Barışa göz kulak ol, Demokrasi iste…
Gündemde barış süreci mi var, RTE’nin seçim takvimi mi ? Barışı kendi gündeminin peşine takan…
İleri Haber, 10 Şubat 2015
Irmak Ildır – İleri Haber
Son günlerde ekonomiyi yakından ilgilendiren ve Cumhurbaşkanı ile Merkez Bankası arasında bir atışmaya dönüşen “faiz tartışmaları” kızışmış durumda. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan faizlerin enflasyonu doğurduğu konusunda ısrarcı, Merkez Bankası ise faizleri indirmek konusunda ayak diriyor. İleri Haber olarak “faiz tartışmalarının” arkasındaki niyetin ne olduğunu deneyimli iktisatçı Mustafa Sönmez ile konuştuk.
“ERDOĞAN ORGANİK SERMAYEDARLARININ BEKLENTİLERİNE CEVAP VERMEK İSTİYOR”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın benzer şekilde faizlerin aşağı çekilmesi yönünde zorlamaları daha önce de olmuştu, ancak bu sefer dozajın çok daha arttığını görüyoruz. Nedir sizce Erdoğan’ın tam olarak istediği, neden bu kadar ısrarcı?
Ekonomi, RTE’nin lideri olduğu AKP rejimi için bir araç. 2002 seçimlerinden bu yana, hangi ekonomi politika seçmen artışı getirecekse, o tercih edildi. İç ve dış konjonktürün de yardımcı olmasıyla, seçmen odaklı “popülist” ekonomi politikalar öne çıktı.
AKP, hem kendi organik burjuvazisini yaratacak bir büyüme rotası ile, ağırlıkla inşaat odaklı oldu bu, hem de seçmen oranını yüzde 30’lardan yüzde 50’lere çıkaracak “popülist” politikalarla, kamu harcama politikalarıyla yol aldı. Seçmen kitlesinin büyüklüğü, sandık onayı, RTE için izlediği bütün hukuksuzluklar, yasa dışı icraatlar için bir tür canlı kalkandır. O nedenle bu defa da ekonomiye maliyeti ne olursa olsun Haziran seçimlerine seçmeni sorunsuz götürmeyi ve yeni bir onayı amaçlıyor.
Canlandırılmış bir ekonomi hem durgunluktan yakınan kimi seçmenleri yatıştıracak ve oy kopmalarını önleyecek hem de iç pazardaki durgunluktan yakınan başta konut üreticileri, inşaatçılar olmak üzere organik sermayedarlarının beklentilerine cevap verecek. Faiz indiriminde bu kadar ısrarlı duruşun nedeni esas olarak bu politik beklentilerdir.
“24 ŞUBAT’TA FAİZ İNDİRİMİ ZOR”
Erdoğan’ın konuşmalarının ardından dolar önce 2,45, Cuma günü ABD tarım dışı istihdam rakamlarının ardından da 2,47 ve en son 2,50 rekorunu kırdı. Enflasyonda ise göreceli bir katılaşma var. Mevcut tabloda 24 Şubat toplantısından ne bekliyorsunuz, Para Politikası Kurulu(PPK) ne yapacak, bu kriz nasıl çözüme bağlanacak? Merkez Bankası yasasının seçimlerden sonra değiştirilmesini ve buna bağlı bir kur krizini öngörüyor musunuz?
Kurdaki yukarı yönlü hareket, iç ve dış iklimin etkisiyle sürebilir. ABD’nin faiz artırımı ile ilgili kararını öne çekecek gelişmeler önemli bir etken. Bu, sadece Türkiye’den değil, tüm benzeri ülkelerde geçici park etmiş yabancı yatırımcıları ABD’ye yönlendirici etki yapıyor, dolayısıyla bu, sermaye çıkışı ve/veya yeni girişlerin azalması demek. Haliyle kur yukarı gidiyor. Yanı sıra Yunanistan ve Avro alanı gerilimi, Rusya’nın çöküşü, Orta Doğu’daki gerilim, bütün bunlar ihracatı, dolayısıyla büyüme performansını aşağı çekiyor ve tümü birden dış yatırımcının iştahını azaltıyor. Bu şartlarda 24 Şubat’ta da bir faiz indirimi zor, ya da gerilimi tırmandırmamak için göstermelik bir indirim ancak olur. Merkez Bankası’nın “bağımsızlığının” kaldırılması ise radikal bir karar olur. Göze alınabileceğini sanmıyorum. Zaten seçimle beraber siyasi kaygılar sonlanacağı için, siyasi saik arka plana geçirilebilir.
“TÜRKİYE İÇİN RİSKLER 2009’UN ÇOK ÜZERİNDE”
PPK’nin faizleri indirmesinin Türkiye’ye yabancı para girişini azaltacağı yorumları yapılıyor. Öte yandan 2014 yılında sermaye girişlerinin önceki yıllara nazaran ciddi şekilde azaldığı görülüyor, Peki Erdoğan neye güveniyor?
Erdoğan’a sermaye kaçışının ve kur artışının geçici olacağı anlatılıyor birileri tarafından. Faizler indirilirse ekonomi canlanır, canlanmayla beraber yabancıların iştahı yeniden açılır ve yeniden gelirler, o zaman da kur tekrar düşmeye başlar, dengeye gelir türünden anlatımlarla ikna ediliyor RTE. O da buna inanıyor. 2009 krizini örnek veriyorlar, ekonomiye can suyu verdik, sizin dediğiniz gibi “kriz teğet geçti” ve yabancılar geri geldiler, gibi anlatımlarla inandırmışlar RTE’yi. Oysa 2009 dünya koşulları ile bugünkü aynı değil. O dönemde yabancıların gidecekleri fazla bir yer yoktu. Bugün krizden çıkmaya çalışan ABD seçeneği her şeyi değiştiriyor. Türkiye’nin için riskler 2009’un çok üzerinde.
“CARİ AÇIĞI KAPAMADA KAYIT DIŞI GİRİŞLER ÖNEMLİ”
Toplam finansman içerisinde kaynağı belirsiz sermaye girişlerinin payı oldukça arttı ve bu konu dış basın da dâhil fazlasıyla spekülasyon yapılıyor. Siz net hata noksanda görülen bu artışları neye bağlıyorsunuz?
Net hata noksan, teknik nedenlerle de büyümüş olabilir, kozmik nedenlerle de. Teknik nedenler, firmaların dışarıdaki dövizlerini geç transfer etmeleri, istatistikî kayıtlarda büyüyen “hatalar”, turizm ve öteki hizmetten sağlanan döviz girişlerinin kayıtlarında sorunlar vb. Kozmik nedenler ise, AKP ile dayanışma içindeki güçlerin, Orta Doğu’daki kayıtlı-kayıtsız sermayenin Türkiye’ye girişinin kolaylaştırılmasının da bu kayıt dışı sermaye girişlerde etkisi olabilir. Ama yine de nereden baksanız, cari açığı kapamada dörtte birin üstünde etkisi var kayıt dışı girişlerin. Takip edilmeli.
“DİDİŞME EKONOMİK İKLİM SERTLEŞİRSE TIRMANABİLİR”
Merkez Bankası bağımsızlığı kavramına nasıl bakıyorsunuz? Merkez Bankası’nın yalnızca fiyat istikrarı başlığına odaklanması, öte yandan milyonları çok daha yakından ilgilendiren ekonomik büyüme başlığını ikinci plana atması gerçekten Merkez Bankası’nın bağımsız olduğu anlamına mı geliyor, yoksa mevcut yapı sermayedarlara ve yabancı yatırımcılara bir bağlılık anlamına mı geliyor?
Merkez Bankası başta olmak üzere “bağımsız” kurul konsepti, neoliberalizmin bir düsturudur. Başta IMF-Dünya Bankası, bu tür “özerklik” sevdalısıdır. Onlara göre Merkez Bankası öncelikle enflasyonu kendisine dert edinmeli ve buna uygun para politikalarını siyasi otoritenin etkisinde kalmadan izlemelidir. Bunu başarabilir, enflasyonu kontrol ederse, ülkenin beklentisi olan dış yatırımcı için koşullar elverişli duruma gelir. Ana amaç, siyasetçilerin “dar” siyasi saiklerinin ekonomik rasyonalitenin önüne geçmesini engellemektir.
Mesela RTE’nin bugün siyasi beklentileri için ekonomiyi araç olarak kullanmak istemesi, bunun için de Merkez Bankası’nı dilediği gibi faiz indirimine zorlaması, küresel güçler açısından sakıncalı ve oyunun kuralına aykırıdır. Nitekim, “ekonomik rasyonalite”yi ön plana alan Babacan, Şimşek gibi bakanlar, TOBB, TÜSİAD , RTE ile çatışma pahasına MB’nin somut koşullara uyan faiz duruşu sergilemesini destekleyerek RTE ile didişir duruma gelmişlerdir. Bu didişme, ekonomik iklim sertleşirse tırmanabilir de.
“İNŞAAT ODAKLI BÜYÜMENİN SONUNA GELİNDİ”
Son olarak kısaca sizce Türkiye’nin büyüme performansı ne durumda, Türkiye 2015 seçimlerine nasıl bir ekonomik resimle girecek ve bunun seçimlere etkisi ne olacak?
Türkiye 2011’den sonra düşük büyüme patikasına saplandı. İnşaat odaklı, iç pazara dayalı büyüme paradigması ile yüksek büyüme devri sona erdi. Çünkü her büyüme, yüksek cari açıkla ancak mümkün oluyor. Bu cari açığı karşılayacak yabancı para girişi de eskisi gibi değil. Hem içerinin riskleri arttı, hem dışarıda artık yabancılar için seçenekler fazla. Dolayısıyla bu paradigmadan çıkmadıkça, döviz kazanan yeni bir büyüme kurgusu yaratmadıkça, yüksek büyüme ivmesi yakalamak artık kolay değil. Bu da yeni bir ekonomik mimari gerektiriyor. AKP, eskimiş kurgu ile en çok yıllık yüzde 3 büyüme ile avunabilir ki; bu da resmisi yüzde 10, gerçeği yüzde 17 işsizlik yaşayan bir topluma yetmez. Asgari yüzde 5-6 istikrarlı büyüme hızı gerekli.
Seçimlere 5 ay var. Buraya RTE, seçmeni ürkütmeden ulaştırmak isteyecek. Gerekirse bütçe açığını bir-iki puan artırma pahasına seçmene şirinlikler yapacak, başka “popülist” icraatlardan geri durmayacaklar. Şok kur artışları ummadıkları sorunlar yaratabilir ama onun hasarını da bütçe kaynakları ile onarmayı deneyecekler, özellikle yandaş firmalara öncelik vererek. Ama borçlu, işsiz, düşük gelirli birçok seçmen bu seçim şekerleri ve pansumanlarla artık mutlu olmayabilir. Önceki seçimlerde verdiği desteği çekebilir de. Dolayısıyla ekonomide keyfi kaçmış bazı seçmenler, Haziran seçimlerinde AKP’ye hiç olmasa birkaç puanlık kayıp verdirebilir de…