AK faşizmin dış borç mirası ürkütücü
Türkiye, 7 Haziran akşamı nasıl bir Türkiye olacak bilinmez ama AKP rejimi ya da AK…
Yerel seçimlerin yapılacağı 31 Mart tarihi yaklaştıkça ülkenin en can alıcı gündem maddesi olan ekonomi ile ilgili tartışmalar da alevleniyor. Verileri soğukkanlı ve sağduyu ile yorumlamaktan çok propaganda malzemesine dönüştürme telaşı öne çıkıyor. Büyümenin yerini küçülmeye bıraktığı bu konjonktürde, ithalat gerilerken ihracat göreli olarak artmış görünüyor. Bu durum, hem ekonomi yönetimi hem de bazı işveren örgütlerince abartılarak kamuoyuna sunuluyor.
Örneğin henüz resmiyet kazanmayan şubat 2019 dış ticaret verileri konusunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetiminin Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan şöyle konuşuyordu: “Küresel ticarette yaşanan tüm sorunlarına rağmen Türkiye tarihinin en yüksek şubat ayı ihracatını açıklamış bulunuyoruz. Yılın ilk iki ayında ihracat yüzde 5 artarken, ithalat yüzde 23,1 azaldı.” Bakan Pekcan aynı coşkuyla devam ediyordu, bu yılın en önemli göstergesinin ihracatın ithalatı karşılama oranı olduğunu, bunun ilk iki ayda yüzde 87.3’e ulaştığını, 2018’in ilk iki ayında ise yüzde 64 dolayında olduğunu vurguluyordu.
İhracatta göreli bir artış ama ithalatta sert bir düşüş olduğu açık. Ancak bunun arkasında yatan dinamikler neler ve bu durumun sürdürülebilirliği ne kadar, asıl önemli olan bu.
Ekonomi 2018’in üçüncü çeyreğinde ancak yüzde 1,8 büyüyebildi, son çeyreğinde ise yüzde 3 küçüldü. Yaşanan derin küçülme sonucu özellikle sanayi üretiminin kullandığı ara malı, girdi, yatırım için makine vb. ithalatı düşüş gösterdi. İthalatta düşüş, tamamen üretimin azalması, yatırımların durması ile ilgili.
İhracattaki artış ise sanayide üretilenin dışarıya satışı ile ilgili olmaktan çok, stoktaki bitmiş ya da stoklanmış ham madde ile üretilenin dış pazarlara yönlendirilmesi ile ilgili. Bundan dolayı ihracatta Bakan Pekcan’ın sözünü ettiği artışın devamı şimdilik kolay değil.
2003’te 47 milyar dolar iken 2017’de 157 milyar dolara çıkmış görünen ihracatın kat ettiği yüzde 234 artışa karşılık ithalat da hızlı arttı ve 2003’te 69 milyar dolar iken 2017’de 234 milyar doları buldu ve yüzde 239 arttı. Dış ticaret açığı 2003’te 22 milyar dolar iken 2017’de 77 milyar doları buldu.
İhracat üretime bağlı, üretim de ithalata. Başka bir deyişle ithalat yapmadıkça ihracat artamıyor. İhracat, ithalata yüzde 60 dolayında bağımlı. İhraç edilen otomotiv ürünleri, gıda, tekstil, konfeksiyon, demir-çelik, beyaz eşya gibi kalemlerin ihracat bedelinin yüzde 60’a ulaşan miktarı ithal girdi için harcanıyor. Bu ithalatı yapmadan üretim, üretim yapmadan da ihracatı sürdürmek mümkün değil.
İhracatın ithalata bağımlılık oranı sektörden sektöre değişse de ortalama yüzde 60 dolayında. Bunu, ihracatın bir türü olan “Dâhilde İşlem İzni Teşvik Belgesi” alınarak yapılan ihracat biçiminden görmek mümkün. İhracatın ithalata artan bağımlılığına katkı yapan bir politika öğesi olarak “’Dâhilde İşleme Rejimi” (DİR) adını taşıyan teşvik sistemi, ihracatın ana eksenini oluşturuyor. Bu sistem, yurt içinde işleyerek belli bir süre içinde ihraç etmek şartıyla ihracatçı sanayicilere vergi muafiyetleri ve istisnalar sağlıyor. Verilen teşvik belgeleri her ay Resmi Gazete’de firma bazında bilgiyle yayımlanıyor.
Bu teşvik sisteminin yürürlüğe girdiği 1996’dan itibaren ihracatın yaklaşık yarısı bu konseptle gerçekleştiriliyor. Firma ihracat yapacağını bildirerek ithalattan alınan vergi ve harçlardan muafiyet istiyor ve teşvik belgesi başvurusunda taahhüt ettiği ihracatı belirttikten sonra bu ihracat için gerekli ithalatı da ifade ediyor ve ithalatına teşvik sağlıyor.
Yıldan yıla değişse de DİR çerçevesinde yapılan ihracat tutarının yüzde 60’ı dolayında teşvikli ithalat izni aldığı anlaşılıyor. Örneğin 2010 yılında 55 milyar dolarlık ihracat için 33 milyar dolarlık teşvikli ithalat izni alındığı ve bunun ihracatın yüzde 60’ına ulaştığı görülüyor. Yine 2017 yılında 62 milyar dolarlık ihracat için 34 milyar dolarlık teşvikli ithalat izi belgesi alındığı görülüyor. Bu da ihracatın yüzde 55’i demek.
2003-2017 aralığında bakıldığında ithalata bağımlılık ortalama yüzde 60’ı bulurken sektörden sektöre değişebilmekte. Ana metal, bilgisayar, elektronik gibi dallarda ithalata bağımlılık yüzde 75’i bulurken otomobilde genelde yüzde 60, gıdada yüzde 50 dolayına ulaşabiliyor. Çok yakın zamana ilişkin birkaç örnek aydınlatıcı olacaktır. Otomotiv sektörünün öncü kuruluşlarından Koç Grubu bünyesindeki Ford Otomotiv Sanayii 11 Temmuz 2018 tarihli teşvik belgesi ile yaklaşık 1,5 milyar dolarlık ihracat yapacağını ama bunun için teşvikli 887 milyon dolarlık ithalat yapacağını belirterek teşvik belgesi almış görünüyor. Bu, belirtilen miktar ihracat partisi için yaklaşık yüzde 60 ithalat ihtiyacı anlamına geliyor. Aynı şekilde oto lastiği üreten Brisa 76 milyon dolarlık ihracat partisi için 42 milyon dolarlık teşvikli ithalat yapacağını bildiriyor. İthalatta bağımlılığın yüzde 55 olduğu anlaşılıyor. Demir çelik sektörünün önemli kuruluşlarından İçdaş aynı ay 199 milyon dolarlık ihracat için 153 milyon dolarlık muhtemelen hurda demir ithal edeceğini bildiriyor. Burada da bağımlılık yüzde 77’ye ulaşıyor.
İthalata bağımlı ihracatın ara malı ya da sermaye malları ile sınırlı kalmayıp gıda, tekstil-konfeksiyon gibi Türkiye’nin rekabet gücü olduğu sanılan alt sektörlere kadar uzandığı anlaşılıyor. Gıdada buğday ithal edip una dönüştürüp ihraç etmek en bilinen örnek. Konfeksiyonun ihtiyacı olan kumaş, iplik, aksesuarlar bile ithalatla karşılanır durumda.
Üretimde ithal girdi payının artması, özellikle döviz kurunun düşük seyrettiği 2003-2013 döneminde yoğun olarak yaşandı. İç ve dış iklimin etkisiyle umulmadık boyutlarla giriş yapan yabancı kaynak döviz kurunu düşürürken, içeriden sağlanan birçok girdiyi ucuz dövizle ithal etmek daha kârlı bulundu. Bu tercih, içerideki irili ufaklı birçok tedarikçi sanayinin yok oluşunu da getirdi.
Sanayinin, dolayısıyla ihracatın ithalata bu ölçüde bağımlılığı, döviz fiyatlarının 2018’deki gibi hızla fırladığı koşullarda ithalatı da pahalılaştırarak üretimin maliyetlerini artırıyor, dolayısıyla rekabet gücünü aşağı çakiyor.
Kurgunun çalışması, yeniden dövizin ucuzlamasına, o da dışarıdan kaynak akışının hızlanmasına bağlı. Bu özellikle Türkiye için yakın gelecekte kolay görünmüyor. Tersine, dövizde yeniden bir tırmanma sürecine girildiğine ilişkin önemli sinyaller geliyor. İhracatın performansının stokla sınırlı olduğu, mevcut kur fiyatlarıyla yapılacak ithalatla, ihracatı artırmanın pek de kolay olmayacağı açık. İthal girdi araç-gerecinin içeride üretilmesiyle sağlanacak ithal ikame ise uzun soluklu ve istikrarlı bir çabayı, daha çok da sanayiyi ihmal edip inşaatı kollayan bugünkü büyüme paradigmasının değiştirilmesini gerektiriyor.