İşsizler, emekliler,işçiler, memurlar, tarım üreticileri,
sanayiciler, ihracatçılar, turizmciler…

Herkes halinden şikayetçi

MUSTAFA SÖNMEZ

İşsizlik kabus: Resmi işsizlik yüzde 15, gerçek işsizlik yüzde 22 ve sayıları 6,3 milyon. Genç işsiz sayısı 1 milyonun üstünde. Kentlerde kadınların üçte biri işsiz.
Ekonomi küçülüyor:, 2009 küçülmesi yüzde 6’yı aştı. Ekonomi 4 çeyrektir daralıyor. Sanayide kapasitenin yüzde 30’u boş. Küçülme, işsizlerin iş umudunu azaltıyor. Kişi başına gelir kaybı 2009’da 1890 dolara çıktı.

Geçim sıkıntısı Asgari ücret, mutfak giderinin ancak yüzde 70’ine yetiyor. Aileler, ancak mutfağa harcama yapıyor, 140 milyar TL borçları var, 9 milyar TL borç batık.

Emek gelirleri azalıyor: Emekliler 60 TL’lik zamma öfkeli. Memur maaş zamları yetersiz. Özel sektör işçilerinin çoğuna 2009’da zam yapılmadı, tersine ücretleri bile indirildi.

Bütçe açıkları Merkezi bütçe 2009’da 60 milyar TL açık verecek , 2010 açığı da 50 milyar TL. Bütçede faiz ve SGK açıklarından geriye fazla bir para kalmıyor.Tarım ve hanehalkı harcamaları azalıyor.

Borçlar Çığ Gibi Artıyor AKP, bütçe açıklarını büyüttükçe , kamu borçları da tırmandı 450 milyar TL’yi buldu. Kişi başına kamu borcu 4109 dolar.. Dış borçlar 269 milyar dolara çıktı. Üçte ikisi özel sektör borcu

Batan Batana: Bankalara ödenemeyen krediler 15 milyar TL, karşılıksız çek sayısı 2 milyon, tutarı 16 milyar TL’ye; protestolu senet sayısı 1,5 milyona, değerleri 7 milyar TL’ye yaklaştı.

Derinleşen ekonomik kriz, iyileşme umudu ile tünelin ucundaki ışığı bekleyen tüm kesimlerde, beklentileri olumsuza çevirdi. Krize karşı etkili çözümler üretemeyen AKP iktidarına toplumun tüm kesimlerinden tepkiler artıyor. İşi olan olmayan tüm kesimler, tarım üreticileri, sanayiciler, ihracatçılar, turizmciler eleştirilerini daha yüksek sesle dile getiriyorlar.

Sabrı hızla tükenen kesimlerin başında işsizler geliyor. Kriz öncesi, resmi olarak yüzde 10 dolayındaki işsizlik, bir yıl gibi kısa bir sürede yüzde 15’e, resmi işsiz sayısı da 3,5 milyona ulaştı.

Yaklaşık 1 milyon lise ve üniversite mezununun da işsizler arasında olduğu görülüyor. Yaşları 18-24 arasındaki genç işsizlerin sayısı da 1 milyonun üstünde. Kentlerde iş arayan kadınların üçte biri işsiz durumda. Yatırımların yüzde 25’ yakın gerilediği 2009’da, AKP hükümeti, önümüzdeki yıllarda da iş umudu olmadığını açıkça ifade ediyor. İşsizlik, özellikle genç işsizliği, birçok sosyal ve siyasal erozyona yol açıyor, mafya, kapkaç, fuhuş gibi suç sektörlerini besliyor.

Ekonomi Küçülüyor…

AKP iktidarı, dünyadaki likidite bolluğunun yarattığı sanal büyüme dönemine denk düştü. Ancak 2008’den itibaren düşüş başladı. 2008’in Ekim ayından bu yana hızla küçülen ve 2009 daralması yüzde 6’ya ulaşan Türkiye ekonomisi, “yükselen Avrupa ekonomileri” içinde, krizden en olumsuz etkileneni oldu. 2008’de kişi başına 10 bin dolar olarak açıklanan kişi başına gelir, yaşanan küçülme sonucu 8 bin dolara indi ve yaklaşık kişi başına 2 bin dolarlık yoksullaşma yaşandı. 2010’da düze çıkması beklenen ekonomide iyileşme sinyalleri çok zayıf. Sanayi üretimi Kasım ayı sonuçları iç kararttı. Sanayide kapasite kullanımı yüzde 70’leri geçemiyor. Özellikle otomotiv, metal, dayanıklı tüketim malları sektörlerinde kapasite kullanımı yüzde 50’lerde seyrediyor. Sanayide kapasiteler kullanılamadığı için yeni yatırım niyetleri de hep askıda kalıyor. Sanayici, özellikle AB’de yaşanan dış pazar kaybını içeriden telafi etmek istiyor, ancak iç pazarı canlandıracak bir gelir-ücret politikası izlenmiyor. Artan işsizlik ve gerileyen ücret ve maaşlarla hanelere daha az gelir girdiği için iç tüketim de beklenen ölçüde artmıyor.


İhracatçılar,
AB’den kaybedilen pazarı telafi için yeterli destek ve yönlendiricilik göremiyorlar. Özellikle döviz kuru, ihracatçının cesaretini kırıyor. Dörtte bir oranda gerileyen ihracatın bu düzeyde kalması bile ancak ucuza ihracat ile gerçekleşiyor. İhracat gelirleri yüzde 25 dolayında gerilemesine karşın, ihraç edilen miktarı yüzde 10’larda seyrediyor. Bu da daha ucuza mal satılarak dampinge gidildiğini, yoksullaştıran ihracat yaşandığını gösteriyor.
Aynı durum turizmciler için de geçerli. Turizmciler de yatak kapasitelerini kullanabilmek için 2009’da tur fiyatlarını düşürdüler. Turist başına gelir 2008’de 637 dolar iken 2009’da 537 dolara düştü. Yoksullaştıran ihracatı, yoksullaştıran turizm izledi.

Hem turizmciler, hem ihracatçılar, IMF ile yapılacak bir anlaşmada alınacak borçların, içeride döviz kurunu aşağı iteceğinden, bunun da sektörlerini olumsuz etkileyeceğinden endişeliler. Düşük döviz kuruna Merkez Bankası’nın seyirci kalması halinde, ucuz dövizin ithalatı kamçılaması , bunun da yerli üretim ve istihdama daha çok zarar vereceğinden endişe ediliyor. Merkez Bankası ise düşük kur, fiyatları terbiye ediyor diye, düşüşü pek umursamıyor.

Bu umursamazlık, firma batışlarında, karşılıksız çek ve senet protestolarının çığ gibi büyümesinde de önemli bir vebale sahip. Bankalara ödenemeyen krediler 15 milyar TL, karşılıksız çek sayısı 2 milyon, tutarı 16 milyar TL’ye; protestolu senet sayısı 1,5 milyona, değerleri 7 milyar TL’ye yaklaştı.

Geçim sıkıntısı büyüyor

Toplumda geçim sıkıntısı giderek büyüyor. Sayıları 6 milyon olan işsizler evlerine ekmek götüremezken, işi olanların da gelirleri, yüzde 6,5’luk resmi enflasyon kadar bile artırılmadı. Asgari ücretin neti 600 TL’yi bile bulamadı, 9 milyon emeklinin ortalama aylığı 600 TL gibi utanılacak bir düzeyde iken 2010 için ancak 60 TL seyyanen zam verildi ve bu zam, Başbakan’ca “ yüzde 20 zam” şeklinde açıklandı. Memurlara, enflasyon oranında verildiği öne sürülen zamlar, gerçek enflasyonla baş edemiyor. Resmi enflasyon yüzde 6,5 olarak açıklandı ve ayarlamalar buna göre yapılıyor ama çoğu alt-orta sınıftan olan memurların tüketim harcamalarının yarısını temsil eden gıda maddelerinde enflasyon yüzde 9,5 olarak gerçekleşti. Konut harcamalarında, ulaştırmada da enflasyon, ortalama tüketici enflasyonun üstünde gerçekleştiği için, kamu emekçileri reel gelir kaybına uğradılar. 2 milyonu aşan kamu emekçilerinin toplam geliri, 2000’lerin başında ulusal gelirin yüzde 7’si iken bugün yüzde 5’in altına düştü.

Öte yandan, bütçe üstünden de toplumun emekli ve çalışan kesimleri mağdur ediliyor. Vergi gelirlerinin yüzde 70’e yakını dolaylı vergilerden alınmaya devam ediliyor ve bunu da tüketici çoğunluk ödüyor. Buna karşılık büyük karlar eden bankalar ile şirketlerin ödediği kurumlar vergisi, toplam vergi içinde yüzde 10’u bile bulmuyor. Harcamalarda da faiz ödemeleri bütçenin yüzde 30’una yakınını yutuyor. AKP iktidarının sağlıkta dönüşüm fiyaskosu ile iflasın eşiğine gelen SGK’ya aktarılan kaynaklar, daha çok özel hastanelere, ilaç firmalarına giderken, 44 milyar TL’lik prim borçların ödemeyen işverenlerin, AKP’li belediyelerin yol açtığı açıklar, bütçeden kapatılıyor. Bütçeden tarıma, hanehalkına yapılan transferler hızla azaltılarak, gelirin adaletsiz bölüşümünde denge biraz daha emek aleyhine değişiyor.

Öte yandan, ailelerin, bankalara, katılım bankalarına, tüketici finansman şirketlerine ve konut satışları nedeniyle Toplu Konut İdaresi’ne (TOKİ) olan toplam borçları son altı yılda 10 kattan fazla artarak 13,4 milyar TL’den 140,2 milyar TL’ye kadar yükseldi. Buna bağlı olarak ailelerin bankalara yıllık olarak ödediği faiz miktarı da altı yılda beş kattan fazla artarak 21,3 milyar lirayı buldu.

Uygulanan ekonomik politikalar nedeniyle reel gelirleri artmayan ailelerin önemli bir kısmı bankalara olan tüketici kredisi ve kredi kartı borçlarını ödeyemediler. Zaman zaman getirilen ödeme kolaylıklarına rağmen borcunu ödeyemediği için icraya verilen vatandaş sayısı 2 milyona yaklaştı.

6Yoksullaşmadan tarım üreticileri de nasibini alıyor. Tarım sektörüne yönelik desteklerin azalması ve tarım ürünü ithalatının artmasına paralel olarak Türkiye’nin tarımsal ürün üretimi de azaldı. Bütçeden tarım sektörüne yapılan destekleme ödemeleri 2009 yılında yüzde 22,6 oranında azalarak 4,5 milyar liraya kadar düşürüldü. Milli gelir içerisindeki payı yüzde 8-9’a kadar gerilediği halde, Türkiye nüfusunun üçte birinin geçimini sağladığı, toplam istihdamın da yüzde 25’ini sağlayan tarım sektörünün destekten yoksun kalması geçimi zorlaştırıyor, iç göçü kamçılıyor, göçenlerle birlikte kentlerde işsiz ordusu büyüyor.

Devlet Borçları Çığ Gibi

2009 bütçe açıklarının 60 milyar TL’yi bulduğu tahmin edilirken 2010 için de en az 50 milyar TL açık hedefleniyor. Vergi kaçakçılığı ve vergiden kaçınma devam ettiği için ve varlıklı kesimler yeterince vergilendirilmediği için, borçlanma ihtiyacı artıyor ve AKP iktidarı kamu borçlarını 450 milyar TL’ye tırmandırmış durumda.
Milli gelirin küçülmesi ve kamunun iç ve dış borç stokunun yeniden hızla artmaya başlaması, borcun milli gelire (GSYH) oranının da yükselmeye başlamasına neden oldu.

2001 krizinde hortumlanan bankacılık sektörünün yükünün Hazine’nin üzerinde kalması sonucu 2002 yılında milli gelirin yüzde 69,2’sine kadar yükselen kamu borç stokunun milli gelire oranı, bütçeden yapılan ödemelerle, 2007 yılında yüzde 39,6’ya kadar indirilmişti.

Borç yükünün bu ölçüde azaltılması, halkın vergi yükü artırılarak, maaşlar, tarımsal transferler ve benzeri harcamalar baskı altına alınarak, önemli kamu şirketleri (Türk Telekom, Erdemir, Tüpraş, Petkim, Eti Alüminyum, Araç Muayene İstasyonları, Tekel, Elektrik Santraları, Elektrik Dağıtım Bölgeleri’nin yanı sıra THY ve Halk Bankası gibi kamu şirketlerinin belli oranlardaki payları) özelleştirilip satılarak sağlanabilmişti.

Kamu mali dengelerinin 2008 yılından başlayarak yeniden alt üst olmasıyla birlikte kamu borç yükü yeniden yükselmeye başladı. 2008 yılı sonunda yüzde 40 olan kamu borçlarının GSYH’ye oranı 2009 yılında yüzde 46,2 olarak gerçekleşti.

Çığ gibi büyüyen bütçe açıkları ve açıkların büyümesine paralel artan devlet borçları, hükümeti IMF anlaşmasına sürüklüyor. Bir yıldır, kaynağı belirsiz şaibeli döviz girişleri ve yüksek faizle çekilen sıcak para girişi ile durumu idare eden, bu sayede IMF kapısına gitmeyen AKP, artık IMF kapısını çalmak ve toplumu “Kırk katır mı, kırk satır mı” çözümsüzlüğüne sürüklemek üzere.

Dış Borç Yükü Bir Kabus

AKP iktidarının izlediği düşük kur politikası, özel kesimin de hızla dışarıdan borçlanmasını özenirdi. 2008 yılı sonunda ve 2009 yılının ilk çeyreğinde uluslar arası krizin etkisiyle azalan Türkiye’nin dış borç stoku (kamu+özel sektör borcu) yılın ikinci çeyreğinden itibaren yeniden artmaya başladı.

Kamu ve özel sektörün toplam dış borçları 2002 yılı sonundan Haziran 2009’a kadar olan dönemde yüzde 107,4 oranında artış kaydetti. 2002 yılı sonunda 129,5 milyar dolar olan dış borç stoku Eylül 2009 sonunda 273,5 milyar dolara kadar çıktı. Dış borç stokunda bu dönemde yaşanan 143,9 milyar dolarlık artışın büyük bölümü özel sektörün borçlanmalarından kaynaklandı.

Uygulanan ekonomik politikaların yarattığı cari işlemler açığının finansman yükü özel söktürün üzerinde kaldı. Bu nedenle de 2003 yılından başlayarak özel sektörün dış borçları hızlı bir yükselme eğilimine girdi.
2002 yılında 43 milyar dolar olan özel sektörün toplam dış borç stoku, 2008 yılında 185,9 milyar dolara kadar yükseldi. Bu dönemde verilen cari işlemler açığını özel sektör dışarıdan borçlanarak finanse etti.

Ancak yaşanan uluslar arası finansal kriz döneminde özel sektörün yeni dış borç bulma olanaklarının azalmasıyla birlikte Eylül 2009’da 176,3 milyar dolara inen özel sektörün dış borçlarındaki bu yüksek seviye, Türkiye ekonomisi açısından önemli bir risk oluşturuyor.

Dış borç stokunda yaşanan artışa paralel olarak Türkiye’nin dış borçlar için ödediği faiz de her geçen gün artıyor. Türkiye ekonomisi dış borç faizi olarak yurt dışına önemli ölçüde kaynak aktarıyor.

2002 yılında 6,4 milyar dolar olan Türkiye’nin kamu ve özel sektör olarak dış borçları için yabancı kreditörlere ödediği faiz miktarı 2008 yılında 11,8 milyar dolara kadar yükseldi.

Ekim 2009 sonu itibariyle son bir yıllık dönemde Türkiye’nin dış borçları için ödediği faiz miktarı ise 11,1 milyar dolar olarak gerçekleşti.

AKP Hükümeti Rantiyelerin Hükümeti Oldu

Kökeni “milli görüş” olan ve faizi dinen haram sayan AKP, ironik biçimde rantiye kesimi palazlandıran bir hükümet durumuna geldi. Özellikle, halkın dar gelirli çoğunluğundan toplanan vergi biçiminde iç ve dış rantiyelere aktarılmayla devam ediyor.

Türkiye 2003-2009 yıllarını kapsayan son 7 yıllık dönemde Devlet bütçesinden 358,7 milyar liralık faiz ödemesi yapıldı.

Türkiye’de faiz oranlarının diğer ülkelere göre yüksek seyretmesi ve Türk parasının değerlenmesi (döviz kurlarının düşmesi) Türkiye’yi yabancı portföy yatırımcıları için cennet haline getirdi.

2002 yılı sonunda Türkiye’ye getirilip Türk parasına dönüştürüldükten sonra Hazine iç borçlanma kâğıtlarında tutulan sıcak para, son yedi yıllık dönemde dolar bazında yüzde 326,4 oranında kazanç sağladı. Diğer bir ifadeyle 31 Aralık 2002’de gelen ve Hazine iç borçlanma kâğıtlarında tutulan 1.000 dolar, 30 Kasım 2009 itibariyle 4 bin 246 dolar oldu. Aynı sürede sıcak para Hisse senetlerinden ise yüzde 382,7 oranında kazanç sağladı.

Written by Mustafa Sönmez