Türkiye’nin hızla biriken ekonomik kırılganlıklarının yanında içerideki politik gerilimi, yönelimleri ve tutarsız dış politikadan kaynaklanan jeopolitik riskleri , S&P, Moody’s, Fitch gibi derecelendirme kuruluşlarınca negatif nota dönüştürüldü. Bunun sonucunda, ülkeye olan güven de hızla azalıyor. Yine bunun sonucudur ki, hem içeriden , yerlilerin  sermaye çıkışı hızlanıyor hem dış sermaye Türkiye’deki yatırımlarını sonlandırıp gidiyor ve/veya, yatırım niyetlerini uzun süreli olarak erteliyor.

Bu sermaye kanaması, ülkenin iş ve aş bekleyen üstelik eğitimli nüfusunun iş bulma umutlarını bir başka bahar ertelemesine neden olurken, gücü yeten nitelikli emek, nüfus da yurt dışına göçüyor ve böylece sermaye göçüne, beyin göçü ekleniyor.

Sermaye çıkışı

Türkiye ekonomisinin 2017’deki durumu  iç açıcı görünmüyor, alarm veriyor. 2016’dan devralınan sorunların yılın en azından ilk yarısında sürmesi bekleniyor. Sert şirket sarsıntıları,  banka  çalkantıları, yoğun işsizlik ve gelir erimesi kaçınılmaz görünüyor. Bu öngörüye yol açan etkenlerin başında, Türkiye ekonomisinin dış kaynağa bağımlılığı ve bu kaynağın Türkiye’den uzaklaşmasının da etkisiyle, dolar fiyatının hızla artışı geliyor.

Türkiye’nin artan gerilimli ortamının ve anti-demokratik yapısının “tek adam hedefli” bir sürece doğru bükülmesi, Türkiye’nin risk katsayısını artırdı ve ülkede özellikle borsaya , hisse senetlerine,devlet kağıtlarına yatırım yapmış sıcak para ,önceki yıllardan farklı olarak, çıkma yönünde bir davranış sergiledi.

En son açıklanan ödemeler dengesi verileri, özellikle 2016’nın  ikinci yarısında dış kaynak girişinde önemli bir azalma olduğuna işaret ediyor. 2016 Eylül-Kasım dönemine ait veriler, 3 ayda cari açığın 5,6 milyar dolara ulaşırken, açığı finanse edecek bir kaynak girişi olmadığı gibi, 1,5 milyar dolarlık sıcak para çıkışı olduğunu göstermektedir. Bu durumda, açığın, “kaynağı belirsiz”(net hata-noksan) kaleminden giren 4,4 milyar dolar ve Merkez Bankası döviz rezervlerinden karşılandığı anlaşılmaktadır.

21

Eylül-Kasım döneminde 4,4 milyar dolar olan kaynağı belirsiz döviz girişinin yılın 11 ayında 9,6 milyar dolara ulaşması ve 11 ayda 28,6 milyar doları bulan cari açığın üçte Kaynak TCMB veri tabanı

birinden fazlasını karşılaması, ayrıca  dikkat çekicidir. Bu kaynaktan girişler, 2015’te de 9,3 milyar dolar olmuş ve cari açığın yüzde 29’unu finanse etmişti.

Dış kaynak girişinin özellikle yılın ikinci yarısında azalması ve girişin yerini son aylarda çıkışa terk etmesiyle, dolar fiyatında da sert yükselmeler gözlendi. 2015 Aralık ayında 2,91 TL olan dolar, 2016 Aralık ayı ortalamasını 3.50 TL’ye yakın kapadı ve 12 ayda yüzde 20’nin üstünde fiyatlandı. Dolar, 2015’te de yüzde 25 pahalanmıştı. Bu tırmanış, 2017’nin ilk ayında da sürdü ve doların fiyatı artırılan faizlere rağmen, 3.85 basamağına, avronun fiyatı ise 4.15 TL basamağına  yerleşti.

Varolan sermayenin çıkışa yönelmesi, yatırım notu yeni karnelerle düşürülen Türkiye’ye, önümüzdeki yıllarda sermaye girişini de caydırıyor. Derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’yi “Yatırım yapılamaz ülke” olarak ilan etmelerinden sonra, içeride kayda değer demokratikleşme, hukuk devleti, insan hakkı iyileşmeleri olmadıkça, kısaca ülke “asgari normal” iklime dönmedikçe, çıkan sermayenin geri gelmesi de söz konusu olmayacak. Bu, dolar fiyatının daha da yükselmesi, bunu frenlemek için de faizlerin yükseltilmesi, böylece ülkenin “yüksek kur-yüksek faiz” kıskacına alınması demek. Bunun yaratacağı sonuçlar, negatif büyüme, iflaslar-eldeğiştirmeler, yüksek işsizlik ve yoksullaşma…

Yerliler de kaçıyor

Yabancıları ürküten politik iklim, yerli aktörlerin de keyfini kaçırmış durumda. Sermaye kesimlerine de ayrımcı davranan, istediğini kayırıp biat etmeyeni cezalandıran AKP rejimi, sonuçta, yerli yatırımcının yurt dışına yatırımlarını aktarmasına, ailelerin de mevduatlarını yurt dışına taşımalarına sebep oldu. Merkez Bankası’nın elindeki kayıtlı veriler, Türkiye’nin dış yatırımlarının 38 milyar dolara ulaştığını gösteriyor. Yurt dışına yatırımın ve servet transferinin kambiyo rejimi gereği bir sınırı olmadığı için, isteyen istediği transferi gerçekleştirebiliyor. Örneğin, en son Sabancı Grubu, Trump’ın başlatacaığı altyapı yatırımlarından pay almak için yatırımlarını ABD’ye taşıyacaklarını iftiharla açıkladılar!…

Yatırım için sermaye transferi sürerken mevduatların yurt dışı bankalara taşınması da açık ,kayıtlı ya da kayıt dışı sürüyor. Merkez Bankası 2016 Kasım ayı kayıtlarına göre,  yurt dışı bankalardaki mevduat tutarı 45 milyar dolara yaklaştı. Bunlara, içerideki bankaların dışarıya açtıkları krediler, dış borsalara yerlilerce yapılmış ufak-tefek yatırımlar eklendiğinde, yurt içinde kullanılması mümkünken dışa götürülmüş varlıkların tutarının 101 milyar dolara yaklaştığı anlaşılıyor. Bu tutarın özellikle son 3 yılda artış göstermesi dikkat çekici.

23Beyin göçü

Kaldı ki, bunlar, Merkez Bankası’nda kayıtlı göç etmiş varlıklar. Bir de kayıtlara sokulmayan ve dışarıya çıkarılan servetler var ki, bunların çok daha yüksek meblağlara ulaştığı tahmin ediliyor.

Tek adam rejimine yönelişin getireceği yıkımı hissederek gerçekleşen sermaye göçünden belki daha vahimi, Türkiye’den beyin göçü olarak yaşanıyor. Özellikle Saray’a tabi kılınan yüksek öğrenim, birçok akademisyene uygulanan ağır baskılar, politik görüşlerinden dolayı uğradıkları hapis ve işsiz bırakılma uygulamaları, ülkeden beyin göçünü de hızlandırmış durumda. Daha şimdiden hayat tarzlarına dönük ağır icraatlar ve koyu taassup vadeden projeler, hayat tarzına müdahale kabul etmeyen iyi eğitimli, donanımlı bir nüfusun yurt dışına göçünü de hızlandırmış durumda. Aileler, elde avuçtaki servetlerini harcayarak çocuklarını yurt dışına eğitim için göndermeye daha mecbur hisseder duruma düşürüldüler. Bu çocukların mevcut iklim sürdükçe dönme ihtimalleri ise çok düşük.

Türkiye ekonomisinin mutlak bağımlı hale getirildiği dış sermayenin ürkütülmesiyle kalmayıp yerli birikimlerin dışarı göçmesine neden olan “tekçi zihniyet”, ülkenin nitelikli emeğinin, beyin varlığının göçünü de tetikleyerek önemli bir erozyona yol açmış durumda. Bu kaçan güvenin geri kazanılması kolay olacağa benzemiyor.

Written by Mustafa Sönmez