Kadınlar için daha adil, daha katılımcı iş…
Bir süre Gelişim Yayınları çatısı altında birlikte çalıştığım sevgili Duygu Asena’nın, ilk kitabı Kadının Adı…
Hepimiz biliriz; gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenirse ondan sonrası hep yanlış gider. Dünyada kendi kendine yeten, bu anlamda “gıda güvenliği” gibi bir sorunu olmayan Türkiye, bir süredir tarımda alarmveriyor. Tarımsal ve hayvansal üretim iç talebe yetmeyince artan ölçüde ithalata başvuruluyor.
Tarım kesimi ihmal edilmekten şikâyetçi ve toprağı terk eden edene. Tarımsal üretim talebi karşılayamayınca başvurulan ithalat, arzı karşılasa da bu kez döviz fiyatlarının da yükselmesi ve öteki sorunlarla birlikte tarımda maliyetler yükseldi. Artan maliyetler üreticiden tüketiciye uzanan zincirdeki sağlıksızlığın da etkisiyle yüksek gıda enflasyonunu yarattı ve yıllık artış oranını yüzde 30’a yaklaştırdı.
Gömlekte ilk düğmenin yanlış iliklenmesi, Türkiye’nin planlamadan uzaklaşıp tahripkâr piyasa kurallarına, bunu hararetle tavsiye eden Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası gibi kuruluşların tavsiyelerine sorgusuz sualsiz tabi olmasıyla başladı.
Piyasanın her şeye kadir olduğu yanılgısı, çoğu ülkede hâlâ geçerli olan tarımda himayenin, devlet desteklerinin Türkiye coğrafyasında kaldırılması gibi bir yanılgıyı getirdi. Özellikle 2001 krizinin aşılması için IMF ile yapılan stand-by anlaşmasında tarıma verilen desteklerin kaldırılması, tarımsal kamu kuruluşlarının özelleştirilmesi gibi acı maddeler de vardı. Bu acı reçeteye direnecek örgütlü bir tarım kesimi, kooperatifler ağı da olmayınca tarım, ilk yanlış iliklemenin devamı olarak çarpıklıklardan nasibini aldı. 2001 acı reçetesinden payına düşeni alan çiftçiler ve hayvan yetiştiricileri, hızla tarımdan uzaklaşıp kentlere doluştular ve yükselen inşaat sektörünün düşük ücretli vasıfsız işçileri oldular.
AKP iktidarına rastlayan 2003 ve sonrasında dış kaynak akışıyla kolaylaştırılan dış borçlanma ile döviz ucuzladıkça birçok şey gibi içeride üretmek ve içeride üretileni kullanmak yerine ithalat, ithal ürünü kullanma eğilimi tarımı da vurdu. Güneydoğu’daki Kürt ayaklanmacılarla yaşanan savaş iklimi de bölgede yapılan tarım ve hayvancılığı geriletti. Bütün bunlar uç uca eklenince ve hataların zamanında üstüne gidilmeyince, Türkiye 2010 sonrası daha çok bitkisel ve hayvansal hammadde, canlı hayvan ithal eden bir ülke haline geldi.
2014 sonrası döviz fiyatlarının yavaş yavaş yükselmesi ile birlikte hem doğrudan tarımsal ve hayvansal ürün ithali hem de tarımda kullanılan ilaç, gübre, araç-gerecin pahalanmasıyla dışa bağımlı tarım sorunu ve tarımın iç talebe yetmezliği sorunu daha da büyüdü. Tarım dış ticaretinde 2018 itibarıyla ihracat 17 milyar dolar, ithalat 16 milyar dolar dolayında. Türkiye gıda ürünleri dış ticaretinde ihracat lehine fazla verirken, tarımsal hammaddelerde ciddi açık veren ve dışa bağımlı bir ülke konumunda.
Tarım tamamen çökmedi ama ağır yaralar aldı. Bütün alt dallar ithalat gerektirir hale gelmedi ama durduk yerde birçok dalda Türkiye iç talebini kendi üretimiyle karşılayamayan, ithalata başvuran bir ülke haline geldi. Hangi dallar?
TÜİK “bitkisel ürün denge tabloları” hazırlayarak tahıl, sebze, meyve, tüm bitkisel ürünlerin “yeterlilik” oranını hesaplıyor. Bir ürünün yeterlilik derecesi, o ürünün yerli üretiminin ülke talebini ne ölçüde karşılayacak durumda olduğunu gösterir. TÜİK’e göre 2018’de Türkiye buğday üretiminde kendine yeterli, hatta 12 puan fazlası bile var. Ama çoğu hayvan yemi olarak kullanılan arpa, mısır, yulaf gibi tahıllarda üretim iç talebe yanıt veremiyor ve ithalata muhtaç kalıyor. Yine TÜİK’e göre Türkiye tarımında baklagillerde üretim, iç talebe yetmiyor ve ithalata bağımlılık var. Örneğin pirinç talebinin ancak yüzde 67’si yerli üretimle karşılanıyor. Bu oran kuru fasulyede yüzde 83’ü bulurken, mercimekte ve nohutta yüzde 90’a yakın; 10 puanlık açık için ithalat gerekiyor. Yine TÜİK’e göre meyvelerin çoğunda (muz hariç) Türkiye kendine yeterli, hatta fındık, üzüm, kayısı, turunçgillerde iç talebi karşılamanın çok ötesinde yüksek ihracat performansına sahip. Sebze üretimi Türkiye’nin iç talebine yetecek boyutta. Çay üretiminde eksik üretim var, yerli üretim talebin yüzde 93’ünü karşılarken 7 puanlık açık ithalata zorluyor.
Canlı hayvan ve et üretiminde TÜİK “denge tabloları” düzenlemiyor henüz. Ama özellikle bu dalda yapılan ithalatın yüksekliği “yetersizliğin” ağırlıkla bu tarafta olduğunu gösteriyor. Örneğin canlı hayvan, et ve et ürünleri birlikte alındığında 2018’de Türkiye 1,3 milyar dolar “net ithalatçı” durumunda göründü.
Tarımda ciddi sorunlar var ama bunlar aşılmayacak sorunlar değil. Üretimi planlayarak, destekleyerek artıracak, girdilerde dışa bağımlılığı en aza indirecek, arazi parçalanmasını önleyecek, verimliliği artıracak, örgütlenmeyi sağlayacak, katma değeri yüksek ürün üretimini destekleyecek, üreticinin demokratik kooperatifçiliğini özendiren bir reçeteye ihtiyaç var. Hem üreticinin kazandığı hem tüketicinin uygun fiyatla sağlıklı ürünler tüketebileceği, ihracata da dönük bir tarım sektörü mümkün. Ne var ki bugünkü rejim, tarımdan sorumlu bakanlık, sorunlar arttıkça zaman kaybettiren, akla pek uygun olmayan “projeler” ile çözümden uzaklaşıyor.
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak 10 Nisan’da açıkladığı “Yeni Ekonomi Reformu”nda tarımda yapılacak reformlara da değinmişti. Bu çerçevede Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından alelacele “Tarımda Milli Birlik Projesi” hazırlandığı duyuruldu ama tasarı kısa sürede sektörde ve bakanlıkta hayal kırıklığı yarattı. Uygulanma şansı olmayan bu tasarı, anında tepki gördü.
Cumhurbaşkanlığ’ına sunulan “Tarımda Milli Birlik Projesi” Tarım ve Orman Bakanlığı taşra teşkilatı ile Tarım Kredi Kooperatifleri’nin birleştirilerek devlet tarafından kurulacak bir “Milli Birlik Kooperatifi” öngörüyor. Devlet eliyle kurulacak ve çiftçileri korporatist biçimde sisteme üye yapacak bu modelin ikinci ayağını özel sektör işbirliği ile kurulacak bir holding kuruluşu oluşturuyor. Projeye göre yerli sermayenin yanı sıra uluslararası sermayenin de ortak olacağı “Semerat Holding” isimli bir yapılanma, devletin tarımsal KİT’lerine de sahip olacak. Holding şirkette, Milli Birlik Kooperatifi’nin yüzde 35, Toprak Mahsulleri Ofisi, Atatürk Orman Çiftliği, Çaykur, Türk Şeker gibi tarımsal KİT’lerin yüzde 15 ve yerli, yabancı şirketler yüzde 50 hisseye sahip olacak. Tarımsal KİT’ler aynı zamanda bu holdingin iştiraki yapılacak. Tarımda Milli Birlik Projesi’nde üretici, çiftçiye, biçilen rolü uygulayacak pasif unsurlar olarak bakıldığı, eleştirilerin başında yer alıyor.
Tarım bileşenlerine danışılmadan, korporatist özellik taşıyan bu tasarımın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından da pek beğenilmediği ve 25 Nisan’da yapılacağı açıklanan tanıtım toplantısının ertelendiği duyurulurken, tarım doğru reçeteler üretilmesini beklemeye devam ediyor.