Türkiye’nin en büyük kamu bankası Ziraat Bankası’nın da genel müdürlüğünü yürüten Türkiye Bankalar Birliği (TBB) Başkanı Hüseyin Aydın 7 Ocak tarihinde Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Yıldırım Demirören ile birlikte katıldığı bir televizyon programındaTürkiye ekonomisinin yanında futbol endüstrisinin durumuna ilişkin şu sözleri söyledi: “Son altı aydır Türkiye’de yoğun biçimde kur riski, faiz riski ve ekonomide daralma olduğundan biz firmaları yeniden yapılandırıyoruz. Kur riskine, faiz riskine maruz kalan, işlerini iyi yapan, nakit akışında geçici bozulma olan, hayatta kalacak firmaları yeniden yapılandırdık. Futbola da böyle yapıyoruz.”

Ekonomide son altı ayda önce resesyon, sonra depresyon şeklinde yaşanan altüst oluş, futbol endüstrisini de vurmuştu. Özellikle bu sektörün yüzde 75-80’ine hükmeden dört büyük kulübün; Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe ve Trabzonspor’un, denetimi altında oldukları Avrupa Futbol Federasyonları Birliği’nin (UEFA) yarışmalarından dışlanmalarına varacak cezalara maruz kalma risklerinin yükselmesi, ülke riskinin artması, ülke imajının daha da bozulması anlamına gelecekti.

“Futbol asla sadece futbol değildir” diyen Simon Kuper bir kez daha haklı çıktı. Türkiye’nin borçlandığı Avrupa’da büyük popülerliği olan futbol gibi bir sektörde yaşanacak sansasyonel olaylar, ülke imajına ve risk primi (CDS) 360’ta basamak yaparak tüm ülkelerden iyice ayrışmış Türkiye’ye yeni darbeler vurabilir, Türkiye’den zaten uzak duran yabancı yatırımcıları kaçırtan etkenlere yeni bir halka ekleyebilirdi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve damadı Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak da bu riskin farkında olacaklar ki gerekli talimatları vermişlerdi. Bankacı Aydın bunu şöyle ifade etti: “Yaşanan süreçleri hepimiz biliyorduk. Sayın Cumhurbaşkanımız ve bakanımız da ‘bu tarz sıkıntıları bir an önce çözmeliyiz’ dedi. Biz de çalışmaya başladık.”

Saray talimatının 31 Mart yerel seçimlerine birkaç ay kala gelmesi elbette anlamlıydı. Futbol gibi her siyasi eğilimden seçmeni dikey ve yatay kesen bir alana “onarıcı bir dokunuş” algısı, futbol taraftarlarının sempatisini kazanmaya yarayabilirdi. Hesap bu olsa da ortada onarmaya yetecek ve yarayacak bir merhem var mıydı acaba? Banka sisteminin kendisinin futbol ve diğer sektörlerdeki çatlamaları onaracak güçleri kaldı mı?

Verilen görüntü kurtarmadan çok, bir algı yaratma çabasının ağır bastığı yönünde. Bu algı operasyonunun aktörleri ise AKP rejiminin seçime dönük tüm popülist hamlelerinin aracı Ziraat Bankası’nın Genel Müdürü Hüseyin Aydın ve TFF Başkanı Yıldırım Demirören. Türkiye’nin en büyük medya grubu Doğan’ı, Saray’ın telkinleri ve desteğiyle, Ziraat’ın verdiği 700 milyon dolara yakın kredi ile satın alan Demirören’in futbolda da medyada üstlendiğine benzer bir rolü icra ettiği yaygın bir kanı.

Futbol endüstrisinin içine düştüğü durum diğer sektörlerin başına gelenden farklı değil aslında. Ucuz dolar döneminde tatlı tatlı yapılan borçlanmalar, döviz kazanmaktan çok, döviz tüketen bir endüstri ve sonunda pahalanan doların borçları çevirmeyi zorlaştırması ile gelen kriz!

Ekonominin dışarıdan yapılan borçlanmalar ile yüzde 7 dolayında yıllık büyüme gösterdiği yıllarda ucuz seyreden döviz, özellikle dört büyük futbol kulübünün yıldız yabancı futbolcu transferlerini de özendirdi. Zamanla yabancı futbolcu sınırlaması kaldırıldı, hatta yerli oyuncularla bile kontratlar döviz üstünden yapıldı. 2018’de Türkiye futbol endüstrisinin (Süper Lig’in) piyasa değeri 600 milyon doları buldu ve futbolun merkezi olan Avrupa’nın ilk yedisi arasına girdi. Yine de piyasa değeri 8,3 milyar dolara yaklaşan İngiltere’nin, 5,2 milyar dolara ulaşan İspanya’nın yanında çok mütevazi bir büyüklük bu.

Ancak bu piyasa değeri bile Türkiye için “sürdürülebilir” değildi, ucuz döviz dönemine ait bir değerdi. Döviz fiyatları yükselince futbol sektörü birçok sektör gibi döviz yükümlülüklerinin altında ezildi. Çünkü döviz kazançları oldukça sınırlıydı. Eldeki yıldız oyuncuların satılmasına rağmen kulüplerin döviz açıkları yönetilebilir boyuta inmedi. Dövizin ardından yükselen TL faizleri, dört büyükleri iyice sıkıştırdı. Futbol ekonomisti Tuğrul Akşar’a göre kulüplerin borçları 2018’de 14.5 milyar TL’ye ulaşırken gelirleri ise 3.5 milyar TL civarında gerçekleşebildi.

Sektörden alacaklı büyük bankalardan Denizbank’ın Genel Müdürü Hakan Ateş şu değerlendirmeyi yapıyor: “Özellikle büyük kulüpler yayın gelirleri, sponsorluk, kombine ve marka ürünlerin satışından yılda yaklaşık 150 milyon dolar gelir elde ediyor. Ancak bilançolarında sürekli zarar eden bir yapı görüyoruz.” Ateş bundan sonrasında ne hedeflendiğini de şöyle ifade ediyor: “Bakanımız Berat Albayrak’ın da desteklediği bir planla her gelen yöneticinin kulübü borç batağına sokması engellenecek, ayrıca kulüpler sürdürülebilir bir finansman modeline kavuşturulacak. Kulüpler ithal futbolculara milyonlarca döviz aktarmayıp, yatırım yaptıkları altyapı oyuncularına öncelik verecek.”

Özellikle AKP rejiminin kontrolündeki medyanın gayretiyle kamuoyuna, milyonlarca taraftarı olan futbol kulüplerinin borç faizlerinin silinmesi, borçların bir kamu bankası olan Ziraat tarafından üstlenilmesi şeklinde sunulan operasyon, özünde pek de bunları içermiyor.

Yapılacak olan ise başarılabilirse sadece “kanamayı durdurmak.” Yandaş A Haber’de iki aktör tarafından dile getirilen görüşlerden öte ortada henüz formel bir plan da yok. Ziraat Bankası dışında alacaklı olan 15 dolayındaki finans kuruluşu nasıl bir borç yapılandırma planına katılacaklar ve buna mutabıklar mı bu da belli değil. Ancak görünen o ki bu operasyon, özellikle dört büyük kulübü TFF ve TBB eliyle kuşatarak kontrole almayı, küçülmeye zorlamayı, borçlarını ödetmeyi içeriyor. Bu kuşatılmışlığın, kulüplerin Saray’a politik teslimiyetini getireceği ve bunun da hedeflendiğini söylemek belki de gereksiz.

Nitekim TFF Başkanı Demirören şöyle diyor: “Acı bir reçete ile kulüplerimiz karşı karşıya kalacak. Ancak bu reçete içinde transfer yapıp, kulüplerini yaşatabilecekler. Kulüplere nefes alabilecek imkân veriliyor. Borç miktarı artık artmayacak. Herkes genel bütçelerine göre hareket etmek zorunda kalacak.” Demirören kulüpleri böyle bir disipline almanın yolunu da tanımlıyor: “Bankalar Birliği’nin de verdiği belli kişiler, lisans kurulumuza atanacak. Şu an TFF’nin sisteminde Avrupa’ya giden takımları UEFA denetliyor, geri kalanları biz TFF olarak denetliyoruz. Bütün takımlarımız ulusal denetimin içine giriyor.”

Özetle ortada bir “kurtarma operasyonu”ndan çok, borçlu kulüpleri küçültmeye, borçlarını ödetmeye ve gelecekte – politik olarak da — kontrol altında tutmaya dönük bir hamle var. Ama bunun bir “kurtarma” gibi algılanmasına çaba gösteriliyor. Operasyon sonuçta sektörü daraltacak, dolayısıyla futbol kalitesi düşecek, futbol tutkunları kendi gerçeklerine uygun bir futbol ile yetinmek zorunda kalacaklar. Rejime biat etmemiş kulüp yönetimlerinin bu kuşatmaya boyun eğip eğmeyeceklerini ise zaman gösterecek.

Written by Mustafa Sönmez