Nüfusları birbirine yakın (12-13 milyon)  iki  metropolün ana meydanları, Kahire’nin Tahrir’i  ile İstanbul’un Taksim’i…Hem içeride hem dışarıda bu iki halk isyanının mekânı birbirine benzetiliyor.

Kitlelerin sel olup akmasına, korku duvarını aşıp biber gazı, cop, Tomalara karşı direnmeleri, şişeden çıkmış cinlere dönmeleri hem Kahire’de hem İstanbul’da farklı değil elbette.  Taksim’de kısa zamanda büyüyen toplumsal hareket de , Tahrir’deki gibi kendi iç dinamikleriyle ortaya çıktı. Bu bir liderin veya örgütün düzenlediği bir olay değil. Sosyal medya üstünden çoğaldı kalabalıklar. Twitter ve facebook milyonları birbiriyle iletişime geçirip meydanlara toplamada “ana organizatör” oldu neredeyse…

BENZERLİKLER

Meydanların verdiği görüntü Tahrir ile Taksim’i kıyaslamaya götürüyor haliyle ama , iki farklı toplumsal formasyonda, iki farklı sınıf mücadelesi arenasından söz ediyoruz aslında. Her iki ülkede de ekonomik zemin, dolayısıyla sınıfsal sıralanış ve güç dengelerinin farklılığı, kıyaslama yaparken özgün yanları gözden kaçırmamayı gerektiriyor.

Türkiye 76 milyon, Mısır 85 milyon nüfusu sahip. Ancak, kapitalizmin gelişmişlik derecesi açısından ayrışmış durumdalar. Türkiye, özellikle 2001 krizinin arkasından ayar verilen bütçe ve finans sistemi ile yoğun yabancı kaynak girişi yaşayan bir ülke oldu. Öyle ki, AKP iktidarına denk gelen bu 10 yıllık dönemde giren yabancı kaynak, önceki 20 yılda girenin neredeyse 10 katını buldu. Daha çok borç biçiminde giren yabancı kaynak, içeride yıllık yüzde 5’e yakın büyümeye yol açarken, dünya ekonomisi ile daha bütünleşmiş bir Türkiye çıkardı ortaya. Mısır, kişi başına geliri 6,6 bin dolar olan bir ülke, Türkiye ise 10 bin dolar. Demek ki, 10’a 6 denebilecek bir kapitalistleşme farkı var.

Mısır Türkiye’ye göre, kapitalistleşmede, dünya ekonomisiyle entegrasyonda daha geride, bunun bir göstergesi de kentleşme. Türkiye’de kentli nüfus ortalaması yüzde 70’i aşarken  Mısır’da  kentli nüfus henüz yüzde 45 dolayında.

Tahrir’de bugün Mursi’yi çepeçevre kuşatan yığınların hem özgürlük hem ekonomik adalet talepleri birbirinin içine girmiş durumda.  Resmi işsizlik yüzde 13 dolayında görünüyor.  Ekonomi son 2 yılda  yeterince büyüyemiyor. Yıllık büyüme yüzde 2’nin altında…

Politik istikrarsızlık nedeniyle, dış dünya ile ekonomik bağlarını genişletemiyor Mısır. İhracatı 30 milyar doları,  ithalatı 60 milyar doları bulmuyor. Türkiye’nin dış ticaret hacminin dörtte biri demek bu. Ekonominin kendisini dünya kapitalizmine yeterince açmamış olması, dış kaynak girişi, ona dayalı bir büyüme rüzgarı da getirmemiş. Bir başka deyişle, meydanları dolduran kitleler, kısıtlanmış  özgürlüğün yanı sıra Türkiye’ninki gibi borçla da olsa büyüyemeyen ekonominin ve gözlerinin önüne serilen dünya nimetlerine erişememenin sıkıntısını yaşıyor ve isyanındalar.

VE ASKER…

Ortak yan olarak , orada da Türkiye’deki gibi “ılımlı İslam” görüntülü bir rejim tesisi var. AKP ile dayanışma içinde bir rejim var. Bir fark, sınıf mevzilenmesinde  bir politik aktör olarak askerin durumu.  Türkiye’de AKP rejiminin, ABD’nin de inayetiyle “askeri vesayet”i etkisiz kılmasından sonra, kimse askeri, siyasete müdahil olacak bir güç olarak görmüyor. Milyonların katıldığı gezi direnişleri sırasında tek bir “Ordu göreve” sloganı duyulmamış olması çarpıcıdır ve netleşmeyi göstermektedir.

Mısır’a gelince…Hatırlanacağı gibi, Şubat  2011’de Mübarek rejiminin devrilmesi üzerine Mısır ordusu iktidara el koymuştu ve kimse de şaşırmamıştı. Çünkü Mısır’da ordu,  kralı devirdiği 1952’den beri hep siyasetin dominant gücüydü.  Eski bir genaral olan Mübarek’in  devrilmesinden sonra da  dizginleri ele alan Mareşal Muhammed Hüseyin Tantavi, ülkeyi seçimlere götürüp demokrasiye kavuşturacağını vaat etmişti.Tantavi,  16 ay sonra sözünü tuttu. Sandıktan Müslüman kardeşler galip çıktı. Ardından Cumhurbaşkanı seçimlerini de Mursi  kazandı.
Yeni bir 
anayasa  ile devlet kurumlarına kendi “ılımlı İslam”  ideolojisine uygun bir düzen getirirken Mursi, orduyu siyasetin tamamen dışında tutmak için silahlı kuvvetlerin başındakileri ve bu arada Mareşal Tantavi’yi emekliye sevk etti.

Yeni  Genelkurmay  Başkanı ve Savunma Bakanı General Abdülfettah El Sisi, siyasetin dışında kalmaya özen gösterdi ama,  bu hafta   iç güvenliği ve istikrarı korumak, rakip gruplar arasında çatışmaları önlemek ve ulusal birliği sağlamak görevinin, “ordunun vatani ve ahlaki sorumluluğu” olduğunu belirtmeden edemedi.

Mısır’da askerler, iki tarafın da kendi yanına çekmeye çalıştığı bir aktör. Ordunun hedefi iktidarı ele geçirip askeri bir rejim kurmak değil, siyasi güçleri uzlaşmaya zorlamak ve istikrarı sağlamak  gibi. Ama  gerçek şu ki, Mısır’da mevcut sınıflar dengesi,  orduyu tekrar bir siyasi aktör olarak sahneye çıkarıyor…

 

Written by Mustafa Sönmez