Merkez ve Çevre krizin neresinde ?(1)
Küresel krizin üstünden 5 küsur yıl geçtikten sonra dünya kapitalizmi yeni bir dönemeçte gibi görünüyor.…
Betonlaştıran, tüketen ve geliştirmeyen ama “büyüme” sözcüğüyle teslim alan çılgınlık, her geçen gün enerji ihtiyacını, o ise hızla doğanın ve insanlığın tüketimini kamçılıyor. Bu, tüm dünyada böyle. Türkiye gibi ülkelerde ise hayli tahripkâr, hayli vahşi…
Dış kaynağa dayalı ve bir avuç sömürücü sınıfın ancak işine yarayan tarzdaki büyüme, enerjiye talebi kamçılıyor ama yeterli enerji üretimi yok, ithalat var. Toplam ithalatın dörtte biri enerji. Doğal gaz en önemli ithal kalemi. Elektrik ancak kıt dövizle alınan doğalgaz ile üretiliyor neredeyse. O zaman ne kalıyor geriye? Aman, yerli kaynaklarımızı kullanalım; akarsularımızı, kömürümüzü, güneşimizi,rüzgarımızı…Ama bunu da kullanmanın akılcı yolunu bulamıyor, mal bulmuş mağribi gibi doğaya saldırıyor, çevreyi altüst ediyor, yıkıyor ve yıkıyorlar.
DOĞU LİSANSLARI
HES, yani hidrolekterik santraller için özel firmalara verilen lisanslarla Karadeniz talan edildi ama yetmedi şimdi Doğu ve Güneydoğu’nun canına okunuyor. Kısa adı EPDK olan Enerji Piyasası Denetleme Kurulu’nun verdiği lisansları tarayınca görülüyor ki, Doğu’nun 21 ilinde 151 projeye lisans verilmiş. Kurulu gücü yaklaşık 8 bin MWm olarak tarif edilen bu santrallerin ağırlıklı kısmı HES , ama doğalgaz yakıtı kullanacak olanlar da var.
Doğu ve Güneydoğu’nun akarsuları, yıllardır Türkiye’nin hidrolik enerjisinin temel kaynağı oldu. Türkiye’nin, daha çok Batısında kullanılan elektriğin önemli bir kısmını üretti. Bölgede sanayi geliştirilmezken bölgenin enerjisi emilip götürüldü. Bölgenin Kürt yurttaşları, haliyle içerlediler buna. Devletin bölgeyi böyle sömürdüğünü düşündüler. Bugün aynı devlet, bu kez kendisi değil, ama Türk’ü, Kürd’ü ile, sermayeye veriyor “ sömürme” imtiyazını lisanslarla. İrili ufaklı , Batılı Doğulu birçok firma lisans yağmasının peşinde. Doğu ile Batı arasındaki işbölümünde değişiklik yok, sahiplik el değiştirmiş, devletten bir avuç sermayedara…
Bölge doğal kaynakları paylaşılıyor, bölgeye istihdam ve katma değer katkısı olmayan santral projeleri için yarış, doludizgin.
Önce Keban, sonra GAP projeleri kapsamında gerçekleştirilen hidroelektrik santral yatırımları ile ve onu izleyen irili ufaklı enerji yatırımlarıyla bölgenin Türkiye elektrik enerjisi kurulu gücüne katkısı, 2011 sonu itibariyle yüzde 17’ye yaklaştı. Bölgenin HES kurulu gücü ise , Türkiye’nin toplam HES kurulu gücünün yüzde 45’i. Yeni projeler ile bölgenin toplam kurulu güçteki payı yüzde 25’leri bulacağa benziyor.
HES TALANI
Ülkenin dört bir yanında HES yatırımı var. 2000`e yaklaşan sayıda HES projesinden söz ediliyor. Bu projeler topoğrafik yapısının dik ve su potansiyelinin fazla olduğu Doğu Karadeniz`de yoğunlaşmakla beraber Doğu-Güneydoğu’da da yüksek boyutlarda.
Elektrik üretiminde hidrolik , çevreye uyumlu, temiz, yenilenebilir, yüksek verimli, yakıt gideri olmayan, enerji fiyatlarında sigorta rolü üstlenen, uzun ömürlü, işletme gideri çok düşük, dışa bağımlı olmayan yerli bir kaynak sayılır. Ancak, tarihsel mirasın hiçe sayılması, santral inşaatı hafriyatlarının derelere akıtılması, derelerin , ırmakların susuz kalması, doğal yaşam alanlarının yok edilmesi gibi uygulamalarla sürüyor yatırımlar. O zaman da haklı olarak HES`lere karşı tepkiler büyüyor; ülkemizin dört bir yanında HES`lere isyan var. Doğaya zarar verdiği gerekçesiyle HES karşıtı eylemlere yenileri ekleniyor.
HES konusuna , sadece mühendislik projesi temelinde değil; tüm boyutları ile yaklaşmak zorunlu. Tümüyle özel sektörün kâr hırsına terk edilerek piyasalaştırılan enerji sektörü içinde, su kaynaklarının 49 yıllık anlaşmalarla devredilmesi, büyük ekolojik, sosyal tahribata neden oluyor.
NE YAPMALI?
Enerji, bir kamusal ürün, kâr ve sermaye birikimi amaçlı değil, en düşük maliyetle, çevre etkisi düşünülerek kamuca ve/veya kamu kontrolünde üretilmesi gerekir. Oysa özelleştirme ile her şey, enerji şirketlerinin plansız ve denetimsiz azgın kâr hırslarına terk edildi. Yüksek kârlılık vaat eden, tahsilat garantili hale getirilen elektrik piyasası, kâr arayışındaki sermaye grupları için cazip bir alan yapıldı.
Doğal kaynakları koruyan, ekolojik dengeyi sağlayan bir yenilenebilir enerji üretimi mümkün. Ancak, enerjiyi metalaştıran, yani özel sektörün kârlılık insafına bırakan enerji politikaları ile bu gerçekleştirilemez. Hidroelektrik santraller, havza bütünlüğünde yapılacak bilimin ve tekniğin ışığındaki bir planlamayla ve yerel yönetimlerin onayıyla geliştirilecek projelerle yapılmalı. ÇED süreci hakkıyla uygulanmalı. Projeler üzerinde mutlaka ve mutlaka yerel yönetimlerin söz hakkı olmalı… Demokratik özerklik gibi manşetlerin altı, ancak enerji gibi mikro meselelere kafa yorulursa doldurulabilir.