Özelleştirmelere Karşı CHP Ne Yapıyor?
İstanbul Paşabahçe’de bulunan TEKEL’in eski rakı fabrikasının ve arazisinin 49 yıllık kullanma izni için yapılacak…
Bağımsız dergisinin 10 Kasım 2013 sayısına verilen mülakat;
Soru: Atatürk döneminin ekonomi politikaları için ilk elde neler söylersiniz?
MS– M.Kemal Atatürk ve arkadaşları, yeni bir ulus kurma çabaları içinde ”milli bir ekonomi” yaratmayı da hedefleri arasında tutuyorlardı. 19. yüzyılın ikinci yarısında başlayan Dünya kapitalizmi ile bütünleşmenin Osmanlı’yı düzlüğe çıkarmadığının, tersine bağımlı bir duruma getirdiğinin farkındaydılar. Fransa,İngiltere ve Almanya, Osmanlı’yı paylaşma kavgası veriyorlar, üst üste imtiyazlar sağlamaya çalışıyorlardı. O dönemin koşulları içinde Türkiye benzeri ülkeler için strateji, bu ülkelerin hammadde kaynaklarına, madenlerine tarımsal ürünlerine yatırım yapmak, demiryolları, havagazı, telefon, liman gibi çeşitli altyapılara, tramvay, su, elektrik gibi kentsel hizmetlerle ile ilgili alanlarda faaliyete geçmek, 50-100 yıllık imtiyazlar elde etmekti. Bu ilişkileri derinleştirmek için bankalar kurmak, devlete borç para vermek yabancı finans kapitalin ana amacıydı. Yabancılar, bunun için de Osmanlı’da gayrimüslim işbirlikçiler buluyorlar ve birlikte zenginleşiyorlardı.
Cumhuriyetin kurucuları bu işbölümünün ülkeyi yoksullaştırdığını, yerli küçük sanayi üretimini, örneğin dokumacılığı öldürdüğünü, kamu maliyesini aşırı borçlarla teslim aldığını, Duyunu Umumiye örneği ile iyice görmüşlerdi. Bu anlamda yabancılarla ilişkileri, yeniden düzenlemeyi, karşılıklı yarar üstüne bina etmeyi hedefliyor, müslüman-Türk girişimci-sanayici yetiştirmeyi hedefliyorlardı. Ancak bu, birden bire mümkün olmadı ve 3 farklı dönem yaşandı.
Soru-Neydi bu dönemler?
-İlk dönem 1923-1929 yıllarını kapsar. Bu dönemde yerli sanayiyi geliştirmek üzere çeşitli teşvik yasaları çıkarıldı ancak beklenen sonuçlar elde edilemedi. Bunun önemli bir nedeni, o dönemde ticaret sermayesinin, etkinliğini kullanarak korumacı bir dış ticaret politikası izlenmesine olanak vermemesiydi. Cumhuriyet öncesi dönemde de geçerli olan, uluslararası işbölümünde Türkiye’yi ihracata yönelik tarım ve madencilikte teşvik etme ve uzmanlaştırma politikası, başta metropollerden kaynaklanan ithal-ihraç kredileri olmak üzere çeşitli araçlarla Cumhuriyet sonrasında da sürdürüldü. Öte yandan dış ticaretin sağladığı yüksek kâr oranları, banka kredilerinin de dış ticarette yoğunlaşmasına ve sanayiye yönelmemesine yolaçtı. Uluslararası işbölümünde Türkiye’nin yerinin, bu tür bir ilişki içinde belirlenmesi, bu dönemdeki yabancı sermayenin de ağırlıkla ihracata yönelik hammadde üretimi ve ticari faaliyetlerde yoğunlaşmasına yolaçmıştı.
Sonuçta, dönem boyunca sanayide gelişme sağlanamazken, ihracata yönelik tarımda, özellikle Ege’de, önemli üretim artışları yaşandı. Dış ticaret politasındaki liberal tutum, ithalatı artırırken ihracat gerisinde kaldı ve dönem sonunda ekonomi önemli bir cari açık verdi.
Ancak bu dönemde atılan bazı adımlar, sonrasına kolaylıklar sağladı. Mesela devletin, kadastro ve vergi sisteminde yaptığı değişiklikler (özellikle tarımda ayni olarak ödenen aşar vergisinin yerine para ile ödenen arazi vergisinin konulması), demiryolları yapımına hazırlık, İş Bankası’nın kurulması, merkez bankası işlevini görecek bir devlet bankası için hazırlıklar yapılması önemliydi. Bunlar, 1930’lar sonrası ekonomi politikasının elverişli bir iç pazar sağlama ve tarımda daha çok pazar için üretim yapma hedefi için uygun koşulları hazırlamıştı.
Soru- 1929 dünya buhranı karşısında ne yaptı Atatürk ve arkadaşları, nasıl etkilendiler, ne tür önlemler aldılar?
–Ekonomi ile ilgili olarak Atatürk’ün çevresinde iki grup vardı. Birinci grup Celal Bayar’ın başını çektiği daha çok özel sektörcülüğe, liberalizme açık gruptu. İkinci grup ise yeni gelişen SSCB’yi yakından izleyen ve gelişmenin devlet öncülüğünde olmasını savunan kadrocular diye bilinen gruptu. Atatürk iki gruba da eşit mesafede durur, dinler ve tercihlerini öyle belirlerdi. Celal Bayar’a İş Bankası’nı kurma görevi vermişti.
1929 yılının sonuna gelindiğinde Türkiye ekonomisi, özellikle yılın son aylarında yapılan spekülatif ithalat sonucu önemli bir dış ticaret açığı ile karşı karşıyaydı. Ayrıca, 1928’de Milletler Cemiyeti aracılığıyla bir ödeme planına bağlanan Osmanlı borçlarının her yıl yüzde 13-18 gibi bir kısmının ödenmeye başlanacağı konusu da önemli bir sorun olarak durmaktaydı.
Öte yandan dış ticaret açığının yüzde 100’lük artışı, Türk lirasının değerinde önemli düşüşlere yolaçtı. Ödemeler dengesinde yaşanılan bunalım ve 1929 Dünya Buhranı’nın yansıtacağı daha başka olumsuzluklar, bir önceki dönemde izlenen liberal dış ticaret politikasının yerine korumacı önlemler almayı gerektiriyordu.
Yine sanayinin geliştirilmesi için özel sektöre teşvikler sağlanıyordu. Sanayici, Teşviki Sanayi Kanunu gereğince gümrüksüz girdi ithali olanağından yararlanabilecek, düşük fiyatlı tarım mallarını girdi olarak kullanacak, düşük işçi ücretleriyle mal üretip, yüksek gümrüklerle dış rekabetten korunan pazarda yine Teşviki Sanayi Kanunu’nun sağladığı olanaklarla mal satabilecekti.
Sermayedarlar, bu olanakları son sınıra kadar kullandılar, 1930-1932 yılları arasında önemli büyüme hızları gerçekleştirilmiş gibiydi ama göstergeler ortaya her yönüyle olumlu gelişen bir tablo koyar görünmekteyse de, aslında izlenen sanayileşmenin kapkaçcı niteliği ve doğurduğu tehlikeli bölüşüm ilişkileri, bu dönemde iktidar bloku içinde daha da etkin bir konuma ulaşmış bulunan sivil-asker bürokratlardan oluşan kadroları tedirgin etmekteydi. Dahası, dönemin yarattığı çeşitli ekonomik ve politik sorunlar, düzenin geleceğini güvence altına alabilmek için devleti, daha etkin politikalar saptamaya ve bu politikaları uygulamak üzere daha etkin araçlara başvurmaya zorluyordu.
Soru_Neydi onlar ve ne tür önlemler alındı?
– Doksan yıllık Cumhuriyetin en radikal kararları alındı. “Devletçilik” diye adlandırılan 1932-1939, çok ilginç bir dönemdir. 1932 yılı Temmuz’undan itibaren, bir dizi yeni iktisat politikası ve Sümerbank, Etibank, TKİ, Seka gibi devlet işletmelerin öncülüğünü yapacağı bir sanayileşme hareketine girişildi.
Dış ticarette koruma önlemlerini artırarak, korumanın sağladığı himaye rantının daha çok devlette toplanmasını sağlayacak düzenlemelere gidildi; ikincisi ise izlenecek ithal ikameci sanayileşme stratejisinin öncülüğünü yapacak devlet sektörünün yatırım programını belirlemek üzere bir sanayileşme planı yapıldı Bu amaçla, 1933 yılında Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı (BBYSP) hazırlandı.
Planın öngördüğü yatırımlar için SSCB’den hem uygun faizli kredi, hem de teknoloji transferi desteği sağlandı. Hem Lenin, hem Stalin SSCB’si, Türkiye gibi ülkelere destek vererek, kriz yıllarında onların emperylist sistemden bağımsızlaşmalarını istiyor ve destekliyorlardı. Gazi ve çevresi de bu yardımları kabul etmekte bir beis görmüyordu. Plan uyarınca sınai yatırımlar ağırlıkla dokuma, şeker gibi temel tüketim malları üretiminde yoğunlaştı , demir-çelik, kağıt , kömür gibi ara ve yatırım malları üretimine de yaklaşık dörtte bir oranında ağırlık verildi. Demiryolları, Doğu,G.Doğu’ya kadar uzayarak iç pazar genişletildi, yol ile Kürt ayaklanmalarına asker sevkiyatı imkanı da sağlanmış oldu.
Yanlış anlaşılmasın, dönemin adı devletçilik idi ama özel firmaların gelişmesi engellenmiyor, onlara devlet iş veriyordu. Demiryolu müteahhitleri bu yolla birikim yapıyorlardı. Koçlar, STFA gibi büyük müteahhitler, o dönemde ilk birikimlerini sağladılar. Özel sermaye, devlet işletmelerine girdi sağlayarak veya devlet işletmelerinin ürettiği girdileri kullanıp mamul mal üreterek, devlet yatırımlarının ihalelerini alıp müteahhitlik hizmetinde bulunarak, devlet sektörü öncülüğünde sürdürülen sanayileşmenin yarattığı iş hacminden doğan, pek çoğu aracı niteliğindeki işleri kotararak önemli ölçüde sermaye birikimi sağladı.
– Atatürk’ün ölümünden sonra ekonomi politikada değişiklik oldu mu?
Pek olmadı.İkinci Adam İnönü, bu politikaları devam ettirdi. Ama İkinci Dünya Savaşı’nın iklimi belirleyici oldu. İkinci 5 yıllık sanayileşme planı hazırlansa da savaş ortamı, icrasına engel oldu. Çok sayıda insangücü silah altına alındı, ekonomi yavaşladı, mal kıtlığı yaşandı. Büyük karaborsa ve spekülasyonlar yaşandı. Bu gerekçe ile 1942’de çıkarılan Varlık Vergisi sonucu sermaye, gayrimüslim sermayedarlardan müslüman Türklere doğru eldeğiştirdi. Savaş sonrası, dünyada yeni bir dönem başladı, güçler iyice ayrıştı. Türkiye, oluşan yeni kapitalist sistemden yana tercih kullandı, IMF, Dünya Bankası, NATO üyelikleri ile kapitalist dünya sistemine entegre olacağı bir rota belirledi. Kanımca Atatürk hayatta kalsaydı, aynı yönde tercih kullanırdı. Çünkü Atatürk anti-kapitalist değildi, dünya kapitalizmiyle ilişkiye de kapalı değildi, karşılıklılık ilkesine önem veriyor, ulusal bir burjuva yetişmesini önemsiyor, ekonominin de uluslaşmaya hizmet etmesini amaçlıyordu. Atatürk, anti-feodaldi ama güçler dengesi feodalizmi, tefeciliği, toprak ağalığını tasfiyesine imkan vermiyordu. Toprak reformu hep gündeminde olmasına karşın, ne kendi döneminde ne sonrasında uygulama imkanı bulundu. Tersine, kendisi de büyük toprak sahibi olan Adnan Menderes ve Demokrat parti kurucuları, iktidar blokunun önemli bir bileşeni olarak, yeni gelişen işbirlikçi kapitalistlerle, iktidar blokunda zoraki bir ittifaka girdiler ve gidebileceği yere kadar götürdüler.