Güneydoğu’daki düşük yoğunluklu savaşın kötü miraslarından  olup da yüzleşilemeyen resmi ayıplardan biri de yakılan, boşaltılan köyler, mağdur edilen köylüler… 1985-1995 döneminde resmi bir bildirime dayanmadan sözlü tehditle boşaltılan, yakılan köylerin mağdurları yüz binlerle ifade ediliyor. Mağdurların AHİM’de açtığı davaların Türkiye’yi her defasında  tazminata mahkum etmesinin, AB ilerleme raporlarında bu ayıbın ikide bir iktidarların önüne getirilmesinin de zorlamasıyla, bazı göstermelik adımlar atıldı. “Köye Dönüş veRehabilitasyon Projesi” ve Temmuz 2004’te çıkarılan,“5233 Sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Tazmini Hakkında Kanun”, dış baskıların önünü kesmek ve “mış” gibi yapmaktan öte bir anlam taşımadı.

 

Hacettepe Üniversitesi bünyesinde 2006’da yapılan bir araştırmada bu afetten etkilenen 14 ilin kentsel ve kırsal yerleşim yerlerinden 1986-2005 döneminde güvenlik nedenleriyle göç eden nüfus büyüklüğünün 1 milyon 200 bine ulaştığı açıklandı. Mağdurlar, evlerini, bağlarını,bahçelerini, hayvanlarını terk ederek mezralarından, köylerinden ayrılmak zorunda bırakıldıklarını ifade etmişlerdi. AKP iktidarının bu mağduriyeti savsakladığı, kapsamlı bir çözüm üretemediği yine AB ilerleme raporlarında her yıl ifade ediliyor. Örneğin sonuncusu 16 Ekim 2013’te açıklanan raporda şu ifadeler yer alıyor. “ Yerlerinden olmuş kişilerin durumu değişmemiştir. Bu kişilerin zararlarının tazmin edilmesi süreci devam etmektedir, ancak bunların veya evlerine dönmek isteyenlerin ihtiyaçlarına yönelik kapsamlı bir ulusal strateji bulunmamaktadır.”

 DİYARBAKIR’DA…

Zorla göç ettirilmişlerin sorunları hafta sonu Diyarbakır’da ele alındı.  Demokratik Toplum Kongresi, DTK Sosyal Politikalar Komisyonu/Emek Göç ve Yoksulluk Çalışma Grubu’nun düzenlediği  konferansa DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk, BDP’li milletvekilleri Özdal Üçer ve Mülkiye Birtane, eski Avrupa Parlamentosu parlamenteri Feleknaz Uca, Hakkari Belediye Başkanı Fadıl Bedirhanoğlu ile birlikte inanç grupları ve birçok STK temsilcisinin de aralarında bulunduğu çok sayıda kişi katıldı. Toplantıya konuşmacı olarak ben de davetliydim.

 Kürt siyaseti, bu insanlık dışı uygulamanın takipçisi. Devletin bu ayıpla yüzleşmesi gerçekleşmedikçe yaşanan travma hafiflemeyecek. Aysel Tuğluk, “1990’larda Kürtlere uygulanan bu politikalar asla 1915’teki Ermeni Tehciri’nden, 1924’teki Anadolu ve Balkanlardaki Müslüman ve Hıristiyan ahalinin değiş- tokuş edilmesinden, 1925-1938 arasında Kürtlerin katledilmeleri sonrası yerlerinden edilip Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yeniden iskana tabi tutulmasından ayrı değildir” derken bir gerçeği de dile getiriyordu.

Göçe zorlanan Kürt köylüleri sefil oldular. Onlar, bölgede de tutunamadılar, bir umutla İstanbul’da, Tarlabaşı’nda, Bağcılar’da hayatta kalmaya çalıştılar. Taksim’de kağıt mendil satan, yer yer dilenen çocuklar, o göçenlerin çocukları. Hayatları karardı ve devlet bu ayıbıyla henüz yüzleşemedi. Ama yüzleşecek, bundan kaçamaz.

YA DİĞER GÖÇ?

Göçe zorlanan 1,2 milyon nüfus, bölgenin göç mağdurlarının sadece bir kısmı. Bölge, yıllardır göçe zorlanıyor. Bu bazen devlet dipçiği ile oldu, bazen açlık tehditiyle. Yıllardır bölgesel kalkınma masalıyla uyutulan Doğu ve Güneydoğulu yurttaşlar durmadan göçe zorlanıyorlar. Öyle ki, bölgede doğan nüfusun bugün neredeyse yarısı doğduğu topraklarda yaşamıyor. TÜİK’in her yıl ikamet adresleri üstünden gerçekleştirdiği Adrese Dayalı Nüfus Sayımı’nın  sonuçlarına göz attığımızda bu görünüyor açıklıkla.

untitled

21 Güneydoğu ve Doğu ilinde doğmuş yaklaşık 20 milyon nüfusun yüzde 47’si göç etmiş durumda. Bu oran 2007 yılında yüzde 44’tü. Demek ki 5 yılda 3 puan artmış. AKP rejiminin bölgeye dönük, göçten caydıracak bir icraatı olmamış. Bölgeye dönük özel yatırım, “teşvik belgesi” niyetleriyle sınırlı kalırken kamu yatırımları eksik GAP yatırımları ve asker-polis yatırımlarından öteye gidememiş durumda.

 KAN KAYBI…

Bu, haliyle başta gençler olmak üzere bölgenin en önemli  birikimi sayılan insangücü kaynağının, bölgeden kanaması demek. Bölge, göçten kaynaklanan kanamayla kalmıyor, irili ufaklı sermaye de, bölgede biraz palazlandıktan sonra bu illeri terk ediyor ve başta İstanbul olmak üzere büyük merkezlere göç ederek kanamayı artırıyor.

Bugüne kadar yaşanan pratik şunu gösteriyor ki, bölgelerin siyasi ,ekonomik, kültürel meseleleri, merkezden, Ankara’dan yönetilemiyor, çözüm bulunamıyor. Göç kanamasına uğrayan sadece Doğu,G.Doğu değil ; Karadeniz, Orta Anadolu, hatta bazı Akdeniz ve Ege alt bölgeleri… Göç çeken İstanbul, İzmir, Antalya bile bu göçün altında eziliyor. Büyük kent sorunları yaşanıyor. Bütün bu anomalileri gidermenin yolu, yetki ve kaynakları merkezden yerele devretmekle mümkün. Merkezi demokratikleştiren, yerele inisiyatif tanıyan yeni bir yönetim modeli, bölge insanlarının politik, kültürel beklentilerini karşılamanın yanında göçü yavaşlatacak, iş-aş imkanlarını çoğaltmaya da imkan verecektir. Türkiye artık bunu denemek, yerele dönüşümü gerçekleştirmek zorunda.

 

 

Written by Mustafa Sönmez