7 Haziran seçimlerinden tek başına iktidar olma şansını elde edemeyen Ak faşizmin, her tür koalisyon ihtimalinin önünü tıkayarak 1 Kasım’da yeniden seçim şansını kullandığını ve yeniden tek başına iktidar olma imkanı bulduğunu yaşadık, gördük.

Bunu nasıl başardığını da gördük ve hiç unutmayacağız. “Seni başkan yaptırmayacağız” şiarı ile 7 Haziran’da seçim barajına meydan okuyup yüzde 13 oy alan Kürt siyaseti ağırlıklı muhalefete savaş açarak 1 Kasım seçimlerine gittiler.

Ölüm ve sıtma

Suruç ve Ankara’da gerçekleştirilen IŞİD katliamlarıyla 134 insanın katlinden medet umdular. Ayrıca, Kürt illerini ablukaya alarak çoluk-çocuk demeden gerçekleştirilen sürek avı ile sonuç almak istediler ve 600’e varan can kaybı ile istedikleri oldu. Yarattıkları korku, panik havası, yaydıkları iç savaş tehditi, merkez medyayı basarak, korkutarak, HDP ile CHP ile dayanışanları sindirerek , kısaca kitleleri “ölümle korkutup sıtmaya razı ettiler”.

Seçimde her türlü hile-hurdayı, hukuk dışılığı, medya imkanlarını kullandılar. Terörle muhalefete miting yapma imkanı bile bırakmadılar.  Sonuçta, partisinin performansından memnun olmayan, savaş konseptini onaylayan MHP’li seçmenden, bir miktar da korkudan, tehditten yılan Kürt seçmenden oy alarak yüzde 49 ile tek başlarına iktidar olma şansını yeniden yakaladılar.

Kendilerinin bile ummadığı yüzde 49’luk oya ulaşmada korkutmanın, terörün seçmeni teslim almada işe yaradığını test eden Ak faşizmin, bunu bir yöntem olarak kullanmaya devam edeceği çok açık.

Kürt kartı yerine…

Ak faşizm, 2015’te bir şeyi daha netleştirmiştir; İstediği rejimin inşa sürecini tamamlamada, bu tarihe kadar ine kalka kullanageldiği Kürt kartını, MHP kartı ile değiştirmek gibi bir seçenek vardır ve bu, diğerinden daha az maliyetli, daha kullanışlıdır.

Hepimiz biliyoruz ki, AKP, iktidara geldiği 2002 Kasım’ından sonra kendisine alan açıp, potansiyel tehlike gördüğü muhaliflerini Ergenekon, Balyoz gibi kumpaslarla yok etme sürecinde, “demokratikleşme, sivilleşme” masallarıyla, sol liberalizm kadar, Kürt siyasetinden de destek gördü, en azından engelleme görmedi. Kürt siyasetini, İslamcılarla beraber Cumhuriyetin mağdur ettiği ve omuz omuza vermesi gereken müttefikler masalına, neredeyse inandırdı.

Uzun zaman CHP’de hakim ulusalcı çizginin Kürt sorununa herhangi bir çözüm öneremeyip, “devletçi” tavrında devam etmesi, Kürt siyasetini, “çözüm umuduyla” AKP’ye mecbur etti. Kürt siyaseti, birebir AKP’ye biat etmedi, ama başka muhatap olmadığı gerekçesiyle, sürekli bir “çözüm pazarlığı” içinde görüntü verdi.

Boş “açılımlar”…

İçi boş, soyut ve oyalamalarla dolu “Açılım, Oslo, İmralı, Dolmabahçe  müzakereleri” nden hiçbir somut sonuç çıkmadı. Çıkamazdı da. Çünkü Kürt siyasetinin asgari demokratikleşme programı, Ak faşizmin hızla merkezileşme, otoriterleşme, hatta totaliterleşme programına taban tabana zıttır. Kürt siyasetinin talep ettiği kimliğin tanınması, anadilin özgürce kullanılması, yerinden yönetime imkan tanıyacak şekilde merkezin bir kısım yetkilerini yerele devretmesi türü demokratik talepler, AKP’nin kimyasına hiçbir şekilde uygun değildir.  Ama AKP, uzun süre bunları anlıyormuş gibi yaparak ve istismar ederek  bir kısım Kürt seçmenin oyunu basamak yapmada ve tek başına iktidarda durmada hiçbir beis görmedi.

Kopuş ve MHP

Bu samimiyetsiz tavır, 7 Haziran seçimleri ile bozuldu ve seçim barajına meydan okuyan HDP, Batı’daki demokratların, sosyalistlerin de desteğiyle yüzde 13 oy alarak AKP’yi tek başına iktidar olamayacağı gerçeği ile yüz yüze bıraktı. Dolayısıyla 7 Haziran, AKP ile Kürt siyasetinin muhataplığında bir kopuş tarihi oldu aynı zamanda.

“Seni başkan yaptırmayacağız” şiarı, Kaçak Saray’daki RTE’nin masayı devirmesine yetti ve atılan köprüler ile birlikte savaş tamtamları da çalmaya başladı. Artık yeni bir müttefik gerekiyordu, boşluğu doldurmak için. O da MHP olacaktı.

MHP yönetimi, 7 Haziran sonrası izlediği kabız, negatif duruş ile tabanının tepkisini çekiyordu. Taban, iktidar nimetlerinden yararlanmak istiyor ama liderleri Bahçeli “Mr.No”yu oynuyordu. Bu memnuniyetsizliği sezen Kaçak Saray, MHP’li tabanı yanına çekmeye de yarayacak savaş konseptinin düğmesine basmada tereddüt etmedi. PKK ile alevlendirilecek çatışmalarla birlikte yükseltilen “Tek devlet, tek bayrak,tek millet” söylemi, şoven duruşlar, Tuğrul Türkeş’in AKP’ye transferi, yeni müttefik MHP’ye dönük hafriyatın işe yarar başlangıcıydı. 1 Kasım sonuçları, sonuç alındığını gösteriyordu ve burada hafriyatı sürdürmeye müsait bir topoğrafya vardı, ilerlenebilir, MHP, Ak faşizme entegre edilebilirdi. Artık bunun üstünde çalışılacaktı.

Başkanlık rüyası…

1 Kasım seçim “zaferi” sarhoşluğuyla Ak faşizm, rejime engel gördüklerine fütursuzca tehditler savurmada, biat istemede hiç gecikmedi. Özellikle merkez medyadan beklenen biat, hiç gecikmedi. Doğan Grubu, “Yeni bir sayfa” taahhüdü ile aman diledi. Bu tavrı, biat  istenen iş dünyası da göstermeye başladı. İzleyenler çıkacaktır. Aynı anda 1 Kasım seçim sürecinde pek dile getirilmeyen Kaçak Saray’ın rüyası Başkanlık tartışmaları da hemen tedavüle girdi. Korkutarak, terörle, iç savaşla tehdit ederek kitleleri teslim almak işe yarar bir yöntem olduğunun test edilmesi, RTE’nin başkanlık sıtmasını yeniden uyandırmıştı.

Başkanlık için en az 330 milletvekilinin oyu gerekiyor. Bu sayı referanduma götürüyor. Referanduma gitmeden sadece TBMM’de gerekli oy sayısı 367. Başkanlık veya anayasa değişikliği için 330 – 366 oy çıkarsa referanduma gidiliyor. AKP’nin şu an milletvekili sayısı 316.  Yani bu durumda referandum yolu görünüyor. Referandumda yüzde 50’den fazla başkanlık için evet oyu çıkarsa başkanlık sistemi hayata geçiyor. Ancak referandum sonrası, yeni yetkilerle başkanlık seçimi tekrar yapılır mı, bu henüz belli değil.

Hem AKP üst yönetiminde, milletvekilleri arasında, hem tabanda başkanlık sistemine yakın durmayanların bir hayli yüksek olduğu biliniyor. Anket sonuçları da bunu gösteriyor. Bununla birlikte RTE’nin bu kumarı da oynama ihtimali yüksek.

1 Kasım seçimi sonrası, RTE’nin bu ihtirasını bilen ve yeniden müzakere ihtiyacı içinde olan bazı HDP’lilerin, başkanlık modelini AKP ile diyalog köprüsü kurma ve masaya oturmada bir araç olarak kullanmak istedikler gözlendi. HDP sözcüsü Ayhan Bilgen’in “Başkanlığı tartışabiliriz” sözü Cumhuriyet’te manşet olunca, “Seni başkan yaptırmayacağız sözü ne çabuk unutuldu?” diye yoğun tepki verildi. Neyse ki, Eşbaşkan Demirtaş’ın, duruşumuzda bir değişiklik yok, güçlendirilmiş parlamento, güçlendirilmiş yerinden yönetim istiyoruz sözleri, yapılan gafı şimdilik düzeltmiş oldu.

Yeni dönem ve mücadele

Bundan sonrası aşağı yukarı belli: Ak faşizm, yeni koltuk değneği MHP ile daha milliyetçi ,şoven bir çizgiyi, tüm muhalefete karşı baskıcı, zorba hukuk tanımaz yönetimini koyultarak sürdürecek. Kürtlerin özgürlük mücadelesine kan ve ateş ile cevap verilecek. Ne var ki, bunun aynı zamanda AKP’yi yıpratacak bir tercih olacağı da aşikar.

AKP, yeniden iktidar döneminde üçlü baskı altında iktidarını sürdürmeye çalışacak: 1) Kürtlerin direnişi, 2)Ekonomik kırılganlık, 3) Hak ve özgürlükleri savunma mücadelesi…Kürtler, meclisteki 60 milletvekilinin parlamentodaki direnişinin yanı sıra bölgede sokakta sürdürdükleri sivil mücadele ve dağdaki silahlı mücadele ile AKP’nin korkulu rüyası olmayı sürdürecekler.

Önemli dış borç yükümlülükleri olan Türkiye kapitalizmi, dışa bağımlılığının ağır bedelini, bu yeni dönemde daha derinden yaşayacak ve yaşatacak. Yabancıların çekilişi ile birlikte doların hızlı tırmanışı, birçok çatlağın kırığa dönüşmesine yol açarken bunu çarşı-pazar derinden hissedecek ve ekonomik hoşnutsuzluklar hızla artacak.

Ak faşizmin sandık gücünden cüret bularak her tür demokratik hak ve özgürlükleri tırpanlama çabası, hem Meclisteki hem sokaktaki muhalefetten, bütün faşist baskılara ve yıldırmalara karşı direniş görecek. Özellikle krizin eşiğine gelinmesi ile birlikte işçi hareketinden umulmadık patlamaların yaşanması muhtemel.

AK faşizme yönelik bu  üçlü baskının demokratik muhalefet bileşenleri tarafından koordine edilmesi, güçbirliği ve dayanışmanın örgütlenmesi gerekiyor. HDP, yüzünü CHP’ye daha çok dönerken CHP’nin de Kürt siyasetinin beklentileri ile ilgili daha duyarlı bir tavır içinde olması, dayanışmayı artıracaktır.

Özellikle Kürt siyaseti anlamalıdır ki, Kürtlerin demokratik talepleri, tüm diğer kimliklerin demokratik talepleri, ezilen sınıfların özgürlük, demokrasi, adalet taleplerinden kopuk değildir ve kazanım, ancak bunun bir bütün olarak  algılanması ve bunlar için birlikte mücadele verilmesi ile kazanılabilir.

 

Written by Mustafa Sönmez