Şehir Hastaneleri: Hizmet değil, soygun
İstanbul’da düzenlenen törenle 14 ilde kurulacak şehir hastanelerinin “müjdesini” veren RTE, 24 bini aşkın yatak…
Bu köşede yer alan 25 Ekim tarihli yazımın giriş paragrafını tekrarlayarak başlayayım; “ 2013 baharı, RTE’nin AKP’sinin tarihine bir kırılma anı olarak geçecek. Hem 10 yıllık iktidarında arkasında duran dış egemen odaklarla, hem içerideki müttefikleri ile, ama daha çok da sindirdiği muhalefet ile olan ilişkileri açısından…AKP, bu kırılma anından itibaren dört bir yandan basınç altına girdi, dört yandan sıkıştırılıyor. Bunlar; 1-Dış egemenlerin basıncı, 2-Müttefik Cemaat’in basıncı, 3– Gezi bileşenlerinin ve Kürt hareketinin basıncı, 4-Ekonomik kırılganlık.”
VE ÇATLAMA…
Her geçen gün artan bu dörtlü basıncın AKP’de çatlama yaratmaması mümkün değildi ve oldu nitekim. ‘Kızlı-erkekli’ tartışması ile özel hayata yeniden burnunu sokmaya yeltenen RTE, çatlağa yol açtı, sadece bakan olmadığını, partide “özgül ağırlığı” bulunduğunu ilan eden Bülent Arınç ile kapıştı. RTE’yi bu çıkışıyla savunmaya kimse pek gönüllü olamadı. Ilıcak’ı, Barlas’ı, Beki’si ile tüm kalem erbabı mesafe koydu. Dörtlü basınç unsurlarından Cemaatçilere gün doğdu, veryansın ettiler.
Arınç’ın çıkışının fevri olmadığı açık. Bu, RTE’siz AKP arayışlarının önemli bir adımı olarak da okunabilir. RTE-Davutoğlu dış politikada çuvalladılar. Müslüman Kardeşler’in indirilmesi ile birlikte, müttefiki AKP de ABD’nin gözünden düştü. RTE’nin kendi seçmenine dönük Mursi ile her dayanışma hamlesini ABD hazmetmedi, bir kenara not etti. ABD’nin Orta Doğu’da AKP payandasına ihtiyacı kalmadı. ABD, İran ve Suriye konusunda farklı tellerden çalıyor artık. Rusya faktörü, bu politika değişikliğinde en önemli etken oldu. ABD için Türkiye yine de başıboş , hele RTE’li AKP’ye terk edilecek bir ülke olamaz.
NASIL BİR TÜRKİYE ?
Verili durum göz önüne alındığında, ABD için CHP, henüz yedek at olarak tutulabilir, bunun için de kıvama getirilmesi gerekir, AKP ise RTE’den yalıtılmış hale getirilse ne iyi olur!..ABD’nin bu tahayyülünün, AB tarafından da paylaşıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Sürekli gerilim yaratan, toplumu tek tipleştirmeye çabalayan, bunu yapmaya çalıştıkça istikrarsızlık büyüten bir iktidarı, tek adamlığa özenen bir lideri, AB niye istesin? Onlar da AKP’yi bir kıvama getirme çabasındalar. Gezi direnişi nedeniyle Mayıs’tan bu yana askıya aldıkları AB’ye tam üyelik müzakerelerini başlatma sinyali vererek yeniden avuçlarında tutmaya çabalıyorlar.
Dışarının bakışının, içeriden destek görmesi beklenen bir şey. Yine Gezi direnişi ile birlikte saklandığı kovuğundan çıkan büyük sermaye, onun örgütü TÜSİAD, sessiz ve derinden siyaset yürütüyor elbette. Onlar da, yeni palazlanan İslami burjuvazi, yani “nurjuvazi” ile birlikte “aynı gemideyiz” şarkısını söyleyerek ortak bir rota belirlemeye çalışıyorlar. AB çıpasından koparsak duman oluruz, buluştukları ortak nokta. RTE’li AKP’nin yarattığı gerilimden rahatsızlar; AKP’nin neoliberal ekonomik uygulamalarına itirazları fazla yok, ama RTE’nin, siyaseti, daha doğrusu toplumu İslamileştirme operasyonlarını ekonominin önüne çeken ve toplumu hızla kutuplaştıran icraatına onayları pek yok. Bu konuda ABD ve AB ile bir mutabakat içinde olduklarını söylemek gerekir. 2014 ve 2015 seçimleri fırsat bilinerek ehlileştirilmiş bir RTE ile AKP ; olmadı, RTE’siz bir AKP, artık kendini dayatır durumda. CHP ise Sarıgül aşısıyla merkez sağ çizgiye çekiliyor. Böylece CHP’nin bir yedek at durumuna getirilmesi, gerektiğinde koalisyon ortağı olarak kullanılması mümkün olacak…
EKONOMİ VE ÇATLAK…
Önümüzdeki zaman diliminde AKP’de çatlağı ve operasyonları büyütecek ana rüzgâr, ekonomi olacak. Ekim enflasyonu morallerini bozdu. Yüzde 5 hedeflenirken yıllık yüzde 8’e yaklaşan enflasyonun gerçekte mutfaklara yansıması daha yüksek. Yıllık fiyat artışı yüzde 1’in altında kalan elektrik ve doğalgaza zam ise her an mümkün.
ABD’de büyüme ve istihdam verileri olumlu geliyor. İyileşme belirtileri arttıkça, Türkiye’ye ve benzeri ülkelere sermayenin girişi daha da zayıflıyor.
Türkiye’ye yatırımın risk primi(CDS), durumun iç açıcı olmadığını gösteriyor zaten. Ağustos’ta 224’e kadar tırmanan risk primi, Eylül’de ABD, FED’in operasyon erteleme kararının ardından biraz inmiş ve Ekim’de de iniş sürmüştü. Ancak son iç ve dış gelişmelerle risk primi 6 Kasım’da 202’ye kadar çıktı.
Kaynak:Reuters
İlk 9 ayın sanayi üretimi artışı yüzde 2,8’de kaldı. Geçen yılınki yüzde 3,1, 2011’inki yüzde 11 idi. Tempo düşüyor. Sanayi verisinden hareketleyılın GSYH’sı yüzde 3,5 artışı bulsa bile, bu, gerisinde 60 milyar dolarlık cari açık bırakma pahasına olacak. Yani milli gelirin en az yüzde 7’si büyüklüğünde bir döviz açığı… Bu açık, artık yabancı kaynak girişi ile kapatılamıyor. Ya ne oluyor? Mayıs ayından bu yana, daha çok yastık altındakilerle, dışarıda tutulanlarla (net hata/noksan) ve rezervden harcamalarla kapatılıyor; ama bu uzun sürmez. Bundan dolayıdır ki, dolar 2 TL’ye yapıştı, üstünü zorluyor. 12 aydan az zamanda ödenmesi gereken dış borç toplamını, Merkez Bankası Ağustos 2013 için 165 milyar dolar olarak açıkladı. Yani 12 ay içinde bu döviz borcunun kapatılması gerek. Bu da döviz fiyatı üstüne muazzam bir basınç oluşturuyor ve Merkez Bankası Başkanı Başçı’nın yıl sonunda dolar kurunun 1.92 TL olacağı kehaneti, havada morarmış bir balon olarak uçuyor!…
İş-aş derdi büyüdükçe, AKP üstündeki basınç da büyüyecek.
Yönetenler yönetemiyor.Ya yönetilenler? Onlar ise henüz yönetmeye hazır değil, ne yazık ki…