AKP rejiminin ‘tatlı hayat’ döneminde, özellikle TÜSİAD’da örgütlü büyük sermaye, döviz kazandırmaktan çok, döviz harcatan iç pazara dönük birikim politikalarına sesini çıkarmadı. Kemal Derviş-IMF işbirliğinde 2001 krizi aşıldı.Ama bu, topluma büyük bedeller ödetti. Enkazın kaldırılmasının ardından bu ekonomiye dış kaynak akışının sefasını sürmek ise AKP’ye ‘kısmet’ oldu.  İrili ufaklı bütün sermaye de, akan dış kaynaktan nasiplenmenin derdine düştü. Bu arada, çeşme akarken testimizi doldurmaya bakalım, telaşıyla RTE ve çevresinin her tür hukuksuzluğunu, politik tezgahını, Cemaat ile birlikte otokratik bir rejimin tuğlalarını örüşüne kayıtsız kaldılar, sindiler.

Ya bugün ? Bugün ise  TÜSİAD’da örgütlü büyük sermaye, ekonominin girdiği ve fenalaşacak darboğazdan hayli endişeli, ama geçmiş ola…TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz, 5 Aralık’ta bir toplantıda tıkanmayı özetliyordu; “Dış talepten büyümeye önemli bir katkı beklemek mümkün değil. İç talebe yönelik atılacak adımlarda da cari işlemler sorunuyla bağlantılı olarak sınıra gelinmiş durumda.”

 TÜKETİME FREN…

 Her mevsimin bahar olacağını sanan AKP’nin ekonomi yönetimi, içine girdiği döviz darboğazını biraz olsun hafifletmek, çöküşü zamana yaymak için, kredi kartlarından tüketici kredisine musluk kısmaya, tüketimi frenlemeye çabalıyor. Ekonominin AKP döneminde yılda ortalama yüzde 5 gibi önemli bir büyüme kaydettiğini “teslim eden” sol liberal iktisatçı tayfa, oluk oluk giren yabancı kaynağın ne kadarının büyüme için kullanıldığını, büyümenin kalitesini, dış kaynağın ne kadarının çarçur edildiğini sormuyor bile…Oysa, hiçbir dönemde görülmedik bir sermaye akışının sınırlı bir kısmı büyüme için, yani ülkede mal ve hizmet üretiminin artışı için kullanıldı. Çok daha fazla istihdam artırıp işsizlik azaltacak fırsat ayağa gelmişken ve Türkiye benzeri birçok Asya ülkesi ihracata dönük, döviz kazandırıcı bir kulvara yönelirken AKP rejimi iç pazara , hele ki, İstanbul rantına, inşaata gömülmekten başka bir beceri sergileyemedi.

 İKİ DÖNEM

Nasıl bir fırsatın tepildiğini görmek için, AKP öncesinin dur-kalklı, sıkıntılı 10 yılını, AKP rejiminin karnesi ile kıyaslamak yerinde olacak.

Türkiye’nin daha çok bir kamu maliyesi çukuruna düştüğü 1990’lı yıllarda, yavaş da olsa “sıcak para” akmaya başlamıştı Türkiye’ye. Ama o yabancı kaynak, üretim yerine daha çok, yerli para sahipleri gibi yüksek faizli devlet kağıtlarına yatırım yapıyor, bir anlamda kamu açıklarının finansmanında kullanılıyordu. Yine de Türkiye, yabancılar için yeterince çekici değildi, üstelik 1990’ların ortalarında baş gösteren Asya krizi, ardından patlayan Rusya krizi, Türkiye benzeri ülkelere dış sermaye girişini  iyice azaltıyordu ve Türkiye ekonomisi de yaşadığı 1994 krizinin ardından geçici büyüme, sonrasında 2001 krizine götürecek stres birikimi yaşıyordu. Siyasetteki kaos ise cabası.

untitled

Kaynak:TCMB ve TÜİK veri tabanı

Biri 1994, diğeri 2001 olmak üzere iki negatif büyüme yaşanan bu dönemde yıllık milli hasılanın dolar değeri 233 milyar dolardı. İç tasarrufları zaten sınırlı olan Türkiye’ye, bu dönemde yabancı kaynak girişi de sınırlı kalınca ve daha çok kamu açığının finansmanı için kullanılınca hem büyüme hem de buna bağlı olarak cari açık düşük seyrediyordu. Dönemin yıllık cari açık tutarı 700 milyon dolarda, yıllık milli gelire oranı da yüzde 1’in altında kalıyordu.

Ama 2001 krizi sonrası yaşadığı operasyonlarla Türkiye, yabancılar için münbit bir toprak durumuna geldi. Zaten dünyadaki likidite bolluğu yeni adres arayışındaydı. Özelleştirme vitrinine konulan kamu varlıklarıyla, IMF testinden geçmiş ekonomisiyle iş yapılacak ideal ülkelerden biri gibi görünen Türkiye’de , üstelik tek parti iktidarı vardı, ABD ve AB arkasında duruyordu. Beklenen oldu, hızla sermaye girişi gerçekleşti.

bbKaynak:TCMB ve TÜİK veri tabanı   

2003-2013 döneminde yıllık milli gelir pasta büyüklüğü 621 milyar dolara çıktı. Ama ne pahasına? Yıllık cari açığın ortalamasının 35 milyar dolara çıkması pahasına. Önceki 10 yılda cari açık yıllık 1 milyar dolar bile değildi

SÜRDÜRÜLEMEZ

2003-2013 döneminde yıllık ortalaması 36 milyar doları bulan, yine yıllık ortalama milli gelire oranı yüzde 6’ya yaklaşan bir cari açık ile yaşama cambazlığı artık sürdürülebilir görünmüyor. Gelen yabancı kaynak, tamamen büyümeye, hatta döviz kazandırıcı büyümeye kanalize edilemeyince, nereye gitti? Bir kısmının özelleştirmeler ve el değiştirmeler için geldiğini hatırlayalım. Bu yabancı kaynak, üretime katkı yapmaktan çok, üretim tesislerinin, satışa çıkarılan bankaların tapusunu devraldı. Dış kaynağın bir kısmı ile ise Merkez Bankası döviz rezervini tahkim etti. Bu sayede MB, el parasıyla döviz kuruna ayar vermenin imkanlarını genişletti.

Açık olan şu; bu el rüzgârıyla yel değirmeni döndürmenin artık sonuna gelindi. Rüzgârın yönü şimdi FED’in hazırlıklarıyla ABD’ye dönüyor. AKP’den  yana da esmiyor artık yel ve AKP uçurtması da yavaş yavaş yere doğru süzülüyor ; tabii ki  Türkiye’yi sürüklediği kırılganlıklarla baş başa bırakarak…Hovardalığın acısı çıkacak aheste, aheste…Bu kaçınılmaz.  

Written by Mustafa Sönmez