Şirketlere taze para, IMF’ye mesafe, mağdurlara bağış ‘Al Monitor, April 2, 2020)
COVID-19 salgınının iç ve dış talebi, birçok mal ve hizmet arzını bıçak gibi kesmesi karşısında…
Yeterince anlaşıldı mı bilmem ama, Erdoğan için, aslolan hep iktidarda kalmak, iktidarını pekiştirmek, giderek “tek adam” olmaktı. Hep iktidarda kalacaklarını düşünerek “Hesapverebilirlik” ilkesine hep burun kıvırdılar. Bu kibir-özgüven karışımı hisle, Anayasa’yı, yasaları pek takmadılar, içeride başta Meclis olmak üzere denetim kurumlarını etkisizleştirip işlevsizleştirdiler, dahası yargıyı iyice kontrol altına alıp ortada bağımsız ve tarafsız bir yargı kurumu bırakmadılar. Yürütme, yasama, yargı, hızla tek elde toplandı.
Ekonomi bir araç
Bu pervasız, doludizgin tırmanışta Erdoğan, ekonomiyi de hep bir “araç”, bir basamak olarak kullandı. Onun için en doğru ekonomi politikası, onu yukarıda tutacak politikaydı. Bunun için de en doğru ekonomi politika, hep “büyüme”yi öne alan ekonomi politikasıydı. Büyüme, iş-aş , dolayısıyla “seçmen memnuniyeti” demek olduğu için, aslında her iktidarın gönlünden geçen, öncelikli ekonomi politikadır. Ama, istikrarlı, devamlı büyüme, her zaman mümkün olmaz. Buna iç ve dış koşullar her zaman imkan tanımaz. Yine de AKP’nin geçmişine bakıldığında, hatırı sayılır, düzenli büyüme oranları ile geçirilmiş bir tarihten söz edebiliriz.
Kaynak:TÜİK veri tabanı
2001 krizinin Türkiyesini IMF/Kemal Derviş operasyonları ile rektifiye edilmiş olarak, 2002 Kasım seçimleri sonrası önünde altın tepsi içinde bulan AKP, 6 yıl boyunca istikrarlı bir biçimde yılda ortalama yüzde 7 büyüme ile yerini sağlamlaştırdı, seçmen desteğini artırdı, büyümenin sağladığı bütçe gelirleri ile sağlık harcamalarını artırdı, yol, konut yatırımlarını büyüttü, bunlar özellikle 2001 krizi ile kırdan kente göçmüş vasıfsız işgücü için iş-aş demekti, istikrarlı büyüme, ekonomi için düşük enflasyon, görece ucuzlamış bir hayat, kamu hizmeti artışı demekti. Aynı dönemde, dışarıdan oluk oluk akan yabancı kaynak girişi sayesinde ortalama dolar fiyatı 2013 yılına kadar 1,5-2 TL arasında kalırken, buna bağlı olarak tüketici enflasyonu da tek haneli seyretti ve en fazla yüzde 10’u buldu.
Özetle, AKP’yi ve Erdoğan’ı iktidarda tutan, yerini sağlamlaştıran ve siyaseten tek adamlığa giden yolun üstündeki tüm taşları zahmetsiz etkisiz hale getiren bu büyüme trendi oldu. Daha çok dışarıdan akan yabancı kaynak ile yelkenlerini şişiren bu büyüme, sadece 2008-2009 küresel krizinde yüzde 2 küçülmeye uğradı ama onun ardından 2018’e kadar yıllık yüzde 6 dolayında bir büyüme ile tırmanışı sürdürdü ve AKP’yi iktidarda tuttu.
2018 ve sonrası
2018’de “Tek adam” olma fırsatı yakalayan Erdoğan, sonrasında hedeflerine ulaşma ve yerini sağlamlaştırmada yine büyümeden medet umdu ve bunun yolunun Merkez Bankası’nı tam kontrolde tutmak olduğunu düşündü. Bunu da, daha Haziran 2018 seçimleri öncesi Londra’da Bloomberg’e verdiği bir mülakatta dünyaya ilan etti. Merkez Bankası’nın bağımsızlığı ilkesine inanmıyordu ve bir ekonomist olarak inanıyordu ki, “Faiz sebep, enflasyon neticeydi”. Bütün Londra para piyasalarının şapkasını uçuran bu “Teori”, elbette zaten Türkiye’ye karşı kuşkuları artan yabancı yatırımcıları mesafe koymaya yöneltti . Eskiden olduğu gibi dış kaynak akmaz oldu, hele ki bunun üstüne Trump ile patlayan Rahip Brunson krizi binince, dolar fiyatı pik yaptı ve daha tek adamlığının ilk aylarında Erdoğan ve damadı Albayrak, çok zor günler geçirdiler. Artan dolar fiyatını dizginlemek için istemeye istemeye TL faizlerinde sert artışlara giden rejim, yüzde 25’i görmüş enflasyon ateşini de ancak yavaşlatabildi. 2018 yılı yüzde 20 enflasyon ve yüzde 3 büyüme ile kapatıldı.
Erdoğan, faizleri yeniden düşürerek ekonomiyi canlandırma derdindeydi. Hele ki yaklaşan 2019 yerel seçimleri öncesi bu yapılmalıydı. Bir yandan TL faizler indirilirken bir yandan doları ucuzlatmak için, Merkez Bankası’nın arka kapısından kamu bankaları eliyle Merkez Bankası’nın 128 milyar dolarlık dövizi piyasaya sürüldü . Böylece kurun artışının enflasyonu tırmandırmasının önü alındı, yıllık enflasyon 2019’de yüzde 12 dolayında tutuldu ama büyüme yüzde 1’i bile bulmadı.
2019 yerel seçimlerinde ağır bir yenilgi alan Erdoğan, 2023 seçimlerini düşünerek pandeminin de etkisiyle büzülmüş ekonomiyi yeniden büyütecek yolları aradı. Bu da faizleri indirmekten geçiyordu ama faizleri indirecek bir iklim oluşmuyordu. 2020 sonlarına doğru Merkez Bankası’nın başına getirdiği Naci Ağbal, şartlar neyi gerektiriyorsa onu yaptı, dolarlaşma ve enflasyon tehlikesine karşı politika faizlerini yüzde 19’a kadar çıkardı. Bu, Erdoğan’ın istediği bir şey değildi. Özellikle inşaatçılar düşük faiz istiyorlardı. Bunu yapacak yeni Merkez Bankası Başkanı’nı Şahap Kavcıoğlu’nu iş başına getirdikten sonra 2021 Eylül’ünden başlayarak, tırmanmakta olan enflasyona ve döviz fiyatlarına aldırmadan, dört ayda faizleri 5 puan aşağı çeken Erdoğan, doların pimini de ateşlemiş oldu.
Dolar fiyatı 20 Aralık’a doğru 18 TL’yi görürken toplam mevduatların yüzde 70’ine yakını döviz mevduatına dönüştü.
20 Aralık kumpası
Erdoğan, faizler ile ilgili gemileri yakmıştı ve politika faizini yeniden artırma seçeneğini kararlı bir biçimde dışlamıştı. Ama TL yi güçlendirmek ve dövizden caydırmak gerekiyordu. Bunun yolu “örtülü faiz” vermek ile bulundu ve 20 Aralık’ta icat edilen “Kur Korumalı mevduat” enstrümanı ile, döviz getirisi garanti edildi. Bu yapılırken tam bir kumpas düzeneği içinde, önceden bilgilendirilenlere insafsız bir servet transferi yolu da açıldı ve enflasyona karşı birikimini dövizde korumak isteyenlerin bir kısmı, ağır bir darbe yedi.
Ne var ki, Erdoğan’ın Kur korumalı mevduat icadı, “Güven” yaratmadı ve beklenen TL’ye dönüş gerçekleşmedi. Dövizdeki tırmanışın önünü kesiyor gibi olsa da, gerçekte dövizi de fazla geriletmedi ve dövizdeki mevduat tutarı pek değişmedi.
Bu koşullar altında 2022 Ocak ayı faiz toplantısı yaklaştığında yeni bir faiz indirimi olur mu, sorusu ağırlıkla “Olmaz” diye yanıtlanıyordu ve öyle de oldu; faizler yüzde 14’te kaldı. Çünkü, arkadan korkunç bir enflasyon çığı geliyor. Aralık’ta yıllığı yüzde 36 olan enflasyonun 3 Şubat’ta açıklanacak Ocak ayı yıllığının yüzde 50’leri bulması bekleniyor. Şubat ve Mart’ta yüzde 60-70’leri bulması işten değil. Bu da önümüzdeki aylarda da faizlere dokunulmayacağı anlamına geliyor.
Politika faizleri düşük tutulsa da bu, piyasa faizlerini düşürmedi. Tersine, tüketici faizleri yüzde 30’lara kadar çıkarken, Hazine’nin borçlanma faizi yüzde 25’e yaklaştı. Ticari kredi faizleri yüzde 20’leri aştı.
Büyüme hırsı
Erdoğan’ın evdeki hesapları çarşıya uymuyor. Özellikle enflasyon, ana gündem oldu ve seçmenin en çok konuştuğu konu. Enflasyonla mücadele Erdoğan’ın gündeminde yok. Çünkü mücadele demek, faizleri artırmak, kredi genişlemesini, kamu harcamalarını kısmak, ekonomiyi soğutmak demek. Erdoğan ise canlılık, büyüme istiyor. 2021’de zorlama ile tahminen yüzde 11’e yakın büyüme gerçekleşti. Bu, hem dampingli ihracat hem de içeride enflasyona karşı mala artan aşırı talep sayesinde gerçekleşti. Büyümenin sürdürülebilirliği yok. 2022 için tahminler yüzde 3 büyümeden ibaret.
Enflasyonla mücadele yerine, enflasyonla baş edecek asgari ücret, maaş artışı yollarını seçen Erdoğan, öyle bir enflasyonla yüz yüze ki, bu artışlar palyatif tedbir olarak kalıyor. Yine de enflasyonla uğraşmak yerine, büyümeyi zorlamak, bundan sonra Erdoğan’ın izleyeceği tek seçenek. Kredi Garanti Fonu aracılığıyla kredi musluklarını açmak, denenecek bir serüven. Ama ters tepmesi ve enflasyonu körüklemesi kaçınılmaz.
Erdoğan için, ekonomideki hesaplar, çarşıya hiç mi hiç uymuyor.