Mustafa Sönmez

Kısa adı TİM olan,(ben ÇİM diyorum), Türkiye İhracatçılar Meclisi (ben Çakma İhracatçılar Meclisi diyorum), açıkladı ki ; ihracatta Türkiye rekoru kırılmış…Yıllardır her ayın ilk gününde sahnelenen bu vodvili eskiden bakan Kürşat Tüzmen kaçırmazdı, şimdilerde de Zafer Çağlayan kaçırmıyor. Bu çakma ihracat için her ay aynı şamata yapılması kabak tadı verdi artık. Bakın ne diyor Bakan; “Dünyanın barut fıçısına dönmüş olduğu ortamda böylesine ihracat rakamını gerçekleştirdik.”…

Yorucu , bıktırıcı ama yine de yazmak gerek. Dış ticaret tek ayaklı değildir, ihracattan söz ederken ithalatı saklayamazsınız. 2011’de ihracatın 134,5 milyar dolarla rekor kırdığı iddia edilirken ithalatın 241 milyar doları bulduğunu nasıl unutur ya da unutturursunuz? Dolayısıyla dış ticaret açığının 104 milyar dolar ile rekor (bakın doğru olan bu!…) kırdığını nasıl saklarsınız? Evet, 2011’de ihracat rekor kırmış olabilir ama asıl rekoru ithalat kırdı. Sonuçta dış ticaret açığı inanılmaz bir boyuta sıçradı. Daha tuhafı, ihracat rekor kırarken daha çok döviz açığı batağına saplandık. Böyle bir cari açığı, ne biz, ne dünya gördü…

Bitmedi. Ortada büyümüş görünen bir ihracat var ama doğru analiz ederseniz, bu ihracatın hiç de övünülecek bir yanı olmadığını görürsünüz. İhracatın ithalata bağımlılığından kaynaklanan “çakmalığı”  bir yana, hızlı kur artışının rüzgarını arkasına alma yeteneğini kaybettiğini de görüyorsunuz. Yılı ikiye ayırın. Kur artışının hızlandığı Temmuz öncesi ve sonrası. Yani ilk 6 ayı, ikinci ay ile kıyaslayın.

Kaynak: TİM,TÜİK,TCMB,Aralık ithalat verisi 21 milyar $ olarak tahmin edilmiştir.

Ortaya çıkan manzara şudur. Dolar kuru, ikinci yarıda yüzde 13 değer kazanırken ve ihracatçıya bu anlamda müthiş bir teşvik oluştururken, pratikte ihracat buna karşılık verememiş ve artışı yüzde 5’te kalmış. Buna karşılık kurdaki artışın ithalatı geriletmesi beklenirken bu gerçekleşmemiş ve ithalat ilk yarının ortalamasına göre gerilemediği gibi, yüzde 1,5 artmaya devam etmiş. 

Teorik olarak her devalüasyonun ihracatı ve diğer döviz kazandırıcı faaliyetleri ileri itmesi, teşvik etmesi beklenir. Çünkü, ihracatçının TL olarak eline daha çok para geçer devalüasyonla birlikte. Bu da ona rekabet gücü kazandırır. Bu kez öyle olmadığı görülüyor. Dolar kurunun yükseldiği oranda, ucuz emeği tepe tepe kullanan ihracatın, kur rüzgarını kullanamadığı görülüyor. Bunun bir nedeni, ihracatın ithal girdiye aşırı bağımlı hale gelmiş olması. Net ihracatçı giyim-tekstilde bile ithal girdi kullanımının yüzde 50’leri geçtiği, Bakan Çağlayan’ın artık yayımlatmadığı Dahili İşlem Rejimi ile yapılan ihracat istatistiklerinde görülüyordu. Yine o yasaklı istatistikler gösteriyordu ki, ihracatın lokomotifi görünen otomotiv ve kimyada ihracattaki ithal girdi oranı yüzde 80-90’ları bulmakta. Bu durumda, dolar kurundaki artış, ihracatçının rüyası olmaktan çıkıp kabusu haline dönmekte. İhracat siparişleri için yapılması zorunlu ithalat, hep 1.90 TL’ye dayanmış dolar kuru ile yapılmak zorunda kalınmıştır.Yılın ikinci yarısının ortalama dolar kuru 1.80 TL’ye yaklaşmıştır. Evdeki hesap piyasaya uymamış ve ihracatçı, beklediği maliyetten ihracat taahhüdünü yerine getirememiştir. Bu, yoksullaştıran ihracattır işte. Bu dolar kuru ile sağlanmış ithal girdinin, ihracatçıya para kazandırmadığı, kar-zarar hesapları ortaya çıktığında görülecektir. Görünüşte şampiyonluk madalyası alan birçok firmanın ya çok küçük kar oranları ile yetindiği ya da zarar ettiği görülecektir.

Bu yoksullaştıran ihracatın sonucudur ki, cari açık belası kabus olmayı sürdürmekte, kabus sıcak parayı kaçırtmakta ve kuru, sürekli yukarı itmektedir. Merkez Bankası’nın hayalet avcısı gibi ortalıkta döviz rezervlerini eritme pahasına, yükselen kur ile didişirken düştüğü  çaresizlik ibret vericidir. Ortada, keşke övünülecek rekorlar, alkışlanacak politikalar olsaydı. Ama yok. Ortada sadece yoksullaştıran ihracat gerçeği ve topluma ödetilmeye başlanan ağır bir fatura var…  

Written by Mustafa Sönmez