Fırat Haber Ajansı (ANF)’na verilen 30 Ağustos 2015 tarihli mülakat:

ANF: Sizce özerklik ilanlarına neden ihtiyaç duyuldu? Özyönetim ilanları ne anlama geliyor, verdiği mesaj nelerdir?

Mustafa Sönmez: HDP Eşbaşkanı Demirtaş’a Lahey’de buna benzer sorular sorulduğunda verdiği cevapla başlayalım.  Demirtaş, “özerklik talebinin, baskılara karşı sivil bir isyan olduğunu belirterek, silah yoluyla özerklik ilanını doğru bulmadığını” söylemiş ve eklemiş, “Biz sadece özerklik istemiyoruz. Türk seçmene de özerklik vaat ediyoruz…Demirtaş, Anayasal garanti altına alınmadan işleyen bir özerklik sistemine sıcak bakmadığını da ifade etmiş…

RTE’nin 1 Kasım seçimleri için cinnet siyaseti izleyip savaş çıkarttığı malum. Kürt siyaseti buna direnirken, biz de senin yönetimini tanımıyor, özerklik ilan ediyoruz dediler. Tepki, meşru,haklı, ama bunun için özerklik ilanı gibi bir karşı koyuş isabetli değil, fikre yazık ve yanlış algılamalara yol açan nitelikte. Demirtaş’ın açıklamaları ne kadar yanlış anlamaların önüne geçti bilinmez ama, özerklik fikrini, projesini bu kadar gelişigüzel, her yerde her durumda ziyan etmemek gerekli.

O zaman baştan alalım, nedir demokratik özerklik, fikri, projesi?

Kamuoyuna daha çok Kürt siyasi hareketinin bir projesi olarak takdim edilen demokratik özerklik, özünde bir “devrim” önerisi değil, bir “reform”. Yani uygulandığında, yaşadığımız rejimdeki mülk ilişkilerini, sınıf ilişkilerini kökten değiştirecek bir uygulama değil;  üyesi olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği’nin birçok ülkesinde uygulanan bir model. Tek bir şablonu olmayan, her ülkenin kendi kimyasına uygun olarak şekillenen bir yapılanma…Ana prensibi, “merkez”de birikmiş, o anlamda toplumdan çekilip alınmış yetki ve sorumlulukları, merkezden “yerel” yapılara aktarmak, merkez ile yerel arasında daha dengeli, daha demokratik ve söz söyleme konusunda daha adil bir yapısal dönüşümü gerçekleştirmek…

Neden gerekli?

Bunun özellikle Türkiye için ne kadar gerekli hale geldiğini AKP rejiminin acı bilançosundan, RTE’nin başkanlık ihtiraslarından görmek gerekiyor. AKP, iktidar oluşundan itibaren yasama ve yürütmede sağladığı hakimiyete, yargıyı da eklemenin peşinde oldu. Kendi kontrolünün dışında kalacağı ve ayak bağı olacağı endişesiyle ordu, ünivesite, kamu medyası….ne varsa hepsini kendisine bağımlı hale getirdi, komploları da içeren bir dizi operasyonla, tasfiyelere gitti. Sayıştay’ı işlemez hale getirip bütçeyi denetim dışına çıkardı.

Yerel yönetimlere önem veriyormuş gibi yapıp onları iyice güdükleştirdi. Kamu harcamalarının yüzde 10’unu ancak kullanabilen bir yerel yönetim yapısı var Türkiye’nin. Yetmezmiş gibi, büyük kent rantlarını sorunsuz kullanmak ve kişisel tasarruflara geçirmek için, belediyelerin imar yetkilerini merkezde kurduğu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na devretti. RTE’nin böyle otoriter bir yapılanmaya tüy dikecek nihai hedefi,  RTE’yi Başkan ilan etmekti ama 7 Haziran seçimleri ile bu heves kursaklarda kaldı. Yine de pes etmiyor, 1 Kasım da tekrar bunu denemek istiyorlar…

Nasıl bir Model içinde vücut bulur Demokratik özerklik?

Türkiye, çok kimlikli, çok kültürlü ve nüfusu 80 milyona yaklaşan, eşitsizlikleri her anlamda büyük bir ülke. 81 il biçiminde yönetilen ülkenin her coğrafyasının biri diğerini ilgilendirmeyecek farklı sorunları var. Bunların tümüne merkezden Ankara’dan karar vermek, akıl kârı değil. Bu illerin sorunlarını aynı şablonlar içinde çözüyormuş gibi yapmak zaman kaybı. Hepsinden önemlisi, kitlelerin katılımını beş yılda yapılan bir sandık oylamasına indirgemek, bunun adına da demokrasi demek gülünç, ayıp.

81 ili, 20-25 cıvarında bölgede kümelemek, sonra da Ankara’nın, merkez’in yetki ve sorumluluklarını demokratik seçimlerle oluşacak bu  bölge yönetimlerine  aktarmak daha demokratik.  Bu kümelere, bölgelere, bölgedeki sorunların çözümü konusunda kendi bölge meclisleri ile çözüm üretme “özerkliğini” tanımak, daha doğru. Ne tür yetkiler? Bunlar bir Anayasa değişikliği ile belirlenir. Merkezin, savunmadan dış politikaya, maliyeden makro ekonomiye yetkileri alıkonulur, ama yerele aktarımı mümkün ne alan varsa, onların da bölge yönetimlerince kullanılacağı ifade edilir. Amerika yeniden keşfedilmeyecektir. Farklı kimlik ve renkleri olan ülkelerin Anayasalarını incelemek, bir model üretmek için yeterli olacaktır.

Bir de ‘Ne değildir özerklik’ onu ifade etsek ?

Anlaşılacağı gibi, özü sosyal demokrat, CHP’nin de kimyasına uyan, benimseyebileceği bir idari reform,bir demokratikleşme projesidir bu. Ancak, projeyi gündeme taşıyan Kürt siyaseti olduğu için ve Kürt siyasetinin içinde de bir dizi kafa karışıklığı olduğu için, projeye  bölücülük yaftası yapıştırıp reddetme,  fitne-fesat projesi olarak  görme eğilimi daha ağır basıyor.

Kürt siyaseti, bu algıdan şikayetçi olmakla beraber, bu algıya yol açmakla sorumludur. Çünkü hâlâ, adı geçen bölgelerin tanımı sözkonusu olduğunda Kürt özerk bölgesi diye söze başlayanlar var . Oysa, bölgesel özerklik, sadece Kürtlerin özgürlük hedefleri  için düşünülmüş bir proje olarak alınırsa baştan kaybeder. Kürtlerin mağduriyetleri kadar , bu ülkede Alevilerin kimlik, Doğu Karadeniz’in geçim ve çevre , Orta Anadolu’nun iş-aş, İstanbul’un yağmalanma, İzmir’in dışlanma mağduriyetleri de vardır ve demokratik özerklik sadece kimlik ile ilgili değil, sınıfsal farklılıklardan, adaletsiz bölüşümden, yağmadan, barbarlıktan  kaynaklanan mağduriyetleri de azaltmayı hedefleyen bir demokratikleşme projesi olmalı. Etnik temelde bir bölge tanımına hiç girmemeli , özellikle de  Kürtlerin  yarısının ülkenin Batı illerinde  yaşadığı gerçeğini akılda tutarak…

 

 Demokratik özerklik Türkiye’ye ne kazandıracak? “Artık Türkiye merkezden yönetilemez” diyorsunuz. Neden yönetilemez?

Merkezin bu kadar güçlü olması, demokrasinin hayrına değildir. Bir ülke demokratikleşmeyi istiyorsa, merkezden yerele doğru yetki ve sorumluluğu vermek durumunda. Nitekim bir burjuva demokrasisi olma iddiasındaki Avrupa Birliği (AB), çok önem veriyor merkezden yerele doğru yetki ve sorumlulukların dağıtılmasına. Şunun da farkında, bu bir siyasi istikrar da getiriyor.
Çünkü, aşırı merkezi olduğu takdirde temsil edilmeyen bir dizi kesimler (etnik, dinsel, cinsel vs.), yerele söz-karar hakkı tanındığı takdirde, en azından yerelde kendisini temsil imkanını buluyor ve bu sisteme bir istikrar sağlıyor. O yüzden Yerel Yönetim Özerklik Şartı diye bir şartı var bütün üyelere ve aday üyelere önerdiği. Türkiye’nin de belli çekincelerle “evet” dediği…

 

Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın çekince konulan maddeleri, tam da yerelin sorumluluklarını arttıran maddeler. Ama çekince konmamış hali bile olsa, demokratik özerkliğe karşılık gelir mi?
Gelmez. Demokratik özerklik, anayasa değişikliği gerektiriyor. Anayasada, örneğin “milli güvenlik, dış politika gibi konular merkezden idare edilir ama şu tür şeyler de yerele bırakılır” şeklinde maddeler yer alması gerekiyor. Artı, vergiler nasıl toplanacak, nasıl dağıtılacak? Bunlar  anayasada olmalı. Bölgelerin statülerinin olması gerekiyor. Ayrıca, her bölge nasıl şekillenecek, kendisini nasıl yönetecek? Kendi iç anayasasını yapıp, onaylatması gerekiyor.

Bence demokratik özerklik projesi gerçekten sağlıklı, ilerletici, zihin açıcı bir projedir. Bütün siyasetleri, sosyal demokratlarından tutun, sosyalistlere kadar yakınlaştıracak bir fikirdir demokrasi anlamında ve hayata geçirildiğinde Türkiye’ye çağ atlatır. Dolayısıyla bu bana göre CHP’nin de, HDP’nin de çok rahat programına girebilecek, üzerinde çalışılabilecek bir idari reform. Çünkü demokrasi, kitlelerin söz ve karar sahibi olmasıdır. Dört beş yılda bir sandığa gidip oy atmak değildir. Yerelde kendi yaşadıklarıyla ilgili söz söylemesi, karar alması, süreçlere katılması, sonuçlarını denetlemesidir. Mevcut ilişkiler ağı içinde bunu yapamıyoruz. Hâlbuki halk meclisleri, mahalle meclisleri, bölge meclisleri, belediye meclisleri üzerinden süreçlere katıldığı sürece esas o zaman doğrudan demokrasiden söz edebiliriz.
Buna Karadeniz’in de, Ege’nin de, İstanbul’un da ihtiyacı var. Her tür etnik mülahazadan, Kürt sorunundan, Alevi sorunundan vs.den bağımsız olarak Türkiye’nin merkezden yerele doğru yeni baştan bir idari yapılanmaya ihtiyacı var. Tekrar yeni bir idari haritayla, 81 ili 25-26 bölge altında toplamak, sonra bu bölgelerin yetki ve sorumluluklarının ne olacağına dair anayasada tadilat yapmak, ondan sonra bunun nasıl icra edileceğine dair bölgelerde yeni yönetimlere gitmek.

 

Bölgelerin seçimle yönetilen yapıları olacak , ya merkezi koordinasyon?

Kuşkusuz, merkezi koordinasyon olacak ama ‘demokratik merkezi koordinasyon’…. Bizim yine , mutlaka bir merkezi planımızın, yeni baştan bir  planlama teşkilatımızın olması gerekiyor. Ne üreteceğiz, nasıl bir gelişme stratejimiz olacak, nasıl bir önceliğimiz olacak? Yani ne olursa olsun, bir orkestrasyon olmadan, sıhhatli sonuçlar almak da, bölgesel adaleti tesis etmek de mümkün değil. Ama bu orkestranın da bölgelerin katılımıyla demokratik oluşması gerekiyor.
Şunu da unutmamak lazım; neo liberalizm zaman zaman buna yakın şeyler söyler. Yani sosyalistlerin dillerini alır kullanır, “evet” der, “ben de merkezden yerele doğru yetkilerin devredilmesinden yanayım, bölgeler birbirleriyle yarışsın, oradan verimlilik çıkar” der. Ondan sonra da bölgeleri birbirine kırdırmaya başlar. Sosyalistlerin bu tehlikenin farkında olması lazım. Bunun da farkında olmanın yolu neoliberalizmden uzak, bölge yönetimlerinin kontrolünde demokratik bir merkezi planlamadır.

Kanımca Kürt siyaseti, CHP ile, sosyalistler ile  bunları fikri düzeyde bugünden konuşulabilir, bununla ilgili ortak sempozyumlar  düzenlenebilir, yapılmalıdır da…

 

Written by Mustafa Sönmez