Mustafa Sönmez

Hasan Ersel’in, 5 Ocak tarihli Radikal’deki yazısının spotu dikkat çekiciydi; “Hükümetin arkasında yer alan büyük koalisyon önümüzdeki dönemde olmayacak. 2012 bu nedenle siyasal açıdan ilginç olacak” diyordu. Koalisyon deyince, son günlerde hep AKP-Cemaat koalisyonunu ve onun çatladığını duyuyoruz ya, ben de, Hoca da mı bu zaviyeden girdi topa, diye merak edip odaklandım yazısına. Ama okuyunca anladım ki, Ersel’in koalisyonu, benim sandığım koalisyon değil; “Şirketler kesimi, bankalar ve küçük üretici, esnaf, çiftçi ve işçilerden oluşan geniş kitle” diye tarif ediliyor bu koalisyon…

Ersel’e göre bu koalisyon, 10 yıl önce, “2001 programıyla gelen istikrarın korunması ve bunu bozacak iktisat politikası önlemlerine başvurulmaması konusunda” uzlaşmıştı . AKP Hükümeti de bu ortak isteği doğru kavramış ve o yönde hareket etmiş, başarılı da olmuştu. 2009 daralmasının ardından ise Hükümet, istikrara her şeyin üzerinde yer vermiş ve yine koalisyon, güven duymuştu.  Daralmadan hızlı canlanmaya geçilmiş, ne var ki, büyük cari açık verilmişti. Ersel’e göre, bu böyle gitmezdi. “Yapısal değişiklikleri”(her ne ise onlar…) programa almak gerekiyordu. Ne var ki, hükümeti 10 yıla yakın bir süre destekleyen iktisadi karar birimleri buna hazır değildi. Dolayısıyla hükümetin 2003-11 döneminde sağladığı yaygın desteğin devamı güç görünüyordu. Hükümetin arkasında açıkça ya da örtük olarak yer alan büyük koalisyon önümüzdeki dönemde olmayacaktı. 2012 bu nedenle siyasal açıdan ilginç olacaktı…

***

İktidarların kaderi, elbette  arkalarındaki sınıf ittifakları ile ilgilidir. Ancak bu ittifakların, beklentilerinin doğru tahlili de oldukça önemlidir. Ersel’e birinci itirazım , sözü edilen sınıf ittifakının 2001 krizi ile ilgili “uzlaştıkları” tespitine. 2001 krizine karşı uygulanan program, şirket ve banka kesimini ipten alırken, IMF reçetelerinin ağır faturası, hem işsizlik ve reel ücret kaybı olarak hem de mali disiplin üstünden toplumun alt ve orta kesimine ödetildi. Dolayısıyla 2002 seçimine giderken yönetici sınıf, “milli görüş”ten süzülüp gelen AKP’ye karşı mesafeliydi, buna karşılık, programın yürütücüsü Kemal Derviş’in takipçisi durumundaydı ama Derviş, CHP’deydi. Mağdur kesim ise, Ecevit koalisyon hükümetine hınç dolu gitmişti sandık başına ve 2001 krizinin ortak partilerini baraj altına gömerken- isteyerek ya da istemeyerek- AKP’ye de geçiş vizesi vermişti. Dolayısıyla 2002’de bu farklı sınıflar arasında, Ersel’in sözünü ettiği “2001 programıyla gelen istikrarın korunması ve bunu bozacak iktisat politikası önlemlerine başvurulmaması konusunda uzlaşı…”, bence doğru bir önerme değil. Gelelim sonrasına…Sonrasında, sermayenin AKP-Cemaat koalisyonunu temsil eden MÜSİAD,TUSKON ile “merkez”i temsil eden TÜSİAD arasında, izlenen makro ekonomi politikalar konusunda ve mikro alanlarda bilek güreşi yaşanmadı değil. Ama AKP, kısa sürede TÜSİAD’cıları etkisizleştirdi, hatta çoğunu safına kattı. Bunu bir yandan neoliberal politikaların sadık takipçiliğini yapıp, güven vererek sağladı, bir yandan da Aydın Doğan’ı vergi sopası ile döverken tüm sermayeye verdiği gözdağı ile gerçekleştirdi.

Esnaf, çiftçi, işçi kesimine gelince…Onlar, 2001 krizinin sillesinin ardından, bol likiditeli dünya koşullarının sağladığı büyüme rüzgarı ile paylarına düşen soluklanmayı, AKP’nin maharetine yordular. AKP de 2001 restorasyonunun mirasını tepe tepe kullanmayı bildi. Öyle ki, imzaya kalmış 50 milyar dolarlık özelleştirmeleri kendine yonttu, sıcak para akışını, kendi becerisi diye sergiledi. Teslim edelim; popülist siyasetin de alasını sergiledi. Bu, sonuçta, gerçekten de Ersel’in sözünü ettiği, şirketler, bankalar kesimi ile alt -orta sınıfları bir arada gösteren “koalisyon”u kendiliğinden yarattı.  2007 ve 2011 seçim sonuçları da bunu doğruluyor.

***

Gelelim bugüne…Bugün bu “koalisyon”u dağıtacak nasıl bir ekonomik ve siyasi iklim var? Büyük cari açık meselesinin odağında olduğu sorunlar yumağının ve izlenen politikaların bir ayrışmaya yol açacağını mı beklemeliyiz? Sanmıyorum. Sermayenin irili ufaklı, laik-şer’i, tüm kesimleri, AKP’nin eteğine tutunmuş durumdalar. Başka bir seçenekleri de yok zaten. Çünkü CHP’den pek umutları yok. CHP, onlara – ve her kesime- iktidar alternatifi olabileceğine dair pek umut vermiyor, etkili muhalefet yapamıyor. Ekonomik alternatif üretemiyor. 210 gündür vekil olarak  tutuklu 2 milletvekilini bile Silivri’den Meclis’e getiremiyor. Aynı büyük ayıp, 6 tutuklu vekile sahip BDP’ye ve bir vekili olan MHP’ye de ait tabii ki…Bu durum karşısında AKP, öyle bir “güç” sergiliyor ki, sermayenin tüm kesimlerinin bu güce tapınmaması için bir neden kalmıyor.

Geriye, malum koalisyonu bozacak kesim olarak  alt-orta sınıflar kalıyor. Ama önderlik gerek. Muhalefet partileri, özellikle CHP, AKP’den kopuş için ekonomik krize bel bağlama tembelliği, edilgenliği içinde. Oysa AKP’nin elinde, sokak muhalefetini sindiren bir devlet sopasının yanında,  memnuniyetsizlikleri törpülemeye yetecek bir “maliye” var. Denk bütçe, düşük kamu borcu yükü, ekonominin sert dalgalarına karşı AKP’yi siyaseten ayakta tutacak önemli yığınaklardır. Unutulmasın ki, ekonomi siyasete karşı son tahlilde belirleyicidir ve son tahlil, “eninde sonunda” demek değildir. Siyasi mücadele, siyasetle yapılır, ekonominin himmetine bırakılmaz.

Siyaset marangozu olamadıktan sonra, ekonomi ırmağı bol bol kütük taşısa, ne yazar ?…

***

Dostum Ali Eşref  Turan’ı, ölüm ansızın aramızdan aldı. 12 Eylül öncesi DİSK Maden İş’e çok emeği geçti. Sonraki yıllarda hoca, araştırmacı, aydın olarak hep emek saflarında yer aldı. Işıklar içinde yatsın.

Written by Mustafa Sönmez