Gündemin ilk sırasında yine Kürt sorunu ve “çözüm” için çabalar var. CHP’li iki milletvekilinin , komisyonlar kurulması için Meclis Başkanı Çiçek’e öneri vermeleri ile başlayan süreç RTE ile Kılıçdaroğlu’nun buluşması ile ilerledi ve “çözüm” konusunda iyi niyet ifadelerinin ardından, RTE, CHP’ye, “MHP’yi ikna edin, olmazsa biz bir araya gelebiliriz” diyerek kapıyı araladı. MHP için, “Kürt sorunu” diye bir şey zaten yok ve bunu bir sorun olarak niteleyenler zaten hıyanet içinde. Dolayısıyla, MHP, bu bahiste el freni.

 

Konu “çözüm” olunca, “Hangi çözüm ?” sorusunu tartışmaya geçemeden adımlar ikişer üçer atlanıyor, akla ilk gelen “reformlar” üstünden tartışmaların dehlizlerine dalınıyor.  Kürt siyasetinin aslarından Leyla Zana’nın, “Bu sorunu çözse çözse Erdoğan çözer” kerametinde bulunması, Kürt mahallesini iyice karıştırdı. Bunca yılı bulan, Kürt halkının kendi gücüyle,  binlerce cana mal olan mücadele ile kazanımlarından hiç dem vurmadan, RTE’ye bahşedilen bu keramet de neyin nesi, diye açık ya da örtük eleştiriler geldi Zana’ya…

Çözüm, çözüm…Hangi çözüm ? Sorunu doğru tanımlamada, beklentileri doğru okumada mutabakat var mı? Çözüm diye ortaya konan şey Kürtçeyi seçmeli dersler arasına almak mı? Demeçlerden anlıyoruz ki, Kürtçe,  seçmeli ders olarak, yeni eğitim sisteminin ikinci dörtlük diliminde haftada iki saat , “yaşayan diller ve lehçeler” adı altında verilecekmiş. Ama bunun için en az 10-12 kişilik talep gelmesi de gerekiyormuş. Anadilde eğitim mi istiyordunuz , alın size anadil!..Anadiline, yabancı dil muamelesi yapılması hangi Kürdü isyan ettirmez? Daha 18-20 yaşında kendini dağa vurmuş, insanlık dışı şartlarda yaşamayı öğrenmiş, ölmeyi, öldürmeyi göze almış bir Kürt gencine “çözümünüz bulundu, Kürtçe artık seçmeli ders” müjdesini verdiğinizde, “çözüm”ü sunmuş ve silahı bırakmaya ikna etmiş mi olacaksınız ? Kargalar bile güler buna…

***

PKK’sı, BDP’si, DTK’sı ile Kürt siyasi hareketinin, liderleri Abdullah Öcalan’ın formüle ettiği beklentilerini anlamadan, kırmızı çizgilerini anımsamadan bir çözüm çabası içine girmek “nafile namazı kılmak” gibi bir şey. Kürtler, Kürtçenin, bir yabancı dil gibi seçmeli ders olarak öğretilmesinden değil, isteyen Kürtlere, tüm eğitimin Kürtçe verilmesini istiyorlar. İspanya’da Katalunya bölgesinde Katalanca eğitim veren okullar ne ise, Kuzey Irak’ta Kürtçe eğitim veren okullar ne ise, onu Türkiye’de de istiyorlar bir hak olarak. Bunun pratiği nasıl olur, detayları konuşuruz, diyorlar. Bu beklentinin, talebin yanında “seçmeli ders Kürtçe”nin esamesi bile okunmaz.

Başka ne istiyor Kürt siyasi hareketi? Öncelikle, kentlerdeki örgütlenmeleri üstünde KCK operasyonları ile estirilen politik kıyımın sonlandırılmasını istiyorlar. En son Van Belediye Başkanı Bekir Kaya’yı tutuklamaya vardırılan operasyonlardan dolayı mağdur Kürt siyasetçisi, seçmeni, kadrosu 7 bine yaklaşmış durumda. Bu, ceza ve tutukevlerinde “terör” başlığıyla tutuklu nüfusun dörtte üçüne varan bir sayı. Silaha külaha bulaşmadan kentte siyaset yapanları terör sanığı olarak aylar,yıllar boyu içeride tutan, bu yolla sindirmeye, yok etmeye çalışan  anlayış terk edilmedikçe, tutuklu  5 Kürt milletvekili  Meclis’e gelemedikçe,  diyalog zemini nasıl yaratılacak?

***

Kürt sorunu anadil sorunundan ibaret değil elbette.  Kürt siyaseti, 1990’dan bu yana ayrı bir devlet, federasyon türü hedefleri olmadığını deklare etti. Toprak bütünlüğü içinde bir arada yaşamayı, tek devlet, tek başkent ile bir arada yaşamayı bizzat Öcalan açıkladı. Ama burada ısrarla istenen  tabanın demokratik yönetimine imkan verecek idari reformlar. “Demokratik özerklik” modelinde ifadesini bulan bölgesel yönetime geçiş, Kürt siyasetinin temel taleplerinden.

Bunu, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi olarak anlamak isteyenler ağırlıkta. CHP, Avrupa Yerel Yönetim Şartı’nın tüm veçheleriyle  çerçeveli uygulamasını Kürt paketinin içinde zikrediyor. Bu yaklaşım, örneğin BDP yönetimince, Kürt siyasetinin beklentilerini karşılamayan, sadece belediyelere belli demokratik pencereler açan iyi niyetli, ancak yetersiz bir öneri olarak  görülüyor. Alternatif olarak önerilen demokratik özerklik ise, sadece Güneydoğu için değil, Türkiye’nin genelinde bir yönetim reformunu öngörüyor. İstanbul’undan Akdeniz’ine, Karadeniz’inden Ege’sine  tüm Türkiye’nin 20 dolayında özerk bölge biçiminde kümelenmesi öneriliyor. Ankara’daki merkezi hükümette, onun bakanlıklarında ve bağlı genel müdürlüklerinde tekelleşen yetkilerin yerele kaydırılması öneriliyor. Merkezin yetkileri ile bölgelerin yetkilerinin Anayasa’da yeniden tanımlanması ve  özerk bölgelerin yerel parlamentolar, yerel hükümetlerle idare edilmesi öngörülüyor.

Kürt siyaseti, yerinden yönetimin ülkenin demokratikleşmesine, bölgesel eşitsizliklerin azaltılmasına, mağduriyet ve mahrumiyetlerin azaltılmasına yarayacağına inandığı gibi, özerk bölgeleşme ile  tüm etnik, dinsel, cinsel kimliklerin özgürce ifadesi ve yaşatılmasına dönük çözümlerin de bölgelerin kendi içinde üretilebileceğini  vurguluyor.

Görüldüğü gibi, “terörü bitirelim, çözüme odaklanalım” türü, Leyla Zana’yı bile heyecanlandırıp RTE’de keramet aramaya yönelten söylem seli, kendi başına beklenenleri önüne katıp getirmiyor. Çözüme niyetlenirken, çözüm üretmeye dönük diyalog başlatırken Kürtlere kulak vermek, “Ne istiyorlar?” diye sormak gerek.

Benden bu kadar, diye kestirip atmalar, Kürt sorununu çözmeye değil, kendi iç sorunlarınızı çözmeye dönük hamlelerden ibaret kalır ve kimseyi ilerletmez…

 

 

Written by Mustafa Sönmez