PKK, Barzani ve Köşk Hesapları…
Orta Doğu’da Kürt siyaseti üstünde söz sahibi olma konusunda öteden beri rekabet içinde olan Abdullah…
Küresel kriz geride 6 yılı bıraktı bırakmasına ama, kimse “kriz geçti” diyemiyor. Herkes de farkında ki, sadece uyuşturuldu, zamana yayıldı, yükü, ülke hükümetleri sırtlandı, toplum adına tabiii.
Şimdi hem normalleşme hem de yeniden bir büyüme ivmesi yakalanmanın yolunu bulmak gerekiyor. Ama nasıl ? Kriz, devletin para ve maliye politikalarıyla uyuşturulunca, sermaye içi ayıklanma da yaşanmadı. Schumpeter’in “yıkıcı yaratıcılık” dediği süreç tam anlamıyla gerçekleşmedi, devletin koltuk değnekleriyle ayakta duranların, değnekler çekilince akibetinin ne olacağı belli değil henüz.
Küresel kriz, dünyanın egemenleri, emperyalistleri arasındaki güç dengesini de etkiledi. ABD, eski ABD değil, bu görülüyor. Ama dağılan gücünü restore etme çabasından vazgeçmiş de değil. Avrupa’da Almanya, krizden en az etkilenen ve durumu lehine çevirerek bir güç odağı olma arayışında. Rusya ile Çin, krizden az etkilenen ve durumu lehlerine çeviren “yükselen egemenler” görünümünde. ABD’den başlayarak bu 4 egemenin profillerini analiz etmeye başlıyorum. Bugün ABD, sonra Almanya, Rusya ile Çin…
Kriz öncesi ABD
1990’ların başında SSCB dağıldığında, “tarihin sonu” denilerek neoliberalizme ölümsüzlük sıfatı yakıştıranlar, ABD’yi mutlak imparator ilan edeceklerdi. Ama çok sürmedi, 10 yıl sonra imparatorluk çatırdamaya başladı. Milli gelirinin yüzde 5’ini bulan askeri harcamalarla tesis ettiği askeri hükümranlığını, bir tür ortaçağ feodallerinin “senyoraj” hakkını kullanması gibi kullanan “imparator”, üretim faaliyetlerini Asya’ya kaydırmıştı. İçeride finansal bir dünya oluşturmuş ve dünya sermayesini de buraya çekerek “kağıttan para kazanan’, kağıtları balonlaştıran, spekülasyondan paralar vuran, bunun bir kısmını halkına devlet servisleri biçiminde, bazen kâr payı olarak dağıtan ama “müzik çaldıkça dans etmek”ten öte vizyonu olmayan aymazlıktaydı. ABD, bütçe açığını ve cari açığını büyüttükçe büyütüyor ama bunu Çin, Japonya benzeri ülkelere finanse ettiriyordu. Gidebildiği kadar…
Kriz çarpıyor…
Bu finans cambazlığının bir gün balonlarıyla yere çakılacağı sır değildi ve olanlar oldu; 2008’de çakıldı. Yıl, yüzde 0,3 küçülme ile biterken esas dibe vuruş 2009’da yüzde 3’e yakın küçülme ile geldi. 320 milyon nüfuslu, kişi başına geliri 50 bin doları aşan 15-16 trilyon dolarlık milli geliri olan imparatorluğun yüzde 3 daralması, sıradan birşey olamazdı. Hızla devletten can simitleri geldi, daha beter batışı önlemek için.
Önce TARP isimli bir programla 700 milyar dolar şırınga edildi hasta kapitalizme. Yetmedi, 2009’da “fiscal stimilus” adıyla 787 milyar dolar daha püskürtüldü yangına. Irak ve Afganistan savaşları bütçeye 900 milyar dolara malolmuşken üstüne gelen kriz yangınını söndürme harcamaları, bütçeyi “oydu”. 2010’da bütçe açığı milli gelirin yüzde 9’u gibi devasa bir noktaya sıçradı, 2011’de değişmedi, 2012’de ancak yüzde 7’ye geriledi. Buna rağmen Obama, vaadettiği sağlık reformunu uyguladı ve sağlık harcamalarını milli gelirin 18’ine çıkaracak bir uygulamaya gitti.
Koltuk değnekleri…
Krize devlet müdahalerini yenileri izledi. En önemlisi 2012’de uygulamaya geçilen ayda 85 milyar dolarlık tahvil alımı desteği oldu. Bunun, enflasyon yüzde 2,5’a ,işsizlik yüzde 6,5’a ininceye kadar uygulanacağı, sonra geri çekileceği duyuruldu. Nitekim, 2013 Mayıs ayı sonun doğru Fed Başkanı Bernanke , bu koltuk değneklerini çekmeye yavaş yavaş başlayacağını açıkladı. Artık herkes ayaklarının üstünde durmayı öğrenmeli, duramayanlar piyasadan çekilmeliydi. Ancak sancılı bir geçiş bu. ‘Daha erken, işsizlik yüzde 7’nin üstünde, göstergelere bakın’, diye direnenler yüzünden, 2014’ün sonuna, belki 2015’e ertelenen bir faiz artırımı kararı için gel-gitler yaşanıyor.
Güç restorasyonu
ABD’nin, kriz öncesi askeri alanda başlayan güç kaybı, küresel kriz ile pekişti. Gini katsayısı 45’e çıkacak kadar adaletsizleşmiş gelir bölüşümü, entegre olamayan bir toplumsal yapı, ABD için zaten büyük tehdit. Önünde ciddi bir toparlanma ihtiyacı var. Dünyadaki “imparator” fonksiyonunu kaybettiğinin farkında. Bunu en çok Suriye’de Esat’ı tasfiye etmeye yeltenirken farketti. Karşısında, Rusya, Çin, hatta bir bölgesel güç olarak İran faktörünü gördü ve geri adım attı. Bununla birlikte, yükselen yeni egemenlere karşı bir güç restorasyonunu AB ile, özelilkle Almanya ile daha yakın ilişki kurarak gerçekleştirme peşinde. Bunu yaparak ekonomik iyileşme, askeri olarak da çekindiği Rusya’yı yalnızlaştırma hedefi var ABD’nin.
AB ile tesis edilen yeni Serbest Pazar anlaşması ile, iki pazarı entegre edip , AB’ye de tutunarak ayağa kalkmayı hedefleyen ABD, Almanya’nın Rusya ile yakınlaşmaması için de özen gösteriyor.
Ya Almanya? Onun bu plana yakınlığı var mı? O, ABD ile yakınlaşmayı mı istiyor, yoksa Rusya ile yakınlık daha mı çok işine yarıyor? İzleyen yazıda bunu tartışırız…