Kapitalist birikimde  devletin rolü temelde değişmez. Birikim ve kâr iklimini tesis etmek, sürdürülebilirliğini korumaktır esas işlev.  Ancak her birikim rejiminde devletin ekonomideki yeri, rolü; bunun üstünden kamu maliyesi ve onun omurgası olan bütçenin yeri farklılaşır.  Örneğin  Keynesyen birikimde devlet, hem talep yaratıcı, hem de bölüşümü yeniden düzenleyen aktör olarak ekonominin daha çok içindeydi. Kamu maliyesinin, bütçenin ekonomik mimarideki yeri daha genişti.  Devlet,  “Sosyal” yanıyla da ayrı bir özelliğe sahipti. Bu görünüm, biraz da emeğin örgütlenme düzeyi ve mücadele ile kazandığı mevzilerle ilgiliydi. Ancak, bu birikim modeliyle yol almanın sonuna gelindiğinde neoliberalizm ile değiştirilen yeni mimaride devletin rolü de değişti.

Neoliberalizm için küçük devlet, küçük bütçe makbuldü. Devletin geriletildiği alanda piyasalaşma, ticarileşme, özelleşme ile tıkanan birikimi ilerletmek daha mümkün olacaktı. Anti-sendikal mücadelenin de sürdürüldüğü neoliberalizmde hedeflere hızla odaklanıldı.  Bunun için mesela AB’de Maastricht kriterleri icad edildi. Bütçe açığı milli gelirin yüzde 3’ünün, kamu borç stoku da milli gelirin yüzde 60’ının üstüne çıkmayacak, denildi. Tümünde olmasa da zengin AB üyelerinde buna yaklaşıldı da. Ama, 2008 krizi ile birlikte, her şey gibi, neoliberalizmin bütçe disiplini de berhava oldu. Krizin felakete dönüşmemesi için devlet yeniden kriz giderici aktör olarak sahne aldı. Kâh doğrudan harcamaları artırdı, kâh finansın vergi yükünü azalttı, enkazını üstlendi, likidite pompaladı. Bir anda büyük bütçe açıkları ve kamu borç dağlarını göze aldı. Bunların tümünün özü, yıkımın faturasının “toplumsallaştırılması”, yani tüm topluma pay edilmesiydi aslında.

***

Türkiye için 1980’e kadar geçerli olan Keynesyen birikimde de devlet, ekonomide geniş bir yere sahipti, merkezi bütçe asli bir ögeydi. 1980 sonrasının neoliberal mimarisinde kamunun ekonomideki yeri yıldan yıla daraltıldı. Kuşkusuz, bu “dönüşüm” düz bir hatta ilerlemedi. Merkez sağda Özal-Demirel mücadelesi, kamu maliyesini de etkiledi ve bir türlü istenen “mali disiplin” sağlanamadı. Hedeflenen ve topluma ağır bir fatura yükleyen operasyon, 2001 krizi sırasında Derviş-IMF düzenlemeleriyle gerçekleştirildi. Özelleştirme yasalarıyla radikal bir hamle yapılırken bütçedeki budamalarla da açıklar radikal biçimde daraltıldı. AKP rejimi, bütçe ile ilgili bu operasyonların, “mali disiplin”in acımasız takipçisi oldu. AKP iktidarı, 2003’ten itibaren bütçenin sosyal harcama ayağında yaptığı kesintiler ve pekiştirilmiş dolaylı vergi yüklerinin yanında yoğun özelleştirmelerle  bütçenin açığını ve  kamunun dış borç yükünü de  düşürdü.

Kaynak: Maliye ve Hazine Müsteşarlığı veri tabanları

 2002’de milli gelire göre büyüklüğü yüzde 11,5 olan bütçe açığı, 2008’de yüzde 2’ye kadar geriletilirken aynı sürede kamu borç stokunun milli gelire oranı da yüzde 74’ten yüzde 40’a  geriletildi. 2009 kriz yangını, bütçe su tankından kaynak kullanılarak söndürülünce  2009’da bütçe açığı yeniden arttı ve yüzde 5,5’a kamu borç stoku da yüzde 46’ya kadar çıktı. Ancak, izleyen iki büyüme yılında bütçeye giren vergilerle bütçe açığı yine düşürülürken borç yükü de yeniden yüzde 40 dolayına düştü.

***

Açıklanan Aralık ayı bütçe verileri ile anlaşıldı ki, 2012, bütçe performansı açısından başarısız oldu. Öngörülen açığın çok üstünde, yüzde 62 artışla açık, 29 milyar TL’ye yaklaştı. Açıktaki 11 milyar TL’lik büyüme, vergideki azalış karşısında harcamaların azalmaması, katılaşması ile gerçekleşti. Sağlıkta dönüşüm fiyaskosunun SGK’yı sürüklediği batak, AKP’nin Ankara ve İstanbul büyükşehir belediyelerinin açıkları, kamu kadrolarının artması sonucu personel giderlerindeki artışlar, katı harcamalar. Büyüme yüzde 1’e çakıldığı için de dolaylı vergiler, KDV,ÖTV gelirleri, haliyle azaldı. Böylece açık, 1 yılda 11 milyar TL arttı. Milli gelirin yüzde 1’de kalması kesinleştiğinde  bütçe açığının milli gelire oranı yüzde 2,5’u bulmuş olacak.

Bütçe performansındaki kötüleşmenin 2013’te sürüp sürmeyeceği, büyüme performansına bağlı. Harcama ayağında fazla bir değişim beklenmemeli. Buna karşılık büyüme ayağı hareketlenmez ise , yani iç tüketime dayalı bir büyüme ivmesi yakalanamaz ise, tüketim vergileri de artmayacağı için bütçenin kötü karnesi bu yıl da tekrarlanabilir.

 

Written by Mustafa Sönmez