Medya Mutfağında Kirlenme ve Ekonomi…
Medyanın endüstriyel boyuta sıçraması sürecinde ve sonrasında gazetelerin, dergilerin, TV kanallarının en stratejik bölümleri “ekonomi…
Türk burjuvazisinin AKP rejimi eliyle kurduğu Irak Kürdistanı petrollerini yağmalama hayalinin gerçekleşmesinde medya da önemli bir role sahip. Irak ve Suriye Kürt bölgelerini Türkiye’ye katarak “Türkiye’yi büyütme” isimli bu aç tavuğun petrol rüyasına, hem PKK’yi ikna etmek hem de Türkiye kamuoyunu hazırlamak için medyaya önemli bir rol düşüyor. “Barış süreci” adlı terane ile bu hayalin “halkla ilişkileri”, tayinle iş başına getirilmiş 60 küsur “akil insan” ortalıkta dolaştırılarak yapılmaya çalışılıyor ama esas destek medyadan bekleniyor.
MEDYA VE ‘BARIŞ’…
Ticarette ve finansta da faal, ama bu yüzden RTE tarafından rehine alınmış ana akım medyanın sahte barış çığırtkanlığı, Zaman, Sabah-ATV, Star, Kanaltürk gibi yandaş medyaya bile parmak ısırtır halde. Bütün bu çığırtkanlık, Kürtlerin en doğal talepleri olan eşit yurttaşlık, anadilinde eğitim, yerel yönetimleri güçlendirme taleplerinden hiç söz etmezken Irak ve Suriye’yi de kapsayan Kürt coğrafyasının vaat ettiği ekonomik zenginliklere vurgu yapıyor. Aynı yaygara PKK’ya hakim hale gelen neoliberal bakışın “Mezopotamya su birliği” başlıklı yayılma hevesine daha ilgi duyar halde.
Türkiye içinde müthiş bir kutuplaşmaya, dışarıda ise Şam, Bağdat ve Tahran’ın diş gıcırtılarına yol açan bu kifayetsiz muhteris yayılma hevesi, artan tempoda medyada cilalanıp kamuoyu hazırlanıyor.
Bu ideolojik mimarinin kıdemli isimleri var. Birincisi , nankörce aforoza uğrayan Hasan Cemal, ikincisi neoliberal Kürt siyasetine Özal’dan bu yana destek veren Radikal’den Cengiz Çandar(CÇ) . Belki bunlara bir de zurnanın son deliği sayılabilecek Oral Çalışlar eklenebilir. Bu üç isimden Hasan Cemal’in arabulucu, simsarlık maceralarına yazılarımda bir hayli yer verdim. Son günlerin öne çıkan diğer ismi CÇ’ın ise Radikal’de 3 güne (21-23 Nisan,2013) yaydığı yazısı dikkat çekici. Benim 1 yıla yakın bir süredir çevrilmek istenen dolaba ilişkin yazdıklarımı, bir güzel teyit eden yazılar bunlar…
ÇANDAR’IN HİZMETİ…
“Kürdistan petrolü, Türkiye, Ortadoğu jeopolitiği” başlıklı 3 güne yayılan yazısına CÇ, “ Kürt hükümeti ile sıkı ilişkiler kuran Başbakan Erdoğan, PKK ile bir barış müzakeresi yapıyor… Ortadoğu jeopolitiği, şimdi Kürtler lehine çalışıyor…” diye başlıyor ve “Bu hafta Irak Kürdistanı, petrol ve Türkiye konusunda uluslararası basında arka arkaya çarpıcı yazılar yayımlandı” diyerek bir kısmı arşivden bir kısmı bu haftaya ait alıntılara yer veriyor. Bloomberg, Washington Post(WP), The Economist gibi önemli medyalardan yapılan alıntılardan CÇ, “tarihin topu Kürtlerin ayağına getirdiği” sonucunu süzüyor. 14 Nisan tarihli Washington Post’ta çıkan Jackson Diehl’in “In Iraq, a Kurdish Renaissance” (Irak’ta Bir Kürt Rönesansı) başlıklı yazısının şu kısmına özellikle dikkat çekiyor CÇ; “Şimdi Türkiye, Kürtlerin en yakın müttefiki ve Suriye’den Irak-İran sınırına uzanan alanda kendi kendini yönetecek olan Kürt toplulukların potansiyel dayanağı olarak ortaya çıkıyor. Irak Kürt hükümeti ile sıkı ilişkiler kurmuş olan Türk Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, şimdi isyancı PKK ile bir barış anlaşmasının müzakeresini yapıyor…”
ES GEÇTİKLERİ VE ABD
Çandar, Diehl’in makalesinde yer alan bazı önemli unsurları ise “es geçmeyi” uygun görmüş. Bunlardan biri , PKK ile sürecin başlamasının ardından Suriye’de PYD’nin, Esat’a karşı ÖSO’nun yanında yer almaya başladığı tesbiti. Daha önemlisi ise ABD’nin Türkiye-Kürt bölgesi ilişkilerine uyarısı. Çandar, es geçiyor ama Diehl vurguluyor; ABD, Türkiye’nin Irak’ın toprak bütünlüğünü zedeleyecek müdahaleleri hoş karşılamıyor, Kürt bölgesi için inşası söz konusu boru hattını istemiyor ABD…Nedeni belli tabii;Maliki’nin, yani Bağdat’ın, İran’a yaklaşması endişesi…CÇ’nin es geçtiği önemli noktalar arasında bunlar var.
CÇ, 26 Mayıs 2012 tarihli kendi yazısından da şu alıntıyı yapıyor; “Türkiye ile KRG(Irak Kürdistanı.M.S.) arasında gelişen ve son dönemde olağandışı bir yakınlaşma gösteren ilişkilerde, malum, ‘PKK pürüzü’ bulunuyor. PKK, bu ‘yeni çerçeve’de uluslararası-bölgesel boyutların içine yerleşiyor. Suriye’nin geleceği ile birebir irtibatlanıyor…”
PKK’NIN ROLÜ?
Burada duralım., diyor CÇ ve ekliyor; “ İçinde bulunduğumuz ‘Süreç’i ve Abdullah Öcalan’a oynatılan ya da onun oynamak istediği ‘rol’ü ‘daha büyük resim’ içinde görmeye çalışalım.”
Çalışalım elbette. Barış teranesi, ne amaçla gündeme getirilmiş, PKK, neye ikna edilmiş ya da inandırılmış, görelim elbette. CÇ’nin yazısında ağzını şapırdatarak anlattığı Kürt petrollerine heves etmekle başlatılan yayılmacılık hevesinin Türkiye’nin içinde nasıl bir Türk-Kürt kutuplaşmasını körüklediği, bu ihtirasın Türkiye’yi , Suriye, Irak, İran başta olmak üzere ABD karşıtı eksenin nasıl hedefi durumuna getirdiğini de hatırlayalım.
Ama bunu hatırlarken, PKK üst yönetimine musallat olan bu neoliberal virüse duyulan toplumsal tepkinin, Kürtlerin demokratik hak taleplerini boğmasına da izin vermeyelim. İnanmak istiyoruz ki, bu yayılmacı serüvene kanmayacak Kürt halk sınıfları, Kürt sosyalistleri, Türkiye toprak bütünlüğü içinde kalarak, AKP’nin yedeğine düşmeden, kendi özgün demokratik hak ve özgürlük taleplerinin takipçisi olmaya devam edecek ve halkların kardeşliğini, kutuplaşmanın önüne geçirerek neoliberal virüsü de def etmeyi bileceklerdir.