AKP rejimi güvensizliği aşamıyor (Al Monitor, 6 Şubat, 2020)
Türkiye'nin son 17 yılında iktidarını sürdüren Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) 2019 yerel yönetim seçimlerinde…
Dolar, geçen yıl bu zamanlar 1.85 TL dolayındaydı, bugünlerde 1.80 TL’nin altında. 2012’nin ortalaması 1.80 TL oldu kabaca. Bu, 2011’e göre yüzde 7 dolayında artış demekti. On iki aylık ortalama enflasyonun yüzde 9 olduğunu anımsarsak, 2012’de de değerlendi TL. Geçmiş yıllara rahmet okutan bu sonuçta da düşük büyümeye rağmen yaşanan dış kaynak akışı etkili oldu. 2012’de 50 milyar dolara yaklaşan cari açığın 20 milyar dolar üstünde gerçekleşen dış sermaye girişi, doların daha fazla yükselişini de önlemiş oldu. Çoğu devlet kâğıtlarına gelen ve “borç yaratan sermaye” girişi olarak adlandırdığımız dış kaynak girişi, cari açığı finanse ettiği gibi rezervleri de 20 milyar dolar dolayında artırdı. Döviz bu yolla bollaşınca fiyatı da pek fazla artmamış oldu.
Kaynak:TÜİK(TÜFE, 12 aylık ort.) ve TCMB veri tabanları
“Ucuz döviz” politikası, AKP’nin 10 yıllık ekonomi siyasetinin sacayaklarından en önemlisi. Politikanın ana dayanaklarından biri, dış sermayeyi ürkütmemek ve akışını daim kılmak. Bunun için dışarıya nasıl gerçek dışı sunumlar yapılıyor, bilemezsiniz(*). Türkiye’de büyüme, ancak dış kaynak girişi ile mümkün oluyor. Dış yatırımcı da kur şoku gibi sürprizleri hiç sevmez. Böyle “kazalar”, anında çekip gitmesine neden olur. 2008 ve 2009’da bunu yaşadık. Yabancı yatırımcının kaçıp gitmesini önlemenin yolu, ona başka bir yerde elde edeceğinden daha cazip faizler sunmak, ayrıca kazancını transfer etmek ve/veya el sallayarak gitmek istediğinde, onu “kur farkı”ndan kayba uğramayacağına inandırmak, o güveni vermektir.
Kimlere yarıyor?
Döviz kurunun düşük seyri ve kur şoklarının yaşanmaması, dış borcu 350 milyar doları aşan kredi borçlusu kuruluşlar için hayati önem taşır. Hele ki bu borcun üçte ikisini özel sektör, yani bankalar, firmalar kullanmış ise… Döviz kurunda zıplamalar, borçluların en korktuğu şeylerdir. Kur şokları ile, döviz borçlarının TL karşılığı birdenbire patlayan ve bu patlamanın altında kalan nice banka, nice firma yatıyor şirket mezarlıklarında…
Dövizle borçlanan ve ekonomiye hükmeden kesim, içeride üretim adına ne yapıyorsa, bunun girdilerinin neredeyse üçte ikisini ithalatla temin ediyor. Döviz ucuz seyrettiği için, eskiden yurtiçinde üretilen birçok şey, daha ucuza geliyor diye, dışarıdan alınır durumda. Kurun, kontrolden çıkıp bir anda zıpladığını ve gevşemediğini düşünün, ne olur? Bir anda bütün ithal girdi fiyatları yükselir ve maliyetler artar. Bunu fiyata yansıtan, dışarı satmakta zorlanır, içeride de anında fiyat yükseltmek zorunda kalır. Bu da kur şokundan kaynaklanan bir yüksek enflasyon demek. Ucuz dövizi, bir tür ekonominin morfini haline getiren AKP rejimi, bütün bu kesimleri de kendisine biat ettirmiş durumda.
Yıkım büyük
Bu morfinmanlık, tutsaklık nedeniyle, rejim, dış kaynak girişine her geçen yıl biraz daha bağımlı ve onun aksamaması için, ne gerekiyorsa yapıyor; faizse faiz, mevzuat ise mevzuat… Ancak bu bağımlılığın Türkiye ekonomisine yaptığı tahribat doludizgin sürüyor. Ucuz döviz üretimi, özellikle sanayi üretimini, tarımı, hatta hizmet üretimini bile olumsuz etkiliyor, ucuz ithalatla temin edilen ürün karşısında yerli ürün tutunamıyor, o ürünü üretenler çalışanlarına yol vermek zorunda kalıyor. Üretim yerine ithalat istihdam yaratmıyor, işsizliğe tüy dikiyor. Türkiye’nin ihraç ürünleri bile yüzde 60-70’leri bulan ithal girdilerle üretildiği için, ihracatın gerçekte rekabet gücü kalmıyor. İhracatçı bile, ucuz dövizle hammadde, ara malı sağladığı için, ithalatçı davranışı gösteriyor. Bu, topyekûn bir bağımlılık hali ve tedavisi, öyle kozmetik filan değil, radikal dönüşümler gerektiriyor.
(*) Bunlara son örnek için A. Babacan’ın, 1 Şubat’ta New York’ta yaptığı sunuma hazine.gov.tr’den bakmanızı hararetle tavsiye ederim.