1 Kasım seçimlerinin sonuçları herkes için sürpriz oldu sayılır. Başta anket firmaları olmak üzere, yorumcular, siyaset analistleri, bu ölçüde bir AKP oy artışı beklemiyorlardı.

Aslında Kaçak Saray tarafından sahneye konan iddia karmaşık değildi. 7 Haziran seçim sonucunu hazmedemeyen ve olası bir koalisyonun önünü mutad hukuk dışı davranışlarıyla tıkayan Kaçak Saray’daki, sahneye çok açık bir oyun koydu: Kaos senaryosu. Savaş çıkaracaktı PKK ile.

Bunun için, eldeki açık-örtülü bütün devletin silahlı güçlerinin yanı sıra, manipüle edilen IŞİD canileri de kullanıldı. Amaç şuydu: Saldırarak  PKK’yı da savaşa sürüklemek, başta Güneydoğu’dakiler olmak üzere kentleri savaş meydanına çevirip sivil halkı canından bezdirmek, bu savaşta PKK’yı doğrudan karşısına almayacak HDP’yi böylece başta Kürt seçmenden olmak üzere herkesten soğutmak, barajın altına düşürmek. İkinci beklentisi, savaşan güç olarak başta şoven-milliyetçi MHP seçmenini yanına çekmek, böylece MHP’nin altını oymak.

Senaryo, 30 küsur gencin ölümüyle sonuçlanan Suruç katliamına engel konulmayarak sahneye konuldu, ardından iki polisin, öncesinde bir astsubayın Adıyaman’da ölümüyle savaş çırası yakılmış oldu.

Kaos-savaş senaryosu buydu ama, dönüp sahibini de vursun diye bekledik. HDP, barışın dilini terk etmeyerek kitlesini konsolide etmeye çalıştı ve özellikle Güneydoğu dışında kalan Kürt seçmenin AKP’ye döneceğine ihtimal verilmedi.

PKK, savaşsa savaş, deyip onlarca cenazeyi Anadolu’ya gönderdikçe tabut başındaki feryatların dönüp AKP’yi vuracağı , MHP’den oy almak yerine MHP’ye oy getireceği sanıldı, o da olmadı.

Kaos-savaş senaryosundan bekleneni sonunda AKP, özellikle 10 Ekim katliamı sonrası ortaya çıkan korku tufanı, iç savaş tehditleri karşısında sinen, büzülen kitleden aldı. Can Dündar’ın iyi benzetmesi ile “Ölümle korkutup sıtmaya razı etti”. Yenilmiş AKP, koalisyon belirsizliği ve jeopolitiğimizdeki büyük risklerin getireceği ekonomik kaostan da korkan sağ seçmen, özellikle MHP seçmenin bir kısmı, güçlüye sığındı, AKP’ye oy attı.

İki oyuncu

Bugünden geriye bakıldığında, iki aktörün yanlış tutumlarının AKP’nin değirmenine su taşıdığını söyleyebiliriz. Birinci aktör MHP lideri Devlet Bahçeli’dir. Bahçeli, 7 Haziran seçimleri sonrası, tamamen HDP alerjisi üstüne izlediği “Mr.No” olarak, negatif siyaseti ile hem kendi kitlesini öfkelendirdi ve AKP’ye kaçırttı, hem de Kaçak Saray’dan hesap sorabilecek AKP dışı bir koalisyon ihtimalini dinamitledi. MHP’nin bu negatif siyaset çizgisi, kendi tabanının dağılmasında en etkili etken oldu.

Ak faşizmin , yanlış siyaset ile değirmenine su taşıyan ikinci aktör PKK-Kandil oldu. Savaş senaryosuna, pasif durmak, karşılık vermemek de bir yoldu. Bütün saldırılara karşı bu kez mazlum ve mağdur görünme şansı vardı. Zor ve yüksek tahammül isteyen bir seçenekti ama denenebilirdi. Bunu yapmak yerine, PKK, şiddete şiddetle karşılık vermeyi seçti. Bununla 7 Haziran’da yüzde 13’ü bulan kitlesini konsolide edeceğini sandı. Kandil’e bakılırsa HDP’ye verilmiş ödünç oy da yoktu ve HDP ödünç oylara teşekkür etmekle yanlış yapmıştı. Kandil’in HDP karşısındaki bu üstten ve sığ tavrı, 1 Kasım’da HDP’yi baraj altına bile itebilirdi. O zaman, ortaya telafisi daha da zor bir yenilgi çıkardı. Buna bile yatıp kalkıp şükretsinler.

Sonrası ve Kürt sorunu

Bundan sonrasında neler olacağı sır değil. Sandıktan istediğini elde eden Ak faşizm, bıraktığı yerden devam etmek isteyecektir. Meclis aritmetiği Başkanlık sistemine imkan vermiyor, AKP’nin bir kısmı da Başkanlık istemiyor.Ama fiili başkanlıktan geri durmuyor Kaçak Saray’daki. Ak faşizm, tabandan MHP ile kurduğu koalisyon üstünden  MHP’nin altını biraz daha oyarak gücünü daha da pekiştirmek isteyecektir. Buna milletvekili transferleri de dahil. Dolayısıyla MHP üstüne çalışma, AKP’nin güneminde kalmaya devam edecektir.

MHP’li unsurları da içine almış bir AK faşizmin, bu saatten sonra   Kürt sorunu konusunda “güvenlikçi-savaşçı” tutumdan  “müzakereci” tutuma geçmesine pek ihtimal yok. Artık, Kürt siyasetini kandırmaya ihtiyacım yok, diyerek masalardan uzak duracaktır. Kürtlere, ancak Barzanileşmeleri , PKK’dan uzaklaşmaları kaydıyla, bazı küçük lolipoplar dağıtılacağı söylenecek ve HDP’den uzaklaşmaları istenecektir.

Kürt siyasetinin savaş diliyle PKK üstünden, iktidarı masaya oturtma çabası olursa, bunun işe yaramayacağını bilmek gerekir. Kürt siyaseti, yine HDP üstünden, Türkiyelileşme şiarını terk etmeden ve ayrılıkçı-bölücü algılara yol açmadan, kardeşlik içinde tüm demokratik haklarını kitlesel barışçı yöntemlerle, tüm halklarla dayanışarak sağlama yolundan sapmamalıdır. Kandil’in bunu görmüş ve bu dersi çıkarmış olması gerekir.

Ne var ki, Ak faşizmin PKK ile karşı karşıya gelme sahası sadece TC toprakları değil artık. Suriye-Irak coğrafyasında, ABD ile Rusya ile hatta öteki IŞİD karşıtı güçlerle birlik olan PYD’ye dönük AKP iktidarı saldırıları, TSK ile PKK’yi yeniden çatıştırabilir.  Bu çatışmaların, içeriye, linç tutkunu faşistlere ne tür gerekçeler sunacağını, HDP hanesine ne maliyet yazacağını  PKK  iyi hesap etmelidir.

1 Kasım’dan MHP oylarıyla güçlenerek çıkan Ak faşizmin, şantiyesine dönüp yarıda kalmış öteki faşist inşadan uzak durmayacağı bilinmelidir. Yargıyı daha da kontrol altına alma, FG Cemaatinin iyice belini kırma, muhalif gördükleri merkez medyayı, onların arkasında duran merkez sermayeyi sindirme, biata zorlamada, “Nerede kalmıştık?” diyerek devam edecekler. Kent suçlarına, yağmalara, mega projelerine, “mikro reformlar” arı altında emeği köleleştirme planlarına  devam etmek isteyecekler.

CHP

1 Kasım’da  CHP, oylarını korumuş ve milletvekili sayısını 2 adet artırmış görünse de başarılı sayılmaz. Zaten kendileri de saymıyorlar. Ama sürece etki etme kapasitelerinin tek başlarına yeterli  olmadığını gördüler. Savaşa, ancak barış dilini koruyarak ve HDP’yi kollayarak sınırlı ölçüde tutum geliştirdiler. PKK’nın savaş dilini onaylamadılar ama isteseler de kaos senaryosunu engelleyemediler.

Bazı CHP seçmeni, HDP’nin abartılı özgüveni ile yüzde 17-18 oy tahminini duyunca, baraj sorunu kalmadığını düşünerek, bazıları da Güneydoğu’da HDP’nin de onaylamadığı “özyönetim müsamereleri”ni görünce ödünç oylarını geri çekti HDP’den ve CHP’ye yöneldi yeniden.

Ekonomi

Rejimin yeni hükümetinin önünde kolay olmayan bir ekonomi gündemi var. Artan ekonomik ve politik risklerin yanında jeopolitik risklerden ürken yabancılar, ABD’de olan biten ve faizde yaşanabilecek artışları dikkate alarak Türkiye’ye karşı  iştahlı değildiler.

1 Kasım sonrasında, mevcut  riskleri azalmış görerek  iştahları açılır, dönüp gelirler mi, bundan dolayı dolar fiyatı çarpıcı düşüşler gösterir mi? Bu rüzgar ile büyüme çarkları dönerek Ak faşizmi mutlu eder mi?

Bütün bunlar, dış iklime de bağlı. Fed’in beklenen faiz artışı olursa, içeride riskler ne kadar azalmış görünürse görünsün, sermaye çıkışı yaşanabilir ve kemik erimesi yaşayan Türkiye kapitalizmi ciddi ölçüde sarsılabilir. Böyle bir dalga  AKP’ye oy vermiş seçmeni mutsuz edebilir. Ama bunun için çok sert dalgaların gelmesi ve sarsması gerekli. Gelebilir, gelmeyebilir de.

Boyun eğme…

Ekonomik kriz tanrısına bedduaya çıkma çaresizliğine düşmeden, derlenip toparlanmak, elde avuçta kalan ile, dayanışarak Ak faşizme 7 Haziran öncesi bıraktığımız yerden direnmek gerekiyor.

Ak faşizm, kimlikler üstünden Sünni İslam-milliyetçi bir kimlikle yüzde 50’ye yakın kitleyi safına geçirdi. Buna MHP’yi eklerseniz, yüzde 60 bir Sünni-milliyetçi kimlikli kitleden söz edebiliriz. Kimlikle kutuplaştırma, üçte ikisi ücretli-emekçi olan Türkiye toplumunda bir çarpıklık. Bu saflaşmayı,mutlaka “sınıf eksenine” çevirmek, emek mücadelesine ağırlık ve önem vererek yapılabilir. Ama bu, Ak faşizmin mağdur ettiği Kürt, Alevi ve öteki kimliklerin mücadelesini , programlarını dışlayarak, yadsıyarak değil, onları da CHP’nin, HDP’nin ve sol siyasetin birlikte duracağı, kol kola direneceği çok geniş yelpazede konsolide ederek yapılmalı.

Bunun potansiyelleri var ve bunları hem Mecliste hem sokakta, hayatın her alanında değerlendirmek, faşist mimarinin koyduğu her yeni tuğlaya direnmek, , inşayı yıkmak gerekiyor.

Yılgınlık, umutsuzluk, sadece Ak faşizmin işini kolaylaştırır ve toplumu tamamen teslim alarak iyice karanlıklara sürüklemesine seyirci kalmak olur.

Bunu yapamayız. Yapılmasına izin veremeyiz. Direnmeye mecburuz!…

Written by Mustafa Sönmez