Tedirgin yatırımcının gözü dışarıda (Al-Monitor, 16 Şubat, 2018)
Türkiye’nin en büyük sermaye grubu Koç’un Onursal Başkanı Rahmi Koç 18 Ocak 2018’de düzenlediği basın toplantısında Türkiye’de yeterince…
Mustafa Sönmez
CHP’li İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni AKP rejiminin kuşatmasının ardından AKP’li olmayan diğer büyük belediyeler de benzer operasyonlara maruz kalırlarsa hiç şaşırmayın. Bu, AKP rejiminin ajandasında olan bir şey. Sadece “zamanlama” meselesi. Bu tahammülsüzlüğün birçok nedeni var ve elbette birbirini tamamlayan, birbiri ile ilişkili gerekçeler bunlar. Birincisi, AKP, bir “rejim” tesis etmenin gereği, hiçbir muhalefetten hoşlanmıyor. Güçler ayrılığından hoşlanmıyor…“Bağımsız”, “görece bağımsız” hiçbir şeyden hoşlanmıyor. Daha doğrusu bu, tabiatına uymuyor. AKP’nin icra ettiği neoliberalizmin İslamcı versiyonu, son tahlilde “demokrasi”nin her türüne tahammülsüz, burjuva demokrasisi formatına tahammülsüz, gerçek demokrasiye hepten tahammülsüz.
Özünde bu tahammülsüzlük, neoliberalizmin dayatmasından kaynaklanıyor, İslamcılık ise bunu taçlandırıyor. Neoliberalizmin, Keynesçiliği saha dışına atıp dünyada hegemonya tesis etmeye başladığı 1980’li yılların başından beri dünyanın, ister gelişmiş, ister azgelişmiş olsun bütün coğrafyalarında anti-demokratizm hakim olmaya başladı. Piyasayı her şeye kadir, her yere nüfuz etmiş ilahi bir güç olarak görmek isteyen neoliberalizm, bunun önündeki her şeyi kendisine engel gördü. Katılımı, görece adil bölüşümü, sosyal devlet olgularını engel gördü, sendikaları engel gördü, kısaca iktidarına küçük de olsa ortak olan ne varsa, hepsini dışlamayı hedef edindi. Bunlar, tıkanmış sermaye birikiminin inşa etmek istediği yeni rejimine ayak bağı şeylerdi. Birikimin önünün tıkayan her siyasi-sosyal yapının tasfiyesi gerekiyordu.
***
Neoliberalizmin Türkiye’deki tesisi, 24 Ocak Ekonomik Kararları’nı, 12 Eylül askeri darbesinin koruması altına almasıyla başladı. Ölümler, işkenceler, zindanlarla toplumu sindiren, sonra da apolitikleştiren, önceki döneme ait siyasi kurumları, sendikaları, her tür toplumsal örgütlenmeyi tasfiye eden 12 Eylül, yeni birikim rejimine hukuki çerçeveyi de 1982 Anayasası ile çattı. Özal iktidarında iyice boy atan neoliberalizm, izleyen merkez sağ-merkez sol koalisyon iktidarlarında ağır aksak yerleşimini sürdürdü ama esas hızlanması 2002 sonrası, AKP iktidarlarıyla oldu. Dünya kapitalizmi ile olağanüstü bir bütünleşmede ifadesini bulan neoliberalizme, bu yeni İslamcı versiyon ivme kazandırdı. Neoliberal politikalara uyum sancıları çekerken, onu düzenleme çabasındaki merkez sağ ve merkez sol iktidarların enerjilerini emip tüketen Türkiye kapitalizmi, geride önemli bir siyasi alternatif de bırakmayınca AKP’nin işi iyice kolaylaştı. Kendisine alan açtığı ve büyük sermayenin tereddütlerini giderdiği ilk iktidar döneminin ardından AKP, esas siyasi rejim düzenlemelerine 2007 sonrası girişti … Yürütme ve yasamadaki hakimiyete, yargının kontrolü eklendi. Üniversite, önceden kontrole geçirilmişti. Kamu iletişim araçları üstündeki hegemonyaya yandaş medyalar eklenmekle kalmadı, “merkez” medya süratle sindirildi, çoğu, saflara çekildi. Askeri vesayet, Okyanus ötesi desteklerle bertaraf edilirken Silivri, muhaliflerin toplanma kampına dönüştürüldü. Yandaş sermayedarlar palazlandırılırken, mütereddit büyük sermaye (TÜSİAD) önce sindirilerek, korkutularak sonra da “hayran bırakılarak” saflara çekildi. Çıban başı Kürt siyasetini manipüle etmenin yolları aranmadı değil ama maya tutmayınca ona cepheden savaş açıldı ve KCK operasyonları ile politik mücadele zemini bile dar edildi. 12 Eylül 2010 Anayasa değişikliği , rejim için bir tadilattı ama yetmedi. Sürdürülen yeni Anayasa inşası, bugüne kadar üst üste konulanın, yani mazrufun, “yeni zarfı” olacak.
***
Güçler ayrımına, her tür muhalefete tahammülsüzlük bitmiyor elbette. Sırada muhalefetin yönettiği yerel yönetimler, büyük belediyeler var. Bunlar, henüz fethedilememiş kaleler.Ama fethedilmeli. Özellikle neoliberalizmin tıkanan birikim damarlarını açmak için büyük şehirlere ihtiyaç var. İstanbul’un en gözde, varlıklı ilçeleri Beşiktaş, Şişli, Sarıyer, Bakırköy, Ataşehir ve Kadıköy’de CHP’nin yönetimi hazmedilir şey değil. Ankara’da Çankaya ve Yenimahalle’nin CHP iktidarında olması hazmedilir şey değil. Hele ki İzmir Büyükşehir’in CHP’li olması hiç sindirilebilir bir şey değil. Bunlara CHP yönetimindeki Antalya, Mersin, Muğla, Aydın, Çanakkale ve Trakya’yı ekleyin; kabul edilir şeyler değil. Bunlara, MHP yönetimindeki Balıkesir, Manisa ve Adana’yı ekleyin; kabul edilebilir şeyler değil…
Bütün muhalif partili bu büyük belediyeler, ilçe belediyeleri, neoliberal birikimin ana gıdası haline gelen kent rantının en yüksek olduğu coğrafyaları yönetiyorlar. Bu değerli kent arsalarına yapılan ve yapılması muhtemel gökdelenler, AVM’ler, dev ofis binaları, lüks rezidanslar, turizm kompleksleri ; bu dev tüketim mabetleri, finans merkezi alanları vb. konusunda muhalif belediyelerin yetkili olması, her şeye hakim AKP rejiminin hazmedeceği, kabulleneceği, boyun eğeceği bir hal olabilir mi? “Demokrasi uğruna” böyle bir şeye katlanılabilir mi? Katlanılamaz, hele ki eli bu kadar güçlenmişken, kendini bu kadar her şeye kadir hissederken, katlanılmaz. O zaman da seçim zamanını filan da beklemeden, “yolsuzluk-rüşvet” soruşturmaları ile, her tür belden aşağı darbelerle üstlerine çullanılmalı, vakit kaybedilmemeli…
Evet, hedef, kent rantı yüksek büyük il ve ilçe belediye yönetimleridir. Şimdi bu muharebenin zamanıdır…Kuşatılmışlar, bunun ne kadar farkındadır ve kendilerini nasıl savunacaklar acaba, o ayrı mesele…