Takip eden okur bilir; ekonomi ile siyasetin sıkı bir etkileşim içinde olduğu hep vurgulanır bu sütunda, ekonominin siyasete son kertede belirgin biçimde etki ettiği de belirtilir ama yine de her şeyi ekonomiye bağlayıp determinizme iman etme  tembelliği de hep eleştirilir.  Bu hatırlatmayı yapmakla beraber, bazı konjonktürlerde ekonominin sürece etki edecek kadar öne çıkacağını söylemek mümkündür. İşte Türkiye böyle bir konjonktüre giriyor. Türkiye’de siyasetin seyrini belirlemede ekonominin daha çok öne çıkacağı bir döneme girmiş bulunuyoruz.

SERMAYE KAÇIYOR

 AKP rejimi, Gezi direnişi ile birlikte ciddi bir güç kaybına uğradı, dengesi,ezberi bozuldu. Polis zulmüyle, 5 genç göstericinin katline , yüzlercesinin sakatlanmasına, yaralanmasına doğrudan ve dolaylı katkısıyla bütün dünyada lanetlendi. Bu, 2023 hayalleri kuran rejimin en kısa sürede önemli bir kan kaybıyla çöküşüne, parçalanmasına bile yol açacak bir düşüş. Ama bu siyasi çöküşe şimdi ekonomik çöküş eşlik edecek ve sürece etkili müdahalelerde bulunamazsa ekonomide yaşayacağı hüsran, siyaseten uğradığı kaybın da önüne geçecek ve çöküşünü hızlandıracak.

Bu argüman, AKP’nin yıllardır yükselişinin ve sistemde hegemonya kurmasının, dış kaynak girişine bağlı olmasıyla ilgili. İşte şimdi, o dış enerjinin geri çekilmeye başladığı, kaynağın kurumaya başladığı bir döneme girdik ve bu hızlanarak rejimin çöküşüne ivme katacak.

 

Kaynak: T.C.Merkez Bankası veri tabanı

Dış sermayenin sırtını Türkiye’ye dönüşü Mayıs ayında başlamış görünüyor. Açıklanan Mayıs ayı cari açık ve finansmanı ile ilgili veriler bunu ortaya koyuyor. Mayıs ayında 7,5 milyar dolara çıkan cari açığın, yani döviz açığının dış sermaye girişi ile finanse edilemediği görülüyor. Dış kaynak girişi olmayınca pamuk eller rezervlere gidiyor ve 4,5 milyar dolar oradan, 2,8 milyar dolar da kaynağı belirsiz döviz girişi hanesinden sağlanmış görünüyor.

 HAZİRAN VE TEMMUZ KAYBI

 Mayıs ayında, akmak yerine tıslayan dış sermaye musluğunda esas kuruma haziranda yaşandı, temmuz daha da berbat geçiyor.  Merkez Bankası 10 Ağustos’ta  ödemeler dengesini açıkladığında haziran kanamasını net olarak görebileceğiz, 10 Eylül’de de temmuz kayıplarını…Ama şimdiden büyük kaçış olduğu, tırmanan döviz fiyatlarından zaten görülüyor. Dolar kuru, Merkez Bankası’nın rezervden döviz satışları 6-7 milyar dolara kadar çıkmış olmasına karşın, 1.95 TL’ye yapıştı, gözü 2 TL’de.

Doların 1.95 TL’ye yapışması bile kendi başına büyük risk. Bu yılın Orta Vadeli Program senaryosu 1,83 TL ortalama kur üstüne kurulmuştu. Ocak-Mayıs sonu arası dönemde dolar kuru 1.79 TL ile, bu hedefin 4 kuruş ya da yüzde 2,2 gerisinde seyretmişti. Ama Haziran’dan 10 Temmuza ortalama dolar kuru 1.91 TL’e çıkarak OVP hedefinin 9 kuruş ya da yüzde 4,4 üstüne çıkmış durumda. .

 ENFLASYON,  KUR FARKI

 Öngörülmeyen dolar şoku, ithalatı pahalılaştırarak maliyet enflasyonunu kamçılar. Şimdiden akaryakıta zamlar gelmeye başladı. Ocak-Haziran dönemi yıllık enflasyon yüzde 8,5’a çıkarken halkın önemli kısmı için önem arzeden gıda enflasyonu yüzde 14’e yaklaşıyor. Doların tırmanışı, zam mevsimi sonbaharı beklemeden  enflasyonu da tırmandıracak gibi. Bu da her tür seçmenin asabını bozacak bir gelişme. Hükümet ile toplu pazarlık görüşmesi süren 185 bin üyesiyle Türk-İş’in ücret zammı beklentileri bu enflasyonun çok gerisine düştü. Kokmaz bulaşmaz Türk İş bile, ekonomideki sarsıntı yüzünden Hükümet ile kapışmaya zorlanabilir.

Dolardaki şok, dövizle borçlanmış şirketleri kur farkı yükü ile fena tehdit ediyor. Mart 2013 itibariyle dış borç stoku 350 milyar dolara çıktı.  Bunun  Nisan 2013- Nisan 2014  arası 12 ayda ödenecek kısmının 163 milyar dolar olduğunu yine Merkez Bankası açıkladı. Bu borcun yüzde 80’i özel bankalar ve şirketlerin.  Borçluların açık pozisyonları varsa, taksitlerini şoke olmuş dolarla temin edip ödemek durumundalar bu da en az 20 milyar TL’ye yakın kur farkı yükü demek. Bu farkı ürettiği mal ve hizmetin fiyatına yansıtmaya kalkanlar, enflasyona yeni bir katkı yapacaklar. Kur şokunun içeride talebi düşürüp ekonomiyi küçülteceği, firmaları daralmaya zorlayacağı, ne yazık ki işsizliği zıplatacağı  açık. 

Firmalar, sermaye kaçışının arızi bir durum olmadığını kavradılar. ABD, bu yılı yüzde 2, 2014’ü ise yüzde 3 büyüme ile kapamak istiyor. AB de küçülmeden  büyümeye geçme kararında. Bu Japonya için de geçerli. Dolayısıyla, dış sermaye yüzünü Türkiye gibi ülkelerden merkeze çevirecek. Bu da dış sermaye ile balayı yaşayan, bunu başarı öyküsü gibi yutturan AKP’nin inişe geçmesi demek. Hiç kaçarı yok…

 

Written by Mustafa Sönmez