AKP rejiminin özellikle son yıllarda attığı bazı diplomatik adımların önemli “yol kazalarına” yol açtığı ve bunun sonucu Türkiye’nin ekonomik yaptırımlara, ambargolara maruz kaldığı biliniyor. Rusya ile yaşanan uçak düşürme krizi bunlardan biriydi ve henüz yara kabuk bağlamadı. Rusya ile gerginlik Moskova’nın uyguladığı sarsıcı ekonomik ambargolara mal olmuştu. İhracatta kısıtlama, inşaat yatırımlarının durdurulması, turistlere vize konulması ve Türkiye için çok önem taşıyan Rus turist girişinin hızla düşmesi, Türkiye ekonomisine ağır faturalar çıkardı. AKP rejiminin özürleriyle yeniden inşa edilmek istenen Türkiye-Rusya ilişkileri belli onarımlar görse de eski düzeyine dönmedi.

Rusya gibi büyük bir ülke ile yaşanan bu krizin dumanı tüterken Türkiye Körfez’deki Katar-Suud eksenli gerilimde de taraf oldu ve açık biçimde olmasa da Katar’a kol kanat gererek Sünni İslam blokuna ve özellikle başı çeken Suudi Arabistan’a karşı Katar’ ı savundu. Bu durum da Türkiye ile bu blokun ekonomik ilişkilerinin gerilmesi riskini kapıya kadar taşıdı. Şimdilerde Türkiye çekişen taraflar arasında bir tür arabuluculuğa soyunarak iki tarafın ekonomik imkânlarından da mahrum kalmamaya çabalıyor.

Bu tür gerilimlerin bir yenisi ise Avrupa Birliği’nin (AB) lideri kabul edilen Almanya ile yaşanmaya başlandı. Almanya’nın uzun zamandır Türkiye’de demokratik hakların kısıtlanması, insan haklarının ihlali, hukuk devletine yakışmayan icraatlar üstünden AKP rejimine dönük eleştirileri vardı. Bu eleştirilerin dozunu zaman zaman artıran Şansölye Angela Merkel, Almanya vatandaşı gazeteci ve insan hakları savunucularının da tutuklanmasına varan uygulamalar karşısında tavrını sertleştirdi ve ekonomi silaha da davranacağının işaretlerini verdi. Verdi vermesine ama Türkiye ile yoğun ekonomik entegrasyonu olmasına karşın Almanya yönetiminin elindeki kartların ne kadarını oynayabileceği, daha önemlisi özel sektörü yaptırımlara ne kadar katmayı başaracağı belli değil.

Özünde Almanya’nın Türkiye karşısında mutlak bir ekonomik ağırlığının olduğu çok açık. Türkiye ekonomisinin Batı kapitalizmi ile yıldan yıla artan bütünleşmesinde Almanya ağırlıklı yerini hep korudu. İhracat ve ithalat üstünden, yani dış ticaret üstünden ivme kazanan entegrasyon, hem 1970’li yılların ithal ikameci birikim modeli döneminde hem de 1980 sonrası dışa açılmacı dönemde doğrudan Alman yatırımlarının ivme kazanması ile sürdü. Çoğu sanayi sektöründeki bu yatırımlar zamanla hizmet alanına da yayıldı. Doğrudan yatırımın yanında Türkiye sanayicileri, teknoloji ve know-how kullanımında da Almanya seçeneğine çok başvurdu. Turizmde Alman ziyaretçiler uzunca bir dönem Türkiye için ağırlık taşırken, Almanya’nın 1950’lerden itibaren işgücü açığını kapamada Türkiyeli işgücü önemli bir yer tuttu ve zamanla Almanya’nın yerleşikleri arasına katılarak önemli bir bileşen oluşturdular.

Bugün bu entegrasyonun vardığı boyutların sayısal ifadesi, Almanya’nın ve Türkiye’nin ellerindeki kartları anlamak açısından yararlı olacaktır. Türkiye-Almanya arasında dış ticaret üstünden bütünleşme dış ticaret hacminden okunabilir. 2016 yılında Türkiye’nin Almanya’ya önemli kısmı tüketim malı sanayi ürünü olan ihracatının tutarı 14 milyar doları bulurken Almanya’dan çoğu makine-teçhizat olan sanayi ürünü ithalatının tutarı 21,5 milyar dolar. Bu, yaklaşık 35 milyar dolarlık bir dış ticaret ve Almanya net ihracatçı durumunda.

Dünyaya yıllık ihracatı 2016’da 1,2 trilyon doları bulan Almanya, AB ihracatının da yüzde 70’ini tek başına gerçekleştiriyor. Böyle bir ihracat devinin Türkiye’ye 20-21 milyar dolarlık mal satması, o kadar da hayati değil. Ama yıllık ihracatı 140 milyar dolar dolayındaki Türkiye için ihracatın yüzde 10’unu Almanya’ya yapmak önemli. Aynı şekilde yılda 1 trilyon dolara yakın ithalat yapan Almanya açısından Türkiye’den 14 milyar dolarlık mal almak o kadar önemli değil ama ithalatının yüzde 10’unu Almanya’dan yapan Türkiye için bu partner önemli.

Durum, doğrudan yatırımlar açısından da farklı değil. Almanya dışarıya 2,1 trilyon dolar yatırım sermayesi ihraç etmiş, yani doğrudan yatırım yapmış bir ülke. Türkiye bu yatırımlardan sadece 13 milyar dolarlık pay almış. Bu, binde 6’lık bir pay. Almanya açısından bu payın fazla önemi olmayabilir ama doğrudan yatırım stoku 125 milyar doları ancak bulan Türkiye için yatırımların yüzde 10’unun Alman firmalarına ait olması önemli.

Almanya kredi tedarikçisi olarak da Türkiye için önemli. Türkiye’nin özel sektörünün 209 milyar doları bulan uzun vadeli borçlanmasının yüzde 10’u Alman finans kuruluşlarınca gerçekleştirilmiş durumda.

Turizm sektörü açısından Almanya uzun yıllar önemli bir yer tuttu. Rusya’dan ziyaretçilerin artması ile Almanya ikinci duruma düştü. Bugün gelinen noktada Alman ziyaretçide sert bir azalma gözlemleniyor. 2015 yılında 36 milyon ziyaretçinin 5,6 milyonu Almanya’dandı. 2016’da ziyaretçi 25,4 milyona düşerken Almanya’dan girişler 3,9 milyona kadar indi. Bu azalışta Türkiye’nin artan riskleri elbette önemli rol oynadı. Kötü olan, imajın olumsuz yönde yol kat etmesi ve genelde AB, özelde de Almanya’dan girişin, düşürülen fiyatlara rağmen azalmaya devam etmesi.

Açıkça görüleceği üzere dış ticaret, doğrudan yatırımlar, kredi tedariki ve turist girişi açısından Almanya Türkiye için ihmal edemeyeceği bir partner. Dahası, Türkiye AB’ye aday ülke olduğu için topluluğun lideri Almanya ile iyi ilişkiler içinde olmak durumunda. Yıllık milli geliri 3,5 trilyon dolar olan Almanya, AB hasılasının yüzde 21’i demek. Bu hegemonya ile gerilim, kısa vadede olmasa da orta ve uzun vadede kısa vadeli sermaye hareketlerini, yani sıcak para girişini de olumsuz etkileyebilir ve şu sıralar pek etkilenmeyen dolar/TL, dolar/Avro paritesini yukarı iterek türbülanslar yaratabilir.

Ülke olarak bakıldığında ekonomik üstünlüğü açık olan Almanya, özellikle hukuk devleti olma, AB normlarına yaklaşmak yerine bundan uzaklaşma, giderek Alman yurttaşlarına da ucu dokunan insan hakları ihlallerini artıran Türkiye’ye ekonomik olarak bu sopaları dokundurabilir mi? Hükümet olarak elbette doğrudan kendi elinde olan sopaları dokundurabilir. Buna öteki AB üyelerini de katabilir. Resmi düzeydeki silah projeleri, kredi tedariki ve bazı projelerin finansmanını kısma, dondurma bunlar arasında sayılabilir. Türkiye ile iş yapan irili ufaklı Alman ve AB firmalarına sağlanan kredi, vergi indirimi vb. teşviklerde sınırlamaya gitme, bir başka yaptırım biçimi olabilir. Yurttaşları uyararak turizmden caydırmada da bir yere kadar etkili olunabilir.

Peki, yatırımcı, ihracatçı-ithalatçı, finansçı özel sektör? Bunlara kısa vadede etki edecek sinyaller gönderilip sonuç alınabilir mi? Bu, biraz zor görünüyor. Çünkü kâr ve birikim motivasyonlu iş yapan her özel aktör, siyasetin zikzaklarını bilir ve bir sabah her şeyin eskiye döndüğüne şahit olabilir. Bu nedenle Aman özel sektörünün ilişkilerin gerilmesi yerine eski güzel günlere dönmesi beklentisi daha hâkim ve bu yönde çaba içinde oldukları gözleniyor. Aynı şekilde Türkiye özel sektörü de Alman hükümetinin dert ettiği hukuk devleti, AB normları gibi siyasi beklentilere pek girmeden, “Aman ilişkileri bozmayalım” şeklinde yatıştırıcı gayretler içinde. Ne var ki seçim yılına da girmiş olan Almanya’da siyasilerin, hukuk ihlallerine her gün bir yenisini ekleyen AKP’ye karşı sonuç alıcı bir adım atamaması, seçmen karşısında durumlarını zorlaştırır. Siyasetçiler, attıkları bu adımın somut sonuçlarını seçmenlerine göstermek durumundalar. Ok yaydan çıktığına göre hedef vurulmalıdır. Aksi durum siyasetçilere faturalar çıkarabilir.

Written by Mustafa Sönmez