İflastan Yükselişe Putin Rusyası…
Miladın adı, “Duvarın yıkılması”ydı . Neoliberallerin gurusu Francis Fukuyama, “Tarihin Sonu” diyordu olanlara. SSCB patronajındaki…
Hiç hazzetmediğim bir ifadedir;”Ben demiştim, ben yazmıştım” diye söze başlamak. Ama bazen kaçınılmaz oluyor. Bir kerelik izin verin, çünkü bu olabilecekleri 9 Kasım 2012’de Cumhuriyet’teki köşemde, “Kara Paraya Ak Parti Aklaması…” (*) başlığıyla yazmış ve altın üstünden kara para aklamanın sadece İran’ın alacağını külçe altınla ödeme ile kalmadığını, “altın mevduatı”na getirilen teşviklerin bu yolu iyice açacağını belirterek şu uyarıyı yapmıştım; “Bu vurdumduymazlık ya da cüret sürerse Türkiye’nin başına çok iş açılır ya da açmak isteyenler şimdi kullanmadıkları bu kozu, zamanı geldiğinde, kullanmakta hiç tereddüt etmezler”. İşte o zaman geldi. ABD’ye kafa tuttuğunu sanan RTE ve çevresinin etrafındaki çember şimdi hızla daraltılacak. Bu kozu çoktandır vermişler ve “kibir sendromu” ile dokunulmaz olduklarını sanıyorlardı. ABD fena halde dokunabilir. ABD Hazine Müsteşarı David Cohen’in operasyon günlerinde İstanbul’da bankalarla toplantı yapması, Halkbank’ı konu etmesi, tesadüf değil. Zaten kara paracı ülkeler sıralamasında gri listede olan Türkiye’nin “kara liste”ye alınması işten değil. Olanları hem hatırlatıp hem güncelleyeyim…
FATF…
Gelişmiş 7 ülkenin 1989’da kurduğu ve daha sonra Türkiye’nin de katıldığı ve taahhütte bulunduğu, “Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine İlişkin Mali Çalışma Grubu (Financial Action Task Force, FATF), Türkiye’yi, Kara Para ile Mücadele mevzuatında stratejik açıkları bulunan ülkeler listesinde gösteriyor. Türkiye’nin dışında bu grupta yer alan ülkeler arasında Endonezya, Pakistan, Suriye,Yemen, Etiyopya, Ekvator ve Nijerya da var. 18 Ekim 2013 tarihli FATF bülteninde Türkiye’nin özellikle “terörün finansmanı” konusunda eksik kaldığından söz ediliyordu (bkz: fatf-gafi.org, Public Statement 18 Oct.).
9 Kasım’da yazdığım yazıda şöyle demiştim; “ AKP rejimi, kara paracı sicilden sıyrılmak yerine bunu pekiştirecek icraatlar içine girdi. Bunlardan biri malum; İran’a olan enerji fatura borcunu ‘altın ihracatı’ şeklinde yapma katakullisi. Son aylarda ödemenin adresi İran’dan BAE’ye çevrildi ama alıcı yine İran… Bu işlemin faturasının eninde sonunda Türkiye’nin önüne konulacağı açık. Ama esas lafı bankalardaki altın mevduatına getirmek istiyorum.”
ALTIN MEVDUATI İLE…
AKP rejiminin yastık altındaki birikimleri “ekonomiye kazandırmak” gibi masum ve itiraz götürmez bir gerekçeyle başlatılan altın mevduatı uygulaması kara para aklamanın diğer bir ayağı oldu. Yastık altında 5 bin ton altın bulunduğu, bunun karşılığının 300 küsur milyar dolar ettiği gibi “şehir efsaneleri” yayıldıktan sonra bunu ekonomiye çekmek “farz” haline getirilince, “kara para aklama ihtimali” de “Olacak o kadar”a döndü… Bunun için de Merkez Bankası , bankaların TL “Kanuni Karşılıkları”nın yüzde 30’a varan kısmını altın olarak tutabilecekleri kararını aldı önce. Bu, altına hücumu kızıştırdı. Bankalar, hesaplara faiz vermedikleri için “altın hesabı” açılması yoluyla altın toplamaya ve MB’ye karşı olan yükümlülüklerini yerine getirmeye başladılar. Böylece, bankaların kârlılığı da arttı. Altın mevduatı çok değil, 3 yıl önce 2 milyar TL’yi ancak bulurken 2013’ün Ekim ayı sonunda 21,8 milyar TL’ye ulaşmış durumda. Yüzde 990’ın üstünde artış!.. Üç yıl önce bankaların topladığı mevduatın sadece yüzde 0.3’ü altın mevduatıydı. Ekim 2013’te altın mevduatının payı yüzde 2.5’e çıktı.
Bankaların altın hesabı müşterileri arasında sadece sıradan kişiler değil, altın işiyle uğraşan şirket, esnaf ile yabancılar da var. Altın hesapları ağırlıkla vadesiz. Altın sahibi, hesap açtırıyor, banka, hurda altınını rafineriye gönderip külçe altına çeviriyor. Sahip de isterse hemen altınını geri çekebiliyor. Rafinaj masrafını banka karşılamış oluyor. Ama banka da bir komisyon alıyor. MB’nin kârı ne? MB de rezerv şişiriyor bu yolla. 2013 Kasım itibariyle 135 milyar dolar görünen döviz rezervinin 21 milyar dolarlık kısmı altın mevcutlarından oluşuyordu.
KARA PARAYA YOL…
Altın mevduatı patlamasının arkasındaki gerçek, bunun, kara paracılara yol olmasıydı ve AKP rejimi, “aklama”yı dert etmeyerek bu kapıyı açtı. Bir kere bankalara getirilen altının miktarı ne olursa olsun, kaynağı, nereden buldun, sorusu sorulmuyordu. Üstelik, birileri dışarıdan mesela İran’dan, Rusya’dan, Azerbaycan’dan kara para getirip Türkiye’deki kara para çamaşır makinalarında yıkayabilirdi ve yaptılar da. Her tür yerli-yabancı kara para sahibine gün doğdu. Ekonomiye sokamadığın kara paranla piyasadan bilezik vs. olarak altın alırsın. Sonra bunu bankaya götürürsün, banka senin için hesap açar, altınını külçe altına dönüştürür. Sen de bunu gönül rahatlığıyla gider geri alır, satar ve dolara çevirirsin, bankada yıkandığı için artık temizdir ve İsviçre’ye mi, başka ülkeye mi olur, dilediğince transfer edersin…
Bu yolla yerli-yabancı milyarlarca kara para sahibinin, AKP rejimi marifetiyle, Türk banka sistemini kullanarak kirli milyarlarını akladığı gün gibi ortadaydı ve bu işlerle uğraşan Rıza Sarraf gibilerinin, rüşvet mekanizmasını işleterek yol aldıkları da izleniyordu. Vakti geldi, düğmeye basıldı…Ya şimdi?
KARA LİSTE…
RTE’nin soruşturma ekibini değiştirme ve yönetmelik değişikliği ile kontrol altına alma çabası, karaparanın aklanması ile ilgili mücadele konusunda OECD düzeyinde ‘gri liste’ içinde bulunan Türkiye’yi kara listeye doğru sürükleyebilir. ABD, bunu isteyebilir. Kara para içeren yargıdaki soruşturmayı, yürütme ile kontrol altına alınmak istenmesi, hazmedilir şey değil. Bu, Türk bankalarına uluslararası blokaj uygulamasını getirebilir. Türkiye’nin gırtlağına basılması demektir, bu. Ne dış yatırımcı iştahı kalır, ne dış dünya ile ticarette güven. Hele ki, RTE-Davutoğlu ikilisinin El Kaide’yi koruyup kollamak gibi bir sicili var ise ,”terörün finansmanı” suçlamasıyla ABD’ye gün doğdu demektir. Kara para aklayıcılıkta sicili iyice kabararak kara listeye alınmak, doğrudan krize koşar adım gitmek , dövizin , hiçbir MB müdahalesinin kâr etmeyeceği biçimde hızla tırmanması demektir, ki ABD için artık elde bu koz vardır…
(*)Ayrıca bkz: mustafasonmez.net, Kasım 2012 yazıları