31 Mart 2024 seçimleri, Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinden yaklaşık 10 ay sonra yapıldı ve bu kadar kısa sürede seçmen iradesinin tersyüz olduğu bir seçim örneği herhalde yoktur. 14-28 Mayıs 2023’te AKP, Erdoğan diyen seçmenlerin önemli bir kısmı 10 ay sonra Erdoğan’a sarı kart çıkardılar. Erdoğan artık ikinci bir sarıdan kırmızı kart görmenin stresi içindedir, bu telaşla yanlışlar yapacak ve muhtemelen ilk seçimde kırmızı karttan atılacaktır.

Bu, nasıl oldu? Belediye meclisi oylarından gidersek, 10 ay içinde CHP oylarını nasıl 10 puan dolayında artırıp yüzde 35,5’a çıkarırken, AKP’nin oyu 3,5 puan geriledi? Katılım oranının yüzde 78,5’da kalarak 2023’e göre 7 puan azaldığı, bunun da AKP seçmeninden kaynaklandığı söylenebilir. Bununla beraber, Erbakan’ın Yeniden Refah’ının oyunu 4 puan artırışı, AKP’nin kaybına yorulabilir ve denebilir ki CHP’ye akan yeni oyların bir kısmı, Batı kentlerindeki DEM (3 puan), İyi Parti (5 puan) seçmenin tercihinden kaynaklandı. Olabilir. Bunun sınaması, anket bulguları ile de yapılacaktır. Ama net olan bir şey, AKP’nin gerilediği ve bundan öncelikle CHP’nin kazançlı çıktığıdır.

 

Ekonomi ne kadar?

AKP’nin gerilemesinde ekonomik sorunların, ağır geçim derdinin en etkili faktör olduğu genel bir kanı. Bu görüşün değeri var elbette ama tek başına AKP’deki yenilgiyi açıklamıyor. Çünkü 10 ay önce de sandığa giden seçmen, geçim sıkıntısını özellikle 2021’den, enflasyonun yüzde 20’lerde seyrettiği zamanlardan beri yaşıyordu. 2022 ve 2023’te elbette sorun büyüdü ve yüzde 85’i bile gören bir enflasyon ile ezildi seçmen. Ama yine de 14-28 Mayıs seçimlerinde Erdoğan’a sarı kart çıkarmadı, 6’lı ittifakı seçenek olarak görenler, Erdoğan’ın Cumhur ittifakı oylarını geçemedi.

 

 

https://twitter.com/oguzergin/status/17747671597275915

Kabul edilmeli ki, son 10 ayda geçim şikayetleri daha da büyüdü veErdoğan’ın enflasyonu yatıştıramadığına tanık oldu seçmen. Bu öfke, yerel seçim sandığına giderken seçmende hakimdi. Ama yine de yerel seçim tercihinde etkili olan başka şeyler oldu. Nedir bunlar?

Birincisi, bunun bir yerel seçim olduğu ve Erdoğan’ı uyarmak için uygun bir zemin oluşturduğu hatırlandı. Ama daha önemlisi, adaylar. Bugün daha iyi anlaşılıyor ki, Mayıs’23 seçiminde Erdoğan’ın karşısındaki adayı, Kemal Kılıçdaroğlu’nu, geçim sızlanmalarına rağmen, çoğu seçmen, tutulacak dal gibi görmedi. Kimisi,  etnik kökenine, kimisi yaşına, kimisi karizmasına taktı; hangisi daha etkili oldu bilinmez, ama KK, Erdoğan’a tercih edilir bir lider olamadı.

31 Mart’a doğru, yerelde ise, özellikle İstanbul seçimleri “Ana arena”ydı. Erdoğan meydan okudu; Mayıs seçim zaferinin ardından parmağı ile İstanbul BB’yi gösterdi, hedefini, iddiasını 2019’da acıyla kaybettiği İstanbul olarak belirledi. Ne var ki, burada aday Ekrem İmamoğlu çetin cevizdi. Hem 2019’da engellemelere rağmen, başkan olmuştu hem de geride kalan 5 yılda, bütün Saray basıncına rağmen İstanbul seçmeninin çoğunluğunun takdirini kazanmıştı, ayrıca Cumhurbaşkanlığında Erdoğan’a alternatif olmanın potansiyelini taşıyordu. Bunların üstüne Erdoğan, İstanbul’a Murat Kurum gibi silik bir aday çıkarmaktan öteye gidemeyince İstanbul’u, hem de tahminlerin üstünde, 11 oy farkla kaybetti. Bu, büyük bir kayıptır; sadece geçim öfkesinin rüzgarına değil, adayın doğruluğuna dayanan bir zaferdir. Erdoğan, gelişmiş büyük illerde metropollerde zaten kazanamıyordu, bu yerel seçimde de kazanamadı ayrıca, Bursa, Denizli, Balıkesir gibi büyükşehirlerde de kaybetti.

Gelecekte ne olur?

Şimdi gözler gelecekte. CHP, kazandığı bu zaferi nasıl ileri taşıyacak, önünde ne gibi fırsatlar ve riskler var? AKP, kaybını telafi şansına ne kadar sahip? Erdoğan, erken seçim diye bastıracak CHP’nin yanında, tehdit haline gelen YRP basıncı ile nasıl baş edecek? MHP’yi ne kadar yanında tutabilir?

Burada ekonomik konjonktür, enflasyonu indirme, yabancı sermayeyi cezbetme gibi bir zorunluluk, AKP’nin önündeki dik yokuşu oluşturuyor. Erdoğan biliyor ki, yasal olarak önünde 2028’e kadar bir yetki süresi var. Bu sürede, olağandışı siyasi gelişmeler yaşanmaz, Saray, Meclis’teki üstünlüğünü kaybedecek türbülanslar yaşamaz ise, erken seçim olmaz, ama bir erken seçim kararı çıkarsa da bu ancak Erdoğan kararıyla olur.  Dolayısıyla, Erdoğan, muhalefetin erken seçim basıncına sırtını dönerek, iktidarını kapsayan yıllardan en az ilk ikisini, ekonomik istikrar, “dengelenme” için kullanmak isteyecektir. Acı reçete gerektiren bu yılların ardından, istenen “istikrar” sağlanıp enflasyon makul bir yere çekilip yabancı yatırımcı girişiyle büyüme yeniden yıllık ortalama yüzde 5’e çıkabilecek zindeliğe kavuştuktan sonra, kalan iki yıl, seçmeni etkileyecek büyümeye, istihdama, bölüşüme ağırlık verilerek  kullanılmak istenecektir.

Acı reçeteli istikrar yıllarında ana yönelim parasal sıkılaştırmadır. Talep, ücret-maaş gelirlerine bastırılarak ve kredi kullanımı zorlaştırılarak daraltılmak istenecektir. Kamu yatırımları azaltılacak, sosyal harcamalar budanacaktır. Düşen talep, büyümeyi aşağı çekecek, bu da ithalat ihtiyacını, dolayısıyla döviz ihtiyacını azaltıp dövizin temposunu düşürecektir.

Talebi bastırarak ulaşılmak istenen enflasyonla mücadelenin, arz yönlü kısmı daha zordur. Gıda ve konutta arz eksikliği, kısa sürede giderilecek gibi görünmüyor. Dolayısıyla bu iki ana harcama grubunda enflasyona diş geçirmekte iktidar zorlanacak. Enflasyonu geriletmede bütün talep daraltıcı acı önlemlere rağmen, evdeki hesap çarşıya uymayabilir de.

Esas sorun yükselen işsizlik olacaktır. Artırılan kredi faizleri, yatırımları durduracak, düşen talep ile birlikte kapasite kullanımı azalacak ve bütün bunların sonucunda işsizlik sert artışlar gösterecektir. Dolayısıyla bir yandan fiyatların artış temposunun yavaşlatılmaya çalışıldığı, ama dar tanımlı işsizliğin bugünkü yüzde 9 bandından yüzde 15’lere doğru seyrettiği  bir konjonktür muhtemeldir.

Uyarılar

İşsizlik, sıfır gelir demektir ve hanehalkının mutlak yoksullaşmasını hızlandıracaktır. Enflasyonda, özellikle konut ve gıda ayaklarında direnç, alt, orta sınıflarda öfkeyi diri tutar.  Yatışmayan enflasyona yüksek işsizlik eşlik edince, yapışkan “Stagflasyon” belası kaçınılmaz hale gelebilir de.

Enflasyon bir biçimde yumuşatılsa da, bu sürede kitlelere yaşatılacak olanlar, AKP’den soğumayı artıracaktır.  2001 krizi ve IMF+Derviş programını hatırlayın: Acı reçetenin, istikrar getirse bile nasıl bir seçmen memnuniyetsizliğine  neden olduğunu hatırlamak yeterlidir. O öfke, iktidardaki 4 ortaklı koalisyonu 2002 seçimlerinde baraj altına atarken, AKP’yi yüzde 35 dolayındaki oy ile iktidar yapmıştı.

Bunu bilen Erdoğan, kemer sıkma programından mutlaka sonuç almak, arkasından da pansumanla seçmen gönlünü almak üzere zamanı kullanacaktır. Öfkenin yatıştığından emin olmadan da sandığı açmayacaktır.

2024’ün kalan kısmı ve izleyen yıl, kemer sıkmadan dolayı emek-sermaye+AKP çatışmasının artacağı yıllar olmaya adaydır. Geçim mücadelesi çetinleşirken, 31 Mart’tan gelen moral ile toplumsal mücadele güç kazanacaktır. Buna, CHP’nin ve diğer demokratik yapıların politik öncülük yapabilmesi gereklidir. Sermayeye şirin görünmek derdiyle, “istikrar için fedakârlık yapalım, Şimşek programlarına destek verelim” gibi bir yanlışa düşmeleri halinde, baştan kaybederler, 31 Mart kazanımının hiçbir anlamı kalmaz.

Israrla, “Yönetemiyorsunuz, erken seçim” diye dayatmak gerekir. Seçmene, iktidara hazır olduklarını , program ve örgüt olarak adil, demokratik bir hukuk düzeni kurabileceklerini, AKP’nin miyadını doldurduğunu hissettirmek gerekir.

Bırakalım, ekonomik yokuşta AKP nasılsa yorulur, gibi bir yanılgıya, edilgenliğe düşülmez umarım.

Written by Mustafa Sönmez