Beş yılı geride bırakan küresel krizin sonuçlarından her ülke, her ülke sınıfları farklı farklı etkileniyorlar. Finansal kriz, ABD’de patladı ve ABD finans piyasaları ile entegre hale gelmiş Batı Avrupa, Japonya gibi merkezlerin finans piyasalarına bulaştı, bu ülkelerde yaşayanları anında etkiledi. Merkez ülkelerde 2008’de sıfır büyüme yaşandı, ardından 2009’da yüzde 3,6 daraldı ekonomiler. 2010 yılı yüzde 3,2 büyüme ile toparlanma yılı oldu ama 2011 büyümesi yüzde 1,5’da kaldı ve 2012 için IMF öngörüsü yüzde 1,6. Bunlar iç açıcı sonuçlar değil.

İstikrarlı bir büyüme temposu yakalayamamada, karşı karşıya bulunulan devletin mali krizi en önemli etken. Küresel kriz patladığında, bütün piyasaperestliğin ilkelerini bir kenara koyarak sisteme müdahale eden,  finans sistemini bütçe kaynakları ile kurtarmaya, yangını yatıştırmaya koyulan ulus devletler, bir anda devasa bütçe açıkları ile yüz yüze geldiler, kimileri de Güney Avrupa’da olduğu gibi, iyi gitmeyen kamu maliyesi göstergelerinin daha da kötüleşmesine engel olamadılar. Merkez ülkelerin bütçe açıkları 2008’de milli gelirlerinin yüzde 4,5’u tutarındaydı. Krize devlet müdahaleleri ile açık 2009’da yüzde 10’a kadar çıktı.Tatsız kemer sıkma programları bile 2010 ve 2011’de açığı yüzde 8,7’nin altına indiremedi.  Hala çok yüksek ve yeniden kemer sıkmayı gerektirirken büyüme önünde de engel.

***

Sokaktaki insan açısından yaşanan durumun tercümesi şu; Büyüme yok, iş yok. Kemer sıkma var, eldeki avuçtakinden olma, sosyal güvencesizlik, göreli yoksullaşma var. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Nisan 2012 Dünya İstihdam Görünümü bülteninde 2012 için dünya işsiz sayısını 202 milyon olarak öngörüyor. Merkez ülkelerdeki işsiz sayısının 47 milyon olarak tahmin edildiği raporda işsizlik oranı da yüzde 9’a yakın biçiminde ifade buluyor. İşsizlik, özellikle Avrupa’nın krizi derinden yaşayan  ülkelerinde daha yüksek. Örneğin İspanya’da yüzde 26’yı geçerken Yunanistan’da da yüzde 22 dolayında ve Portekiz’de yüzde 15’in üstünde.

Krizin merkez ülkelerde yarattığı işsizlik, yoksulluk, güvencesizlik, sosyal devlet hizmetlerinden mahrum bırakılmak, yeni vergi yüklerine maruz kalıp kamu varlıklarının satışına engel olamamak, kitleleri derinden sarstı. Bunun sonucudur ki, son zamanlarda yapılan seçimlerde, sandığa gidenler, bütün bu sonuçlara kendilerini maruz bırakanları cezalandırıyorlar, iktidardan uzaklaştırıyorlar. Genellikle yaşanan, kriz döneminin merkez sağ partilerini iktidardan uzaklaştırmak yönünde. Fransa’da Sarkozy’nin yerini Hollande’a bırakması değişimin en önemli ayaklarından. Almanya’da Merkel’in ve partisinin akibeti merak konusu iken İtalya’da da rüzgarın soldan yana estiği, aynı eğilimin İngiltere’de de gözlendiği biliniyor.

İktidara geldikleri ülkelerde merkez sol partiler, -ki bunların çoğunun, neoliberal politikalar ile ciddi bir hesaplaşması bugüne kadar söz konusu olmadı-  karşı karşıya bulunulan kamu maliyesi krizini aşmada, açıkların boyutlarını Maastricht Kriterlerine (MK)  yaklaştırmada ne kadar başarılı olacaklar? Bilindiği gibi, MK’ya göre , ülke bütçe açığınız milli gelirinizin yüzde 3’ünün üstüne çıkmamalı.Yine, kamu borç yükünüz de milli gelirinizin yüzde 60’ının üstüne çıkmamalı. Avro alanı, bu oranların henüz  uzağında. Bütçe açıkları yüzde 4’ün, borç stokları da yüzde 87’nin üstünde. Bunlar 17 ülkenin ortalaması. Bazı ülkeler var ki, daha birkaç yıl kemer sıkmak zorunda kalabilirler. Mesela Avro alanı dışındaki İngiltere’nin  bütçe açığı yüzde 8,5, borç stoku yüzde 86. İşçi Partisi iktidarı devralırsa, bu operasyon onun işi olacak. Kamu borç yükünün milli gelire oranı İtalya’da yüzde 120, İrlanda’da da yüzde 108, Portekiz’de yüzde 108, Belçika’da yüzde 98, Fransa’da yüzde 86, hatta bütçe açığı yüzde 1 olmasına karşın, Almanya’da yüzde 81!…Bütün bu ülkelerde iktidar, merkez sağdan merkez sola geçince, bütçe açığını daraltmak, kamu borç yükünü azaltmak için tatsız kemer sıkma işlerini yapmada nöbet, merkez sol partilere geçecek.

***

Merkez sol partilerin, bu tatsız operasyondan uzak durmaları, onun yerine kitlelere iş-aş yaratacak  büyümeye yönelmeleri mümkün mü? Mevcut paradigma içinde hiç kolay değil. “Biraz kemer sıkma, biraz büyüme” biçiminde bir bileşim, elbette denenecek ama ne kadar sonuç verir, bilinmez. Sonrası? Her ülkeye göre değişir. Belki, yeniden merkez sağa dönüş, belki de Yunanistan ve 2001 krizi Türkiye deneyiminde yaşanan; radikal tercihlere  yöneliş

Yunanistan, merkez sağ ve sol seçeneklerin tüketildiği ülke örneğini temsil ediyor ve radikal sol seçenekle neler yapılabileceğini sahnelemenin arifesinde.  Türkiye, küresel kriz öncesinde, 2001 krizinde merkez sağ ve solu (önemli bir kısmını) tüketmiş bir ülke örneği. Bu tükenmenin sonrasında da bir radikalizmi, AKP rejimi ile 10 yıldır deneyimliyor ve öğrenmek isteyen Batılılar (ve Doğulular) için, sivil bir diktatörlüğün en net örneğini oluşturuyor.

***

Merkez partileri çökmüş ya da çökmenin eşiğindeki ülkeler için kaçınılmaz sonuç, radikal kanatların yükselişi. Neoliberalizmin ömrünü uzatacak programların dışına çıkamayacak merkez solun peşine takılan işçi hareketleri, sadece zaman ve kan kaybedecekler. Bunlar içinde yeni bir yaşam paradigması inşa etmeyi başaranlar ise kitleleri peşlerinden sürükleme ve yaklaşan barbarlığa karşı sosyalizmi bir siyaset seçeneği yapmayı deneyebilirler. Tersi durum, Yunanistan’daki Altın Şafak türü faşist güruhların tüm dünyada boy atmasına fırsat verir ve Alman devrimci Clara Zetkin’in dediği gibi,  “Faşizm, proleter devrimi gerçekleştirememiş proletaryanın çekmeğe mahkum olduğu ceza” olarak hepimizin önüne gelir.

Written by Mustafa Sönmez