Kara paraya muhtaçlık günleri (Al-Monitor, 18 Mayıs, 2018)
Türkiye 24 Haziran’da cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri için sandık başına gitmeye hazırlanırken ekonomi önemli bir…
Şimdilik düşük tempolu gibi görünse de varlığı resmi mercilerce de yavaş yavaş kabul edilen ekonomik krizi yönetme çabası ön planda. ABD ile yaşanan politik gerilimin dolar fiyatını bir anda 7 TL dolayına çıkarması ile fazlasıyla alevlenen ekonomik konjonktür, gerilimin düşmesinin de etkisiyle görece soğudu, döviz fiyatları aşağı indi, örneğin doların fiyatı 5.20 TL dolaylarına kadar geriledi. Bu gerilemede, ekonomideki küçülme ve buna bağlı olarak ithalatın dört ay öncesine göre 5 milyar dolar azalarak ekim ayında 16 milyar dolara inmesi de etkili oldu. Ekonomi küçüldükçe döviz talebi de azalıyor. Bu gevşemede, TL’den kaçarak dövize yönelenlerin dövizlerini satmaları ve görece yüksek faiz getirisi sağlamaya başlayan TL’ye dönmeleri de bir etken.
Döviz fiyatı artışının görece gerilemesi krizin atlatıldığı anlamına gelmiyor. Nitekim 4 Aralık’ta döviz fiyatı yeniden tırmanışa geçti. Bunun yanı sıra TL faizleri yükselmiş durumda, enflasyon yapışkan ve yıllık yüzde 20’lerde seyrediyor, işsizlik yüzde 11’i aştı ve yükselme eğiliminde. Sanayi üretimi geriliyor, özellikle inşaat göstergeleri büyümeye öncülük eden bu sektörde önemli bir düşüş olduğunu ortaya koyuyor.
AKP rejimi en çok da 31 Mart 2019’da yapılacak yerel seçimlerde seçmenin öfkesi ile çarpılmamak için krizi yumuşatacak önlemlere her gün bir yenisini ekliyor. Bunlar enflasyonu kontrol altına almak hedefiyle çelişecek özellikler gösterebiliyor. Örneğin sıkı para politikasının yanında sıkı maliye politikası izlemek bir hedef olarak belirlenmişken vergi indirimleri, istisnalar, aflar, bazı kalemlerde harcama artışları ile maliye politikasını sulandıracak adımlardan geri durulmuyor. Önümüzdeki haftalarda asgari ücret ve maaşlar konusunda nasıl bir tutum alınacağı merak edilirken kriz iklimine ayak uydurmakta sorun yaşayan firmaların ve rejimin telkini ile onlara kredi musluklarını açan bankaların sıkışıklığı için de bazı önlemler geliştiriliyor. Bu konuda, kural dışı işlemlerden de kaçınılmadığına, örneğin İşsizlik Sigortası Fonu’nun amaç dışında kullanıldığına da tanık olunuyor.
Kriz sarsıntısından en çok etkilenen kesimlerden birisi bankalar. Bu kriz daha çok reel sektör firmalarının aldıkları dış borçları çevirememeleri ile oluşmuş “ev yapımı” bir kriz. Ne var ki reel sektörün bu krizi onları finanse eden bankacılık kesimini de anında etkiliyor. Uluslararası derecelendirme kuruluşları tarafından 2018’de birkaç kez kredi notları düşürülen bankaların birçoğu yeniden yapılandırılma ihtiyacı içinde.
Özellikle kamu bankalarının Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Saray buyruklarına uyma sonucu önemli bilanço dengesizlikleri yaşadığı biliniyor. Tarımı finanse etmek üzere kurulan Ziraat Bankası, küçük üreticiye destek olması için kurulan Halkbank gibi kamu bankaları üçüncü havalimanının finansörü yapıldılar. En büyük medya el değiştirmesi olan Doğan Medya Grubu’nun Demirören Grubu’na satılması işleminde bile Saray’ın telkini ile Ziraat Bankası’nın el değiştirmeyi kredilendirdiği biliniyor. Halkbank’ın Reza Zarrab eliyle İran ile altın ticareti macerasında kullanılan kamu bankası olduğunu ve ABD’de sanık kurum haline düştüğünü de geçerken hatırlatalım.
Bankacılık meslek kuruluşu Türkiye Bankalar Birliği’nin (TBB) her ay yayımladığı risk analizi raporlarına bakılırsa, henüz banka kredilerinin geri dönüşünde bir sorun yok gibi. Eylül 2018 itibarıyla tahsili gecikmiş alacak tutarı, verilen toplam kredilerin yüzde 3,3’ünden ibaret (yaklaşık 18 milyar dolar kredide, 570 milyon dolar batık). Bu endişe edilecek bir miktar değil. Ancak “batık kredi tanımı” biraz geniş yapıldığında görüntü kararıyor.
Vadesi geçmiş, ancak takibe düşmemiş, yakın izlemeye alınmış krediler, “Grup 2” olarak adlandırılıyor. Grup 2’deki kredi miktarı tahsili geciken miktar ile birlikte alındığında sorunlu kredi oranı yüzde 17-18’e kadar çıkıyor. Bankacı Övünç Gürsoy ve Mete Yüksel imzasıyla halka açık altı banka üstünden hazırlanan bir rapor, vadesi geçmiş ancak takibe düşmemiş, yakın izlemeye alınmış kredileri içeren Grup 2 ile birlikte sorunlu kredi oranının yüzde 17’yi bulduğunu ortaya koyuyor. Denizbank Genel Müdürü Hakan Ateş de yaptığı bir konuşmada tahsili gecikmiş alacaklar ile Grup 2 kredilerinin toplamından oluşan geniş tanımlı sorunlu kredilerin, toplam kredilerin yüzde 17-18’i civarında olduğunu söyledi.
Bankaların, özellikle de kamu bankalarının sermaye yapısı da zayıflamış durumda. Bunun için ilk hamle eylül ayında yapıldı ve Halkbank ve Vakıfbank nitelikli yatırımcıya satılmak üzere 5’er milyar TL’lik sermaye benzeri tahvil ihraç ettiler. Ancak bu tahvillerin, kurallara uygun olmadığı halde İşsizlik Sigortası Fonu’na aldırıldığı anlaşıldı.
Ne var ki bu yetmedi, kasım sonunda yine kamu bankaları, Ziraat, Vakıf ve Halkbank’ın mortgage/ipotekli kredilerden bir havuz oluşturdukları ve bu havuzu teminat göstererek İpotekli Teminatlı Menkul Kıymet ihraç (ITMK) edecekleri duyuruldu.
Bu arada başka bir operasyon ile bir kamu bankası olan Kalkınma Bankası’nın statüsüekim ayı içinde değiştirildi. Bu bankanın özellikle bankaların batık kredileri ve sorunlu halleri için kullanılacağı biliniyordu. Bu operasyonda Kalkınma Bankası’na 3,1 milyar TL’lik Varlığa Dayalı Menkul Kıymet (VDMK) çıkarması, TL bazında yüzde 18.5 faizli, beş yıllık bu tahvilleri, kamu bankalarının tahvilleriyle takas etmesi görevi verildi.
Bankalar bu VDMK’ları normal şartlarda garantili getiri arayan fonlara satarlar. Peki fonlar mevcut durumda bu tahvile para yatırırlar mı? Enflasyonun yüzde 20’lerde seyrettiği bir ortamda bahsi geçen VDMK’lara pek ilgi beklenmiyor.
Bankalar ellerinde Hazine garantili VDMK’ları satamıyorsa, bunları Merkez Bankası’na teminat gösterip borçlanma yapabilir mi? TBB “İhraçlarla ilgili olarak TCMB tarafından likidite sağlanması hususu gündeme gelmemiştir” diye açıklama yaptı ama bu yine de ikna edici bulunmadı.
Beklenti Merkez Bankası’nın “parasal genişleme” bedeline zorlanarak repo teminatı olarak VDMK’ları kabul etmesi yönünde. Eğer Merkez Bankası buna zorlanırsa özellikle dış finansörlere karşı sıkı para politikası izlendiği argümanının inandırıcılığı pek kalmayacak. Bu da dış kaynak çekmede zorluklar zincirine yeni bir halka eklenmesi anlamına gelir.