Yerel seçimlerin ardından yapılan birçok değerlendirmede, seçimin sonucunun ortaya çıkardığı “vahim gerçeğin” yeterince anlaşılamadığı görülüyor. Bu da birçok kişiyi  karamsarlığa itiyor.

31 Mart sabahı sandığa giderken seçmenin belleğinde bakın neler vardı;  her seçmen hangi “arşiv”le oy kullanmaya gitti, sıralayalım;

Halkbank Genel Müdürü’nün evinde, ayakkabı kutuları içine saklanmış durumda 4.5 milyon dolar para çıktı. Eski İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlunun evinde 1 milyon 200 bin lira nakit para, para sayma makinesi, 6 çelik kasa bulundu. Güler, oğluna “İşadamına danışmanlık yapıyorum de” diye öğüt vermişti. Güler’in, İranlı Zarrab’ı ve yakınlarını  TC vatandaşı yapmak ve ayağına dolanan polis müdürünü görevden alarak işadamına özel koruma sağlamak için 10 milyon dolar aldığı iddiaları fezlekeye girdi.
Eski bakanlardan Zafer Çağlayan’a aynı işadamı 700 bin liralık saat hediye etti, özel uçağıyla ailecek umre gezisine gönderdi.  Çağlayan’ın adının bir rüşvet listesinde yer aldığı, 20 milyon doların üzerinde rüşvet verildiği fezlekeye girdi.
Eski bakanlardan Egemen Bağış’a çikolata tepsisi ve elbise torbalan içinde milyonlarca dolar verildiği fezlekeye girdi.
Ülkenin Başbakan’ın, istediği işadamına ihale verdiği, beğenmediklerine verilen ihaleleri iptal ettirdiği ortaya çıktı.
Başbakan’a deniz kenarında villalar verildiği ortaya çıktı.

Başbakan’ın oğluna “Evdeki “paraları sıfırlayın” talimatı verdiğini tapelerden duyduk, evdeki paraların dağıtıla dağıtıla bitirilemediğini, elde kalan 30 milyon Euro’nun “villa  alınarak eritilmeye çalışıldığını” dinledik.
 İşadamlarına havuz kurdurularak medya kuruluşlarının el değiştirdiğini öğrendik. Başbakan’ın oğlunun kurduğu vakfa, devlet ile iş yapan işadamlarının milyonlarca Euro bağışta bulunduklarını öğrendik.
Başbakan’ın, Adalet Bakanı’na talimat vererek yargıya müdahale çabası içinde olduğunu, bazı davalardan mahkûmiyet çıkmasını istediğini öğrendik.
Deniz Baykal’a ve bazı MHP’lilere kurulan şantaj tuzaklarında hükümetin parmağı olduğu anlaşıldı. Ve daha neler neler…

SEÇMENE GELİNCE…

Bunları sağır sultan bile duydu. 53 milyon oy hakkı olup da sandık başına giden 47 milyonu, yani yüzde 89’u da duydu bunları. Bu duyumlarla, bu bellekle sandığa giden seçmenlerden 20 milyonunun RTE ve çevresine “Evet” oyunu vermesi, üzerinde tekrar ve tekrar düşünülmesi gereken bir durumdur.

Yolsuzluk, rüşvet ahlak dışı bir tutumdur ve bunu yapanları yeniden seçerek bu ahlaksızlığa karşı olmak bir yana, destek verildiği söylenebilir ki, bunu az sayıda bir grup yapsa olabilir, der geçersiniz ama 20 milyonluk bir AKP seçmeninden söz ediyoruz. Hüseyin Yayman isimli bir ekran gülü, seçmenin oy verdiğini ama “yolsuzluklardan hesap sorulmasını bekliyoruz” mesajıyla verdiğini söyleyip duruyor. Nasıl anlamış bunu Yayman? Mazeret pusulası mı iletmişler tek tek…Seçmenin, “Yapılmışsa da hayır işleri için yapılmıştır, kişisel amaçlar için kullanılmamıştır” diye düşünmesi de bir başka vehamet !..Hukuk devletine inançsızlığın, hukuk devleti kapsamında kamu kaynaklarını kullanmak yerine, aslı rüşvet, yolsuzluk kaynağı olan milyarlarca liralık kaynağın ikinci “örtülü” yasa dışı ödenek olarak kullanılmasına rıza göstermek vahim ötesidir!.. Böyle bir şeye onay veren kitleler, sadece biat eder, birey olamaz, böyleleri ile demokrasi filan değil, ancak  okkalı bir faşizm inşa edilir!..

MESAJ AÇIK…

Seçim sonuçlarının ortaya koyduğu ve RTE ile kliğini cesaretlendiren net bir mesaj var; Bundan sonra, işlenmiş suçların üstüne her gidiş, “Hırsızlıklar ne oldu?” diye her soru,  bu kitle tarafından “sivrisinek vızıltısı, yine aynı terane”, olarak nitelendirilecektir. Ortaya artık ne usulsüzlük çıkarılırsa, bu kitle bunu “yeni bir komplo” olarak niteleyecektir. Bu da RTE ve kliğini daha da cesaretlendirecektir. Arkada, yüzde 43-45’i bulan bir sandık onayı varken yasa, Anayasa hak getire diyerek, bildiklerini okuyacaklardır. Twitter yasağını kaldıran Anayasa Mahkemesi’ne saygı duymadığını bildirmek bu cüretin yeni bir örneğidir. Rejim, hukuk karşısında tek güvence olarak bu “sandık” rızasına güvenmiş ve en azından şimdilik hukuk, sandık karşısında aciz kalmıştır, ama şimdilik…

Kuvvetle vurgulamak istediğim şudur; AKP’nin arkasındaki bu kitle, bir zamanlar ANAP’ın arkasında olan kitle değildir. Bazı analojiler yapılarak ANAP nasıl eridiyse, AKP de öyle erir, denilmektedir. Yanıltıcıdır. RTE ve kliği yıllara yayılan biçimde açıkça “Dokunulmaz olduklarına” abartılı güvenle çeşitli suçlar işlemişlerdir.Yapılan bir kozmik toplantıda RTE’nin şu sözleri sarf ettiğinden söz edilmektedir; “Ya bu seçimden ne yapıp edip galip görüneceğiz ya da hepimiz Mamak Cezaevi’ni boylayacağız”.  Bu bir rivayet değilse bile gerçeğin doğru ifadesidir. Türkiye toplumu hiçbir zaman, muhalefete düşmüş ana muhalefet lideri, bir RTE görmeyecektir. Ya faşist bir yönelişin koyulaşmasıdır sonuç ya da radikal bir son!..Bunun ortası olmayacaktır. Sandığa canhıraş biçimde sarılma, hile-hurdayı pervasızca icra,  bu nedene dayanmaktadır.

İŞBİRLİKÇİLİK

Bazıları için dile getirilmesi acı da olsa, AKP’ye oy veren 20 milyonun tamamı olmasa da önemli bir kısmı, bu bahiste gönülden işbirlikçi davranmakta, RTE’nin kaybını her hal ve şartta kendi kayıpları, “zaferini, kendi zaferleri” olarak görmektedirler. Bunlar arasında AKP döneminde işe girdiği için bunu bir lütuf olarak gören işçiler de vardır, AKP döneminde karısını, kızını dilediği kılıkta devlet kurumlarına, okula  sokabildiği için AKP’ye minnettar olan da vardır, AKP’nin müteahhit ağında iş alabilen küçük taşeron da vardır, AKP’li olduğu için rakibini dize getiren sendikacı, meslek kuruluşu yöneticisi, bürokrat, polis şefi, subay vb . de vardır.

Daha da korkutucu olan, AKP ile her işbirliği yapanın bal tutarak parmağını yaladığını görenin güçlüden yana tercih kullandığı ve “bir şeyin değişeceği yok, en iyisi ben de o taraftan görüneyim”, eğiliminin güç kazanmasıdır. Kürt siyasetinin yakından tanıdığı Ümit Fırat, Zaman gazetesinde yer alan söyleşisinde Kürt seçmenlerin bölgede BDP’ye, Batı’da ise AKP’ye oy vermiş olabileceklerini ifade etmiş. Önemli bir iddiadır, çünkü bazı Kürt seçmenler bile, kendi beklentilerinin, tüm hastalıklı yapısına rağmen, CHP ve diğer partilerce değil, ancak AKP ile yerine getirilebilme ihtimaline inanmaktadırlar. Bu da örtülü olarak “güce inanma, güçe tapınma”nın bir başka tezahürüdür.

BİZ VE ONLAR…

AKP’nin belki de Türkiye tarihinde hiçbir siyasi parti örneğinde görülmedik biçimde böyle bir parti-kitle ilişkisini 12 yılda gerçekleştirmiş olması önemlidir. Bu yapı,  yaşanan 3 genel seçim, 3 yerel seçim ve bir referandum sınavında pekişerek büyüdü , ancak 2009 yerel seçiminde küçük düşüşler gösterdi . Bu trend, RTE’nin “Biz ve onlar” biçimindeki ayrıştırma, kutuplaştırma, bunun gevşediği zamanlarda yüksek gerilimle ayrışmayı körükleme politikalarının başarıya ulaşmasıyla gerçekleşmiştir.

Böyle bakınca, CHP’nin son seçimde, AKP’ye karşı,  kimle, nerede kazanabileceksek, onunla; mesala İstanbul’da “Çare Sarıgül” demesi,  belki de bu kaçınılmaz “çaresizliğin” sonucudur.

Hiç olmasa bundan sonrasında farkında olunması gereken şey, AKP’nin bu kitle ilişkisinin kimyasıdır; bu kitlenin büyük hayal kırıklıkları yaşamadıkça RTE’nin her despotluğunun, anti-demokratikliğinin arkasında duracağı, bunun için gerekirse sokağa da ineceği, paramiliter kadrolaşmaya gideceği bir gerçektir. Bu güç gösterisinin,  yeni kararsız ve ümitsiz kitleleri de peşine takabileceğini unutmamak gerekiyor.

RTE için de, rejimin eksik kalan inşası sürecinde her hukuksuzluğu yapabilmenin sigortası, bu kitleyi arkasında tutmaktır. Bunun için de onu hoşnut kılmak, onun istediği şeylere direnmeyip vermektir.

KAYIRMA…

Ekonomik türbulansların tek başına AKP kitlesini eriteceğini ummak, boş bir hayaldir. RTE, dünya gerçeği ile hareket etmeye çalışan Babacan, Şimşek gibi bakanlarına rağmen, ekonomiyi de “biz ve onlar” şeklinde dizayn etmektedir ve edecektir. Son örnek, faizleri indirin, talimatıdır. Burada önemli olan, ekonominin tümüne böyle bir kararın etkisinin ne olacağı değil, RTE’ye biat etmiş başta inşaatçılar olmak üzere diğer iş dünyasının beklentileri ve çıkarlarıdır. Onlara iyi gelen, partiye iyi gelecektir ve gerisi teferruattır. Keza, yaşanabilecek bir türbülansta da “bizden olanlara” maliyenin kaynakları öncelikle kullandırılırken “onlar”a zırnık koklatılmayacak ya da kaosun yükünü “onlara” ödetecek politikalar izlenecek, AKP’li kitle yine ayakta tutulacaktır.

VE KÜRT KARTI…

Yakın gelecekte RTE’yi bekleyen önemli bir satranç hamlesi, Kürtlerin talepleriyle ilgilidir. AKP’nin muarızlarının ekonominin yanı sıra ikinci umutları, RTE’nin Kürtlere istediklerini (her neyse o, anlamak kolay değildir) vermeye kalkarken kitle kaybetmesidir. Kürt siyaseti bunca yaşananlara rağmen, geçen yıl umduğu “Kazan-kazan mümkün” beklentisini koruyor mu, bilmiyorum. Açık olan şu ki, mesele, bir kıymık kayıp bile olacaksa, buna RTE’nin hiçbir şekilde yanaşmayacağı, gerekirse Kürt siyaseti ile sıcak savaşı göze alacağı ve bunu da kitlesini yeniden konsolide etmenin aracı olarak kullanmaya çalışacağıdır.

***

Bütün bu durumdan elbette ümitsizliğe kapılmamak, ama yanlışta da ısrar etmemek gerekiyor. Öncelikle aynayla yüzleşmek, yapılmış hatalarla ve karşı karşı karşıya olduğumuz resim ile yüzleşmek gerekiyor. Bu yapılabilirse, doğru bir mücadele hattının yakalanması, AKP’nin oyunlarının bozulması,  hâlâ mümkündür. Çünkü Tarzan hâlâ zor durumdadır…

 

Written by Mustafa Sönmez