İstanbul Ulaşımında Metronun Payı Kaç?
Kapitalizm için işçinin en az maliyetle ve en hızlı bir şekilde evden işe ulaştırılması, sermaye…
Orhan Pamuk, Die Zeit muhabiri Thumann’ın, “Kitaplarınızda yönü Avrupa’ya dönük seküler Türk üst sınıfının yaşadığı ihtişamı ve rezaletleri anlatıyorsunuz. Bu burjuva sınıfının sorunu nedir?” şeklindeki sorusuna şu yanıtı vermiş: “Onların yaşamı benim de yaşamım. Aynı sınıftan, aynı sokaktanız… Burjuvazi beni öfkelendirir. Havalı olmalarından hoşlanmam. Egoistlikleri ve kendi vatandaşlarından nefret etmelerinden hiç hazzetmem. Laik Türk üst sınıfını askeri müdahaleler de Kürtlere yapılan baskı da rahatsız etmez. Türk kadınlarının bir çoğuna, sadece başörtüsü taktıkları için tepeden bakarlar. Bu tutumları bana, eskiden Güney Afrika’da beyazların siyahlara bakışlarını anımsatır.”
Anlıyoruz ki Pamuk, özdeşleştiği Türk burjuvazisinden memnun değil. Onu, yeterince mücadeleci bulmuyor. Askeri darbelere de karşı durmadılar, Kürtlerin haklarına sahip çıkmıyorlar, örtülü kadınları da küçümsüyorlar…
Bu ‘sefil’burjuvazi, Pamuk’u niye şaşırtıyor ki ? Bu güdük elit, elbette Batı’nın aşağıdan yukarıya serpilip gelen, yoksullarla birlikte feodalite ile savaşıp burjuva devrimleri gerçekleştiren devrimci burjuvazisi gibi değil.
12 Eylül öncesinin genç Orhan Pamuk’una, Milliyet Roman ve Orhan Kemal ödüllerini kazandıran ilk eseri Cevdet Bey ve Oğulları’nda o kadar güzel anlatılır ki burjuvazinin güdüklük hikayesi. O da gayet iyi biliyor ki, Türk burjuvazisi dediği sınıf, ancak 19.yüzyıl sonrası sivil-asker küçük burjuvazinin (bürokrasinin) inayetiyle, himayesiyle ortaya çıkmış, sonra gelişmiş ülke burjuvazilerinin acentalığı, işbirlikçiliği ile palazlanmış bir sınıf. Ne feodalite ( o bile olmadı doğru dürüst Türkiye’de) ile didişmiş ne de iktidarı paylaştığı sivil-asker küçük burjuvazi ile iktidar çatışması yaşamış. Tersine, 12 Mart,12 Eylül darbelerini, onlarla birlikte gerçekleştirmiş emek sınıflarına karşı. Burjuva demokrasisi diye bir derdi olmamış. Kulağı hep Washington’da, oradan ayar alıp ayar vermiş topluma. Burjuva demokrasisi için mücadele, tarihinde, geleneğinde yok.
12 Eylül sonrası AB’ye tam üyelik hatırına başına geçirdiği “demokrat şapkası”nı ise bir türlü oturtamamış, hep iğreti kalmış. 12 Eylül rejiminin kurumlarına, anayasasına hiç itirazı olmamış, tersine kalıcılaşsın istemiş. Demokratlık deyince, bedendeki haki renkleri azaltmayı anlamış, o kadar. . . 12 Eylül Anayasa’sının temel hak ve özgürlükleri budayan yanlarına, hele emek sınıflarını zapturapt altına alan yanlarına hiç dokundurmayan bu köksüz burjuvazi, yükselen islami sermaye kesimine de 28 Şubat darbesi ile ayar vermeyi denemiş, ama tutturamamıştır…
***Bugün ise rövanşcı AKP rejiminin hazırola geçirdiği bir “laik burjuvazi”yi konuşuyoruz. Orhan Pamuk, bu köksüz, sünepe burjuvaziden-her ne kadar kendini de oraya ait hissetse de- hazzetmiyor ve AKP rejiminin attığı dayaktan ise memnun. Nitekim bir soru üzerine, “Türk üst sınıfı”nın siyaset alanında eski gücünü yitirdiğini söylemiş ve eklemiş; “Akıllı olan gerçeği kabullendi. Saygı edinme konusunda mesafe kaydetmeye başladılar”…”Utangaç” olduğunu inkar etmeyen Pamuk, bir “yetmez ama evetçi” olarak TÜSİAD üyelerini, AKP rejiminin sindirmesinden, iktidar bloğundan –şimdilik- kışkışlamasından da memnun görünüyor. Aydın Doğan’a atılan meydan dayağından sinen, yılan büyük burjuvazinin RTE’ye biatından da memnun; “Akıllı olan gerçeği kabullendi” diyerek, “oh oldu” demeyi de ihmal etmiyor. Ama her biçare “sivil toplumcu” savruk gibi, kızdığı tarafa oh olsun çekerken yeni ezen sınıfın –de facto olarak – safında yer almış olmanın da burukluğunu, ezikliğini yaşıyor …
***12 Eylül öncesinde, birçok sol aydın gibi , yerini emek sınıfının yanı olarak tarifleyen Orhan Pamuk, darbe sonrasında ise savrulan Türkiye solunun birçok kesimi gibi, emek-sermaye ekseni yerine sivil-asker eksenine oturttu tercihini. ‘Sivil olsun, çamurdan olsun’ zihniyetinin hakim söyleme dönüştürüldüğü, , birçok sol aydın, yazar gibi Pamuk için de AB değerlerine odaklı bir Türkiye, ana hedef haline geldi. Ama unuttukları ve göremedikleri, AB’ye bir çevre ekonomisi olarak eklemlenen Türkiye’nin altı kaval, üstü şişhaneydi. Altta, AB kapitalizmine düşük ücret ekonomisi olarak eklemlenme rolü vardı. Bu rol, başta sendikal haklar olmak üzere, sosyal-siyasal yapının, kültürel yapının güdük kalmasını da gerektiriyordu. Kurumsal düzeyde kabullenilen birkaç AB normuna karşılık, 12 Eylül’ün ruhuna dokundurulmadı ve AKP rejimi ile bir vesayet bloğu tasfiye olurken daha beteri adım adım, hem de Pamuk ve arkadaşlarının desteği ile inşa edildi.
Pamuk, büyük burjuvaziyi Kürt sorununa bigane kalmakla eleştirirken, onu sindiren AKP’nin , Kürtlere ne zulümler ettiğinden hiç dem vurmamaktadır…Hedefini başörtüsü özgürlüğü gibi sunan neoliberal-gericiliğe demokrat olmak adına destek verirken, aslında inşa edilenin koyu muhafazakar bir toplum projesi olduğunun ayırdına geç vardılar , dut yemiş bülbül gibi izlemekle kaldılar Orhan Pamuk’lar…
***Bu topraklarda gerçek burjuvazi türemedi, türeyemedi. Böyle olunca, burjuvazinin üstüne vazife ‘demokratikleşme’ adına ne varsa, sonuçta emek sınıflarının ajandasına girdi, önceliği oldu. Orhan Pamuk gibiler, heves etseler de gerçek burjuva aydını olamıyorlar. Burjuvazisi neyse, burjuva aydını da o oluyor bu memleketin; köksüz,iğreti,güdük…Onun için başlıktakiyle bitiriyorum;
Vermemiş Mabut, neylesin Orhan Pamuk…