Hem çalışanlar hem bölgesel dengesizlik hem pancar üreticisi hem de genel tüketici açısından bir dizi risk barındıran özelleştirme tüm toplumu kaygılandırıyor. Geçmişte et ve süt sektörlerinde yer alan kamu işletmelerinin özelleştirilmesinin ciddi bir gıda arzı sorunu yarattığı hala hafızalardayken ve en derin bir biçimde yaşanıyorken şekerde benzer hatalardan uzak durulması için toplumsal baskı artıyor. AKP’nin bu eleştirilere ne kadar kulak vereceğini ise önümüzdeki günler gösterecek ve şeker daha uzun bir zaman Türkiye’nin gündeminde kalacağa benziyor.

 

Written by Mustafa Sönmez