Bir süre Gelişim Yayınları çatısı altında birlikte çalıştığım sevgili Duygu Asena’nın, ilk kitabı Kadının Adı Yok, geride 26 yılı bırakmış. Dile kolay, çeyrek asırdan fazla…Duygu’nun yazdıkları, Türkiye’deki cinsiyet ayrımcılığına karşı bir bayraktı. Kadın mücadelesinin inşasında önemli bir tuğlaydı. Aradan geçen 26 yılda dünyada ve Türkiye’de siyasal-sosyal yaşamdaki eşitsizlikler azalmak yerine, her alanda derinleşen bir seyir izledi. Cinsiyet eşitsizliği de buna dahil. Birileri kadının iş yaşamına katılımına ilişkin göstergelere dayanarak farklı şeyler öne sürebilir. Kadının her geçen yıl biraz daha işgücüne, istihdama katıldığını, buradan da ekonomik özgürlüğü yolunda ilerleme sağladığını  söyleyebilir, ama niceliksel gelişmelere karşı, erkekler dünyasında nitel bir sıçramadan ne kadar söz edilebilir ki?

KADIN İŞGÜCÜ…

 TÜİK’in her ay yayımladığı Hanehalkı İşgücü Anketi verilerine göre, 15 yaş üstü, yani işgücü olabilecek vasıftaki kadın Türkiye nüfusunun yarısının 1 puan üstünde. Buna karşılık, işgücü piyasasına çıkan kadınlar, toplamın üçte birini bile bulmuyor. “Ev kadını” sayısının 11,4 milyonu bulduğu bir ülkede yaşıyoruz. Buna karşılık evde oturmayıp işgücü piyasasına çıkan kadınların sayısı 8,8 milyon ve bunların yüzde 12,5’u, yani 1,1 milyonu işsiz olarak iş beklerken diğerleri bir biçimde bir işte istihdam ediliyorlar.

KAÇAK,KAYIT-DIŞI…

Kadınların işgücü piyasasına çıkmalarında elbette bir artış var. Hayat buna zorluyor zaten. Kırlar boşaldı, kentleşme yüzde 80’leri buldu. Bazı bölgelerde yüzde 95’lerde. Kırda, çiftte çubuktaki kadın, hatta eve tıkalı kadın kente gelince, kentin geçim şartlarının zorlamasıyla eve ekmek getirme telaşında işe yaramaya çalışıyor. Kız çocukları okutuluyor ama boş zamanlarında işe koşuluyor. Kadınlar, çoğu kayıtsız, iğreti de olsa bir vasıf gerektirmeyen, gıda, konfeksiyon, temizlik vb. işlere koyuluyorlar.

 AKP rejimi, 2008 krizinin hızla tırmandırdığı işsizliği biraz olsun törpülesin diye, işverenlere kadın ve genç işçi istihdam ederlerse, işveren primini devletin ödeyeceğini vaat etti ve bunun etkisiyle kayıtlı ücretli kadın sayısında dikkate değer bir artış yaşandı. Halen 3,1 milyon kadın sigortalı ücretli var ve artma eğiliminde. En çok hangi sektörlerde diye bakarsak; perakende, eğitim, sağlık, büro,yeme-içme, konfeksiyon, gıda önde geliyor…Ama kadın çalışanlar arasında kayıt-dışılık, güvencesizlik çok yoğun; Öyle ki 7,7 milyon kadın çalışanın yüzde 53’ü (4,1 milyon) kayıt dışı, yani sigortasız. Bunların 2,5 milyonu tarımda. Ama kentte tarım dışında çalışan 1,6 milyona yakın kaçak kadın ücretli var. Bunlar, her türlü güvenceden,–belki- asgari ücretten de az bir ücretle köle gibi çalıştırılıyorlar.

Hepsi bu değil elbette. Sınırlı da olsa,  erkekler dünyasınca parsellenmiş nitelikli emek gerektiren güvenceli, sigortalı işlerde, kendisine alan açan bir kadın emeği, az da olsa, var. En tepedeki, karar verici pozisyonda olanlar arasında, az da olsa kadınlar var. TÜİK verilerine göre, Kanun yapıcılar, üst düzey yöneticiler ve müdürler” meslek tanımında 220 bin kadın var, ama aynı statüdekilerin sadece yüzde 11,5’unu oluşturuyorlar.

 YÖNETİMDE KADIN…

 Kadının “okumuş”olanının erkekler dünyasında karar verenler arasında yer alması kolay değil. Bu konuda çarpıcı bir araştırma geçen hafta açıklandı. Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu, İsveç Konsolosluğu’nun finansal ve Egon Zehnder International Türkiye ofisinin stratejik desteği ile yürüttüğü Birinci Türkiye Kadın Direktörler Konferansı’nda, İstanbul Borsası’na (BİST) kote 427 şirketteki 3002 yönetim kurulu koltuğunun erkek-kadın paylaşımı araştırmasının sonuçlarını açıkladı. Proje Direktörü Melsa Ararat, ‘Yönetim Kurullarında kadın oranının artması ekonomik kararların toplumsal etkilerinin dikkate alınmasını sağlayarak iş dünyasının kaybettiği toplumsal güveni tekrar kazanmasına ve işyerlerinin insanlaşmasına katkıda bulunacaktır” diyordu ama sonuçlar hiç iç açıcı değildi;

Şirket yönetim kurullarında kadın direktör oranı yüzde 11.7’den ibaretti. Yuvarlak olarak 3000 küsur yönetim koltuğunun sadece 155’i kadınlara aitti.  Hiç olmasa dörtte biri kadınların olamaz mıydı? Mevcut eğilimler dikkate alındığında, bunun olabilmesi 44 yıl alacağa benziyordu. Oysa daha katılımcı, demokratik ülkelerde durum farklıydı. Örneğin Norveç’te şirket yönetim üyeliklerinin yüzde 36’sı kadınlarındı. İsveç’te, Finlandiya’da bu oran yüzde 27 idi. ABD, Almanya ve İngiltere’de ise yüzde 13-14 arasında kalıyordu.

Türkiye’ye ait raporda,  BİST şirketlerinin yüzde 44.5’inin yönetim kurullarında hiç kadın üye bulunmadığına dikkat çekiliyor. Şirketlerde en az bir kadın direktör olması için 13 yıl geçmesi gerektiği belirtiliyor. Kadın üye bulunduran şirketlerin yüzde 66’sında yönetim kurulunda sadece  bir kadın üye bulunuyor. Yönetim kurullarında üç kadın üye bulunan şirketlerin oranı ise yüzde 0.5.

 

İster işçi, ister burjuva, her sınıftan kadının, erkeklerin egemenliğindeki  kapitalizmde, sadece işgücüne katılmanın yeterli olmadığını görmeleri gerekiyor. Kadınların, daha adil, daha insani bir emek süreci  için, yönetime daha çok katılmak talebiyle, ayrıca bir mücadele yürütmeleri gerektiği çok açık.

ss

Written by Mustafa Sönmez