Barış olacaksa 70 karakol niye?
Başından beri, “Olmayacak duaya amin demektir AKP rejimi ile barış” dedik. Ama, barış masasına…
Önsöz
2015’te yapılan iki genel seçim, Cumhuriyet tarihinde özel bir yere oturdu. Bir İslamofaşist rejime her geçen gün daha çok dönüşen AKP rejiminin tek başına iktidarına son verildiği 7 Haziran seçim sonuçları, 13 yıllık bir kâbusun sonlandırılması gibiydi. Ama olmadı, olamadı. Yüzde 60’ı bulan muhalif oy, blok oy sanıldı, ama değildi. MHP’nin marifetiyle Ak faşizm kuşatmayı kısa sürede yardı ve devamında ülkeyi 5 ay sonra 1 Kasım’da seçime götürerek kendisine yeni bir iktidar dönemi başlattı.
1 Kasım seçimlerine giden aylarda Türkiye tarihinde görülmemiş kitlesel katliamlar yaşandı, her gün onlarca cenaze kaldırıldı. Korku ve yeisle kitleler bezdirildi ve “istikrar” uğruna verilen oylar devşirilerek , kitleler ölümle korkutulup sıtmaya razı edildi. Böylece, 7 Haziran’da kaçan tek başına iktidar imkanı, 1 Kasım’da yeniden yakalandı.
Korku iklimi ile kitleyi teslim alma taktiğinin işe yaraması, bu kez Başkanlık hedefini gerçekleştirmede kullanılmak isteniyor. Kürt muhalefeti üstünde ağır bir terör estirilirken her tür hak mücadelesi, muhalif medya, tamamen zapturapt altında.
Ak faşizmin, yüzde 49’luk oy desteğini, hem de kendisi bile pek ummazken, sağlamasına rağmen, yeni iktidar döneminin hemen başında saldırganlaşması neden? Çünkü, rejimin inşası, tek adamlık, diktatörlük-başkanlık- operasyonu henüz tamamlanmadı. Kitlelerden bunun da rızasını almak için korku, baskı iklimini, kaosu, belirsizliği devam ettirmek gerekiyor. Yanı sıra, Kaçak Saray ve yakın çevresinin bagajında cesetler hala duruyor, yargı önüne çıkılmadı, kazanılmış seçim zaferi ile etraflarını yüzde 49 canlı kalkanla çevirmiş olmalarına rağmen, rahatlamış değiller. Herhalde hiç olmayacaklar. Çünkü tökezledikleri an, hesap sorulacağını onlar da biliyor.
***
Türkiye’nin 1 Kasım 2015’te başlayan “yeni dönem”inde de emek, özgürlük yanlısı kesimlerin direnişi sürecek. Çünkü, suskunluk teslimiyet anlamına geliyor. Bu kesimleri üç ana aktör olarak tanımlamak gerekirse, CHP’den, Kürt siyasetinden ve sosyalistlerden söz etmek gerek. Peki, bu üç bileşenin güçlerini daha etkili bir şekilde bir araya getirmeleri, etkili bir ittifak kurmaları mümkün mü? Bu, geçmişte ne kadar yapılabildi, neden yapılamadı, bundan sonra yapılabilir mi? Bu konuda potansiyeller, kapasiteler, fırsatlar neler; engeller, bariyerler neler, aşılamaz mı, hangi şartlarla?
Bu ve benzeri sorular üstüne kafa yormaya yarayacak bir kitap elinizdeki. Önemli bir kısmı, 2009’dan bu yana, Cumhuriyet,Yurt, Sözcü ve BirGün gazetelerindeki bir kısım siyaset yazılarımdan oluşuyor. Kitabın başına ise, uzunca bir giriş ekledim. Daha çok, 1 Kasım 2015 kum fırtınası sonrasının güç dengesini, buna bağlı olarak muhtemel gelişmeleri kestirmeye çalışan bir bölüm. Haliyle, Türkiye sınırlarına sıkışıp kalmayan, dünyayı, özellikle de Orta Doğu coğrafyasındaki güçler dengesini de içine alan bir analizle…Tabii ki, Ak faşizm üstünde yeni bir basınç odağı haline gelen Rusya faktörünün katılımıyla…
***
Kitabın “Giriş” bölümünde, Ak faşizme karşı mücadelede müttefik olabilecek üç aktörün, Kürt siyasetinin, CHP’nin ve sosyalistlerin günümüz profillerine ve birbirlerine karşı duruşlarına tarihsel boyut da katarak yer verdikten sonra, Ak faşizmin üstünde hissedeceği basınçları tartıştım. Rejimin yeni döneminde işinin hiç kolay olmayacağına, ama geriletilmesi ve alt edilmesinin de etkili bir ittifak oluşturulmasına bağlı olduğuna değindim.
Notebene Yayınları’ndan 2011’de çıkan “Kürt Sorunu ve Demokratik Özerklik” kitabım , bu kitabın ana temalarından birine, demokratik özerkliğe odaklanmıştı. Bu kitabın ikinci bölümünde de, yine, hem Kürt sorununun çözümüne aracı olacak hem Türkiye’yi demokratikleştirmeye yarayacak “Demokratik Özerklik, Yerelde Demokrasi” konulu, 2012 sonrasına ait 15 yazı yer alıyor.
Üçüncü bölümde, CHP ve Kürt sorununa yaklaşımı ile ilgili yazdığım 11 köşe yazısı var. Bu yazılardan, CHP’nin 2012’den 2015’e Kürt sorununa yaklaşımının geçirdiği evrimi izlemek olası.
Kürt sorunu, Türkiye coğrafyasına sıkışmış bir pencereden yeterince anlaşılamıyor, çünkü gerçeklik, 4 ülkeye dağılmış durumda. Dolayısıyla sorunu Orta Doğu bağlamında tartışmak gerekiyor. Bunu yapmaya çalıştığım 15 köşe yazısı da “Kürt Sorunu ve Orta Doğu” başlığı altında toplanıyor.
Gezi direnişi, mücadele tarihimizde bir milattır. Öyle ki, Kürt özgürlük mücadelesinin son yıllarının analizinde de bir kırılma tarihidir. Kürt muhalefetinin Ak faşizme karşı pozisyonunu, Gezi öncesi ve sonrası diye dönemlendirmek mümkündür ve kitabın son iki bölümünde bu yapıldı.
***
Notabene Yayınları’ndan çıkan kitaplarımın formatı aynı: Derleme özelliği ağır basıyor. Yayımlanmış köşe yazılarım belli alt başlıklar altında gruplanıyor ve tümünü okuyucuya anlamlı kılacak bir giriş yazısıyla kitaba bir bütünlük kazandırılmaya çalışılıyor.
Kitaba girecek köşe yazılarının seçilmesinde, gruplandırılmasında, rafine edilmesinde hep Bahadır Ahıska yardımcı oldu, bu kez de onun emeği var. Çok teşekkür ediyorum.
Kitap fikirlerini dostum Yalçın Bürkev ile yaptığımız beyin fırtınaları sırasında üretiyoruz. O da, “Haydi yapalım” diye ev ödevini önüme koyunca, artık iş başa düşüyor. Bu kez de öyle oldu. Yalçın’a da tekrar teşekkürler.
Tabii ki kitabın grafik tasarımından, fiziki üretimine, emeği geçen herkese ayrıca şükran borcumuz var.
Aralık 2015 /İstanbul