Özürlü Seçimler…
Mustafa Sönmez Türkiye’nin alaturka demokrasisinde, seçmenin ortalama yüzde 30’a yakınının iradesi meclise yansımıyor. Bu…
Mustafa Sönmez
AKP iktidarları döneminde iyice pekişen dış kaynağa, özellikle dış kaynağın sıcak para biçimine dayanan ekonomik büyüme modeli, ona bağlı olarak, dış ticaret ve döviz dengesi ve yine ona bağlı olarak şekillenen bütçe-maliye dengeleri, artık sürdürülebilir olmaktan çıkıyor. Bunun böyle olacağı, bağımsız iktisatçılar tarafından öteden beri söylendi, yazılıp çizildi. Şimdi Merkez Bankası’nın faiz indirimleri, mevduat üstünden alınan munzam karşılık oranı araçları ile, dış ticarette de getirilen bazı ithalat kısıtlamaları ile “tükenmekte olan deniz”e derinlik bulma yolları aranıyor.
Merkez Bankası’nın hamlelerini gündeme getiren tabi ki cari açıkta ortaya çıkan alarm verici sonuçlar oldu. Cari açık, ocak-kasım döneminde 41.6 milyar dolara çıktı. Aralık ayı açığı da açıklandığında toplamın 47 milyar dolara ulaştığını göreceğiz. 2010 milli geliri tahmin edildiği gibi 730 milyar dolar dolayında gerçekleşirse cari açık, milli gelirin yüzde 6.5’ine yaklaşacak, ki bu alarm verici bir orandır. Bu orana sahip ülkelere, değerlendirme kuruluşları dikkat çeker, kreditörler temkinli yaklaşırlar. Cari açığın yüzde 85’i, borsaya ve devlet kağıtlarına gelen sıcak parayla finanse edildi.
***
Sıcak paranın, büyümenin ana rüzgarı olmakla beraber, bir dizi tahribat yarattığı da nihayet kabullenildi. Sıcak para akışı, döviz kurunu aşağı ittikçe ithalatı patlattı, ihracatı yavaşlattı. Sonuçta, ortada 65 milyar dolar dolayında bir dış ticaret açığı var. İthalatın dur durak bilmemesi ürkütücü. Yıkıcı ithalat, yerli üretimi ve yerli istihdamı olumsuz etkiledikçe tepkiler de yükseliyor. Bu soruna çözüm olarak Merkez Bankası, faiz indirimi silahını kullanıyor. Sıcak para için faiz getirisini düşürerek iştah kesmeyi deniyor. Bakalım işe yarayacak mı?
Bunu tamamlayan bir önlem de dış ticaret kanadından geldi. Dış Ticaret Müsteşarlığı, kumaş ve hazır giyim ürünleri ithalatı için damping soruşturması başlatarak ek vergi uygulamasına geçti. Bu iki kalemin yıllık ithalat tutarı 3.5 milyar dolar dolayında. Getirilen ek vergiler ile bu iki ürünün ithalatının düşmesi umuluyor. Bu önlemin ileride Çin ve ucuz ihracat yapan diğer Asya ülkelerinden başka ithal mallara da yayılması söz konusu olabilir. Ama , ek vergi getirerek ithalatı caydırmak mümkün olacak mı? AB üstünden bu ürünler ithal edilmeye devam edilirse ne yapılır? Bunların yanında, ithalat düşmez, biraz maliyetlenir ve enflasyona katkı yapar; ithalat yerine yerli kumaşa yöneliş olursa, hazır giyimin rekabet gücü zayıflar, argümanları da dikkate alınmalı.
***
Faizi daha fazla düşürmek, yerli yatırımcıyı mevduattan ve Hazine kâğıtlarından kaçırarak tüketime yöneltebilir. Bankalar da kredi kullandırarak tüketimi kışkırtabilir. Bunun ortaya çıkaracağı enflasyon tehlikesine karşı, Merkez Bankası bir önlemi daha devreye soktu, mevduata bağlı karşılık oranlarını artırarak bankaların krediye yöneltecekleri imkanları daralttı, böylece kredi maliyetlerinin yükselmesini, tüketimin yatışmasını amaçladı.
Hem cari açığı daraltmaya, bunun için ithalatı azaltmaya dönük önlemlerin, hem de iç tüketimi soğutmanın bütçe üstüne bazı etkileri olacak. Hatırlayalım: 2009 yılında 49.2 milyar TL açık veren Hazine nakit dengesinin açığı 2010 yılında 34.9 milyar TL’ye gerilemiş görünüyor. Bu gelişmenin bir sonucu olarak 2009 yılındaki 4.4 milyar TL tutarındaki faiz dışı açık, 2010 yılında 6.2 milyar TL tutarında bir faiz dışı fazlaya dönüşmüştü. Bu sonuçta tabi ki, patlayan ithalat ve kışkırtılan iç tüketimden alınan KDV ve ÖTV’ler en önemli etkendi. Buna özelleştirme gelirleri ile işsizlik sigortasından aktarılan kaynakları da eklemek gerekli. İthalat azalırsa, bankacılığa getirilen düzenleme ile kredi kullanımı kısılırsa ne olur? Tüketim, dolayısıyla KDV-ÖTV azalır. Bu da umulan bütçe performansını aksatır.
***
Akacak kan damarda durmaz, derler. Sıcak paraya dayalı büyümeyi sürdürmek mümkün değil. İster istemez sıcak paranın iştahı kesilmek istenecek , onun yerini tutacak dış kaynağı hemen bulmak kolay değil ve bu iktidarın iç kaynağa yönelmesi de söz konusu değil. Bu, 2011 büyüme hedefinin daha mütevazi bir rakama düşürülmesine rıza göstermek demek. Büyümede düşüşle birlikte, işsizlik sorunu da büyür, bütçe açığı da artar. Enflasyon hedefine ulaşılabilir ama bu durgunluk içinde bir istikrar demektir ki, 2011’i kayıp bir yıl yapar. Tabi ki, aynı yılda genel seçim yapılacağı unutulmamalı. AKP iktidarı, ekonominin gerekleri ile siyasetin gerekleri arasında kalan dar manevra alanında sıkışacak, ama en azından seçim tarihine kadar, bir kur şokuna yol açmayacak, kriz yaratmayacak yollar deneyecek; esas operasyonları-kazanabilirse- seçim sonrasına bırakacaktır.
Bakalım, hayat ne gösterir…